“Din” nasıl mı Afyonlaştırılır?

“Din” nasıl mı Afyonlaştırılır?

İslamda böyle bir müessese, ruhbanlık filan yoktur denilmesine rağmen, Din adamlığı kisvesi altında aynen Firavun ve sihirbazlarının yaptığı gibi insanları hipnoza tabi tutup iktidarların zulümlerine karşı edilgen bırakanlar yani Dini afyonlaştıranlar saray ulemalarıydı.

Söze başlarken önce şunu ifade edeyim: Zikredeciğim isimler hakkında istediğiniz gibi düşünmekte serbestsiniz. Nasıl olsa inanç ve düşünce özgürlüğü var(!); kimseye şöyle düşün, böyle inan diye baskı yapacak diye bir halimiz de yok! Her zaman olduğu gibi Dinde zorlama yoktur ayeti ne güne duruyor yüzümüze çarpmak için?
Mesela Marks, kendi devr-i zamanında (19.yy) ne demişti? “Din afyondur!” …
Aynı yüzyılın aydını olarak görülen F. Nietzsche de “Tanrı öldü” diyenlerden!
Bu ikisi elde var bir…

Peki, bugünün entelektüellerindendir diye nam bulmuş A.Süruş’un, yanlış anlamadıysam damadının İran’da maruz kaldığı zulme ve bu sebeple Tanrı’ya ilişkin sarfettiği sözlere istinaden yazdığı duygusal ve aynı zamanda haklı nedenleri olan tepkisel makalesinin başlığı ne?
“Tanrı Yok! Tanrı’ya Yemin Ediyorum ki Tanrı Yok!” …

Siz ne düşünürseniz düşünün, bana göre müthiş bir “tecahül-i arif” örneği olarak gösterilecek sözler bunlar… Nitekim Süruş istisna, bu iki ismin biyografilerine baktığımızda Allah inancı noktasındaki sorunları da bir tarafa, kendi zamanlarının Hristiyan teolojisine, kilisenin Tanrısına yani aslında Din adına yürürlükte tutulan zulüm ve sömürüler bağlamında haklı olarak isyan ettiklerini görürüz…
Onlar için hayıflanmanın bir anlamı yok elbette ama keşke Yaratıcı gerçekliğini ve İslam’ı hakkınca araştırıp, kilisenin tanrısına alternatif diye Marksizm (Sosyalizm) ve varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) gibi ladini kabulleri inşa edip, insanların anlam dünyalarının kirlenmesine vesile olmasalardı.
A.Süruş ise takip edebildiğimiz kadarı ile müslüman olduğunu söyleyen ama çoğumuzun mesafe koyduğu görüşlere sahip biri. Herkesin malumu olduğu üzre İran’ın resmi Dinine, mollalara karşı muhalif tavır geliştirenlerden ve o sebepledir ki İran’da tutunamamışlardan…

Şimdi bizi birileri bu üç isim ve görüşleri noktasında sakın imtihan etmeye kalkmasın, Marksizm nedir, varoluşçuluktan, sair felsefelerden ne anlıyorsun diye. Das kapital okumasak da solculuktu gençlik yıllarımızın ideolojisi, onun sebebi de fıtratımızı gıdıklayan söylemleri olduğu için…
S. Kutup gibi mücadele adamlarının da Kur’an’dan ilham alarak işledikleri sosyal adalet, sosyal eşitlik, sosyal paylaşım vb. gibi içleri hakkınca doldurulamadığı için zahiren hoş görünen söylemler kimin ilgisini çekmedi ki o demler? Varoluşçuluk gibi felsefi akımlara da zaten kafamız basmazdı(!)… İyi ki de Das Kapital’i okumamışım, iyi ki de diğer ideolojilere kafa yormamışım ve iyi ki de felsefi akımlara kafam basmamış(!); aksi halde müslümanlığım mı kalırdı benim?

İşin şakası bir tarafa…
İsimlerini verdiklerimden mülhem diyorum ki müslümanlar olarak bizim de Allah tasavvurumuzda problemler var, bizim de örnek alındığı söylenen Hz.Muhammed noktasında samimi olduğumuz şüpheli mi şüpheli!
Neden mi?
Eğer böyle olmasaydı, müslümanlar Allah’ın egemenliği konusunu tartışmaya açar ve tamamen profan kabullerin ürünü oldukları açıkça belli olan ideoloji ve yönetim biçimlerine öykünürler miydi? Bunca yıldır niye tartışıp duruyoruz İslam ve laiklik, İslam ve demokrasi, İslam ve sosyalizm gibi meseleleri?

Asıl dikkat çekmek istediğim hususa gelelim..
Alim ve aydın kavramları öyle ya da böyle türetilmiş ve kabullenilmiş kavramlar. Bu kavramların yakıştırıldığı bazı zevatın yazdıklarına, sağda solda konuştuklarına da nazar-ı dikkatimizi celbedelim ve birkaç soru sorarak konuyu açmaya çalışalım:

Birincisi, örneğin telkin niyetine kabirde sorulacağına, olumlu cevap veremezlerse kabir azabına maruz kalacaklarına inandıkları ve tabi olduklarını söyledikleri mezhep imamlarının devr-i zamanlarında yaptıkları gibi, iktidarı ve yapıp etmelerini hiç eleştiriyorlar mı?

İkincisi, bu bağlamda seminer, konferans türü faaliyetlerde, mikrofon tutulup sorulduğunda veya herhangi bir yerde yayımlanmak üzre makale yazdıklarında, özellikle “sağ” diye tanımlanan iktidarlara methiyeler dile getirdiklerine şahit olmayanımız var mı? Daha dün denecek bir zamanda, yazı ve söyleşilerde sarf ettiği efsunlu sözleriyle kitleleri uyutup sandık başına zorlayanlar onlar değil miydi?

Üçüncüsü, Kur’an’ın açık hükümlerince haram ve küfür olan hususları; mesela asırlardır farz olduğuna inanılan başörtüsü/tesettür gerçekliğini sulandıranlar, bu sebeple insanları iki arada bir derede bırakanlar, yıllardır gösterdikleri tavır ve mücadeleden, vazgeçirenler kimler?

Dördüncüsü, laiklik, demokrasi, liberalizm ve sosyalizm gibi ideoloji ve yönetim biçimlerini meşrulaştırıp müslümanların gündemine sokan “bir bilen” lerden başkası mıydı?

Beşincisi, hadi şunun bunun aydını diye anılanlardan vazgeçelim, İslam alimidir diye şöhret olmuşların iktidar merkezli gelişen sosyal adaletsizliğe, sosyal eşitsizliğe, siyasal baskıya, sosyal çürümüşlüğe ve ekonomik sömürüye karşı bir tez ürettiklerini hiç duydunuz mu? (İslam ve sosyalizm başlığı altında ve mağdur kesimlerin dikkatini çekecek şekilde devrimci söylemlerle, bu dediklerimize olabildiğince abanarak değinenler var ama onlar da işi M.Kemal hayranlığıyla, demokrasiyle, Kur’an’dan bağımsız olduğuna inandığımız sınırsız özgürlük söylemleriyle sulandırıyorlar! ”Keşke”yi onlar için de kullanmak durumundayım ama bizim sözümüzün gücü de bir yere kadar!)

Altıncısı, onların hiç asgari ücretlilerle ilgili bir dertleri olmuş mudur? Yoksa sürekli sermayeden yana, sermayenin tekelleşmesine matuf tezler mi geliştirmişlerdir?

Ne yazıktır ki aksi bir örneği neredeyse yok gibidir; açlar, yoksullar, fakir fukara, garip güraba ancak senede ve kırkta bir kadar akılllarına gelir onların; ver kırkta birini, ilmihal merkezli farziyeti yerine getirmenin mutluluğuyla şöyle bir rahatla, geç karşı tarafa!
Ama garibim halktan türbelere çapup bağlayanlara, oralarda yatanlardan, kendilerine çare bulmaktan aciz olanlardan medet umanlara; yani bekarsa eş, işsizse iş, hastaysa şifa arayanlara; bütün bu eylemler küfürdür, şirktir, hurafenin dik alasıdır diye veryansın ederler…

Demezler hiç, kardeşim iş, aş, eş istiyorsan iktidarların sömürüsüne bir bak ve karşı tavır geliştir; hastahanelerde sürünüyorsan, ağır tedaviler nedeniyle elinde ne varsa sattırıyor ve seni elaleme, seni banka kredilerine muhtaç ediyorlarsa, kalk bu haksızlığa karşı isyan et!
Tavsiyede bulunmazlar hiç, seni iktidarın bu zulümlerine karşı tavır aldırmayan, rızk Allahtandır, elindekine kanaat getir, kaderde ne yazıldıysa o olur; sakın ha, fasık da olsalar iktidardakilere isyan filan etmeye kalkma diyenlerin, ölülerden medet umduran din bezirganlarının, çok bilmişlerin, bu sebeple afrasından tafrasından yanlarından geçilmeyenlerin maskelerini de suya düşür diye…

Diyemezler, işlerine gelmez çünkü…
Nasıl gelsin ki; üstüne kuruldukları postlarından olmayı, itibarlarının, nevzuhur saygınlıklarının elden gitmesini, hibe arsalarda inşa edegeldikleri külliyelerini, dernek ve vakıflarını, binlerle ifade edilen tebaalarını kaybetmeyi yani ayaklarının altına döşenmiş kırmızı halıların çekilmesini isterler mi durduk yerde?

Ne yazık ki bu asırlardır böyle olmuş!
İslamda böyle bir müessese, ruhbanlık filan yoktur denilmesine rağmen, Din adamlığı kisvesi altında aynen Firavun ve sihirbazlarının yaptığı gibi insanları hipnoza tabi tutup iktidarların zulümlerine karşı edilgen bırakanlar yani Dini afyonlaştıranlar saray ulemalarıydı. Sarayın dışında da yine cemaat, tarikat vs. adı altında kitleleri manipüle eden, onları Allah’ın iradesinden ziyade iktidara ram olmaya, bir lokma bir hırkaya razı edip, sayıları binleri bulan tesbihatla uyuşturanlar da alim veya şeyh adıyla bilinenlerden başkası değildi ki…
Sabırsız olunmasın, istisnalar bir tarafa elbette…Ha, aklıma düştü birden, istisnalar kaideyi bozmaz sözü acep ne için söylenmişti?

Neyse, üzgünüm ama şimdi de böyle…
Müslümanların yüzde itibariyle çoğunluğu temsil ettiği söylenen; üstelik entelektüel kişilikler, kültürel doku anlamında diğer toplululuklardan daha ileri bir seviyede olduğu iddia edilen Türkiye’de de alim, aydın nevinden insanlar, cemaat ve tarikatlar, sair STK’lar tebaalarını, diğer kitleleri güya dini maslahatlarla, fetvalarıyla uyutup iktidarların payandası yapıyorlar…

Ha, şunu da şerh olarak düşelim, yanlış anlamaya namzet çok çünkü…
Olur mu hiç böyle bir şey, bir düşünce ve o düşüncenin tezahürü olan bir eylem şirkse şirk, küfürse küfürdür, tersini söyleyelim de Allah’ın rahmetinden uzak mecralara mı düşelim? Demiyoruz ki oralarda çaput bağlansın, ölülere yalvaryakar olunsun!

Ama ne olur, Allah aşkına, bir de hurafenin, şirkin, küfrün bizatihi üretim merkez-ler-ine ve insanları oralara sevkeden iktidar ve yandaşlarına laf edilsin!
İktidar-lar-ın oyunlarını deşifre etsinler, putlaştırılmış kişi ve ideolojilerle insanların anlam dünyalarının tahrip edilmesine karşı bir tavır geliştirsinler!
Zulüm ve baskıya, sömürüye, yağma ve talana, haramın helal, helalin haram kılınmasına bir tepki göstersinler…
İktidar tarafından gazino, bar, pavyon, genelevi gibi fuhuş yerlerine; alkol üretim ve tüketim merkezlerine, milli piyango, toto, loto, kazı kazan dahil gizli açık kumarın teşvik edilmesine, insanın insan olmaktan çıkarıldığı benzer ahlaksız işlere niye kanun ve ruhsatlarla izin verildiğini; insanları iliğine kadar sömüren merkez bankası dahil bankaların işleyişini niye denetim altına almaktan kaçınıldığını sorgulasınlar…

Bizimkisi de laf olsun torba dolsun kabilinden!
Nasıl sorgulasınlar ki; memlekette demokrasi diye, laiklik diye bir şey varken ve hazır iktidarın gücüne yaslanarak kendi ikballeri adına güce güç katmak varken mümkün müdür böyle bir hesap sormak? İşin içine bir de Kur’an’ın açıkça yasakladığı ahlaksızlığa, fiili eylemlere yönelik özgürlük söylemleri eklendi mi kimsenin adım atacak hali kalmıyor ki.
Vaziyet bu iken, sormak gerekmez mi şimdi, “Din afyon mudur, değil midir; Yaratıcı varsa, alim diye bilinen zevat niye O’nun vahyini şekilden şekile sokuyor?” diye…
Nasreddin hocanın fıkrasına atıf yaparsak, vahyi kırpıp kırpıp iktidarların gönlünü hoş tutacak hale getirmenin ne anlama geldiğini ben mi söyleyeyim onlara?
Onlar bilmezler mi Laiklik ve demokrasi gibi kabullerin