Sırası gelmişken, cesaret edip soramadım okuyor ve araştırıyor musun, belki de üstüme vazife değil diye. Onu bunu bilmem ama Allah için hassasiyetleri berdevam, bizim arzu ettiğimiz yerlerde görünmese de; hem kime ne, dünyanın merkezi bizim bulunduğumuz yer mi?
Yol arkadaşlarımla bir sahil kasabasını gezerken, orada yaşayan ve yıllar evvelinden tanıdığım, çayını, çorbasını çokça içtiğim, muhabbetine ortak olduğum bir dost, bir ağabey aklıma düştü birden. “Ne dersiniz, ziyaret edelim mi?” diye teklifte bulundum arkadaşlara ve “Niye olmasın?” dediler ve mekânını aramaya koyulduk beraberce…
Seyr-ü sefer ederken, seksenli yıllarda inancı ve inancının gereği olarak sergilediği tavırları nedeniyle görevinden uzaklaştırılmış, o vasatta dava arkadaşlarının desteğini görmemiş biri olduğunu anlattım. Sonradan tanışmıştım onunla ve o demlerde heyecanlı, bir o kadar da azimli biriydi…
Atölye gibi kullandığı evinde, o yılların meşhur külliyatları vardı ve hepsini okuduğunu söylemişti… Hakkını teslim edeyim, konuşmalarından da belli oluyordu zaten.
Zilini çaldığımızda, aynen öncekilerde olduğu gibi teklifsiz davet etti sımsıcak evine…
Çaydı, sair ikramdı derken güleç yüzüne bakarak ve samimiyetine istinaden açmaya çalıştım durduğu yerdeki düşüncelerini; çok sık olmasa da ziyaret ettiğim halde bir türlü iade-i ziyarette bulunmuyordu ve bunun nedenini öğrenmekti amacım.
Tabii ki sadece bana özgü değildi bu davranışı, çok öncesinde birlikte olduğu ve dava arkadaşı olarak bilinenlerle de aynıydı ilişkisi…
Küsmüş insanlara, öyle dedi bize, sebebi bizce meçhul yanından ayrılıp gidenlere ve bir dolu şeyleri paylaştığı halde onu gördüklerinde öylesine selam verenlere yani aslında kendisini ötekileştirenlere!
Aslında aradığı vefaydı, kadir kıymet bilmekti, hepsi o kadar… İnsanlarla bir dolu şeyler paylaşıyor, bir dolu acı tatlı günler yaşıyorsun; sofra kuruyor, sofralarında oturuyorsun; misafir ediyor, misafir oluyorsun; birlikte yollar kat ediyorsun, onlarca kez fotoğraf çekip albümleri dolduruyorsun, sonra birden ipler kopuyor! Bu düşünülesi, bu hüzünlendirici işlerden değil de nedir?
Evet, küskün ama şahsen benim gördüğüm, torun torba bir arada sımsıcak mütevazı bir Müslüman ailesiydi. Maişetini kazandığı işini de yine evinde yapıyordu zaten, üretiyordu biteviye hem de ona saygı ve sevgiyle bakan aile bireyleriyle. O anda bile, bize bir güzel örneklik sergilemişti ailesiyle…
O kurmuştu devletini, bununla beraber paylaşırken bizimle hüznünü, kendisini de suçluyordu elbet… Böyle olmaması gerektiğini söylemekten imtina etmiyordu; yani içe kritik bakış yani nefis muhasebesi yapıyordu ama ne çare! Onu dinlerken, bir keresinde “Çok şükür artık kitap okumuyorum!” dediği aklıma geldi; şaşırmıştım o vakitler, külliyatları deviren bir adam bunu nasıl söylerdi?
Sırası gelmişken, cesaret edip soramadım okuyor ve araştırıyor musun, belki de üstüme vazife değil diye. Onu bunu bilmem ama Allah için hassasiyetleri berdevam, bizim arzu ettiğimiz yerlerde görünmese de; hem kime ne, dünyanın merkezi bizim bulunduğumuz yer mi?
Onun “çok şükür kitap okumuyorum” demesini şimdi çok iyi anlıyorum.
Aslında kastı o değildi, bir probleme parmak basmaya çalışıyordu kendince. Türlü okumaların, ayrılıklara sebep olduğunu fark etmişti çünkü. Bir araya gelindiğinde, neyi nasıl yapabilirizden, nerde nasıl davranışta bulunabilirizden, kime nasıl faydamız dokunabilirden daha çok, neyi nasıl düşünmeliyiz tartışmaları ve tabii ki düşüncelerin iktidar savaşı gündeme geliyordu.
Hırlaşmalar, çekişmeler ve tabiidir ki zamanda ayrışmalar, kamplaşmalar yani çeşit çeşit cemaatleşmeler!
Şimdiki manzarayı umumiye de bu değil mi Allah aşkına? Bir avuç yerde bile her düşünceyi temsilen bir dolu dernek, vakıf, STK vb’nin faaliyette bulunması ve düne kadar dost, arkadaş olan mensuplarının diğer mensuplarla selamlaşmayacak hale gelmesi neyin göstergesidir?
Daha önce de bir başka şehirde, yine hayatın çilesini çekmiş; sistem tarafından defalarca sürgün yemiş, yetmemiş görevine son verilmiş; aynı zamanda düşünce ve davranışları nedeniyle Müslüman kesimlerce ötekileştirildiği için elan da çekmeye devam eden bir dostla karşılaşmıştım.
O, bütün zorluklara rağmen, gerçekten mütevazı şartlarda hala okumaya ve araştırmaya gayret gösterirken, hala kalemini ve dilini çalıştırmaktan geri durmazken; ötekileştirilse de insanlarla dost, kardeş olma çabasını güderken, ziyaretine gittiğimiz abimizin küskünlüğünü anlamakta zorlanıyorum açıkçası… Okumalar, dünyevi meşgaleler ve beklentiler ayrışmaya sebep olsa da o yine de mücadelesine devam etmeliydi; ama gel gör ki ben de yer yer benzer ümitsizliğe düşmüyor, kızmıyor, küskünlüğü yaşamıyor değilim hani…
Ama bunun sebebi inanın ki İslam düşün dünyasındaki cepheleşmeler; birbirimizi iteklemeler…
Her konuşmamızın satır arasında bize vahiy gelmiyor, insanız, yanılabilir dememize rağmen İslam düşüncesini tekelimize almalar! En kötüsü de bize uymayanları sapık, Din tahripçisi şu bu görmeler…
Hangi birimiz ilk taşı atacak kadar masumuz da ona buna söylenip duruyoruz?
Hangi birimiz bir dolu atraksiyonlar, fırtınalar, gel gitler yaşamadık ki başkalarına da bu süreci hak olarak vermiyoruz?
Tekrarcıyım, farkındayım lakin bir işimiz de hatırlatmak, birbirimizi uyarmak değil midir?
O halde, mademki bize vahiy gelmiyor, mademki insanız yanılabiliriz, mademki kadim kültür çok sesli ve çok renkli, mademki biteviye ümmet olmaktan, cemaatleşmekten, vahdetten, tevhitten bahsediyoruz, öyleyse daha çok tefrikaya sebep olacak kategorize edici kavramları birbirimize, ben de Müslümanlardanım diyenlere birer kurşun gibi kullanmak niye derdimiz oluyor?
Bu “Ne olsa gider!”demek değildir ki…
Meramımız düşünce farklılıklarını ajite edici, daha çok ayrıştırıcı, muhatabımızı rencide edici yani çok bilinen tabirle “öteki” leştirici kavramlarla ortaya konulmasının önüne geçmek…
Kadim ulemanın görüş ve fetvalarının akabinde “vallahül âlem” yani “en doğrusunu Rabbimiz bilir“ demeleri bize hiç örnek olmaz mı? Daha önceki hatırlatmalarımız hep boşuna mıydı?
Sırf bu sebepledir ki dedim ya ben de kızıyor ve ben de küsüp ayrılmayı düşünüyorum müslümanların arasından; çok şükür ki vesveselere teslim olmadım henüz…
Yok, yok, bu benim işim değil diyerek Allah için tutuyorum kendimi…
Öte yandan korkuyorum yazdıklarımla, söylem ve eylemlerimle ayrılıklara, küskünlüklere sebep olmaktan. Ve iyi biliyorum Rabbimizin birlikteliğe önem verdiğini; yarın kendi değer yargılarımı dinleştirip tefrikaya sebep vermekten hesaba çekilirsem işimin çok zor olduğunu…
Hani demiş ya şair ve az buçuk bağlamanın tellerinden ses çıkarttığımız için söyleyip dururuz ya arada bir; amman ha, takılmayın ismine ve diğer mısralarına, adı üstünde şiir sonuçta; “Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, kâh inerim âleme seyreder âlem beni” diye. İşte tam bir objektiflik öğretisi ve aynı zamanda tam bir subjektiflik yergisi vardır bu ve diğer satırlarında…
Hem Kur’an‘da buyurmuyor mu zaten, bazen yalnız kalalım kendi benliğimizle, sigaya çekelim nefsimizi ve insanlara da fırsat verelim eleştirsinler düşüncelerimizi; bazen de biz toplumu ve bireylerini hesaba çekelim, eleştirelim söz ve eylemlerini; ama lütfen objektif olarak, hakkaniyet ölçüsüyle, belden aşağı ifadeler kullanmadan…
Ve söylemekten gına geldi artık, Allah adına insanlara yafta vurmadan, ıstampa mühür damgalamadan! İşimiz kendimizi ifade etmek, başkalarını yargılamak değil çünkü…
Hep söylerim, sırası geldi yineleyeyim; itişme ve kakışmalardan, düşüncelerin iktidarı sadedinde gelişen cedelleşmelerden sağlıklı düşünce ve sağlıklı toplumsallaşma asla çıkmaz diye…
Hülasa; iki dost, iki Müslüman birey…
Biri küskün, öyle söylüyor ama hassasiyetleri görünür şekilde, belli ki o da bir şeyler yapıyor; tasamız bizimle aynı cemaatte olmaması, bizim düşüncelerimizi ayniyle vaki temsil etmemesi mi?
Bu konularda otorite biz miyiz sahi?
Diğeri ise çileli yaşamına rağmen inadına mücadeleci…
Bir o kadar da mütavazı…
Maaşallah yazıyor kendince, bir satır okumadım ki kucaklayıcı olmasın…
Kızgınlığı yok değil; kâh kendine, kâh âleme söyleniyor dili döndüğünce…
Dolu mu dolu, nasıl taşacağını bilmiyor, delleniyor öylesine!
İnsana dair, müslümana dair şeyler söylüyor; olması gereken de bu değil mi?
Hadi siz de buyurun, arayın bulun onları; aramızdalar çünkü…
Yaşıyorlar tüm hassasiyetleriyle; varsın uymasın düşüncelerinden bazıları bizimkilere, kime ne?
Niye bahsettim ki ben bu dostlardan?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *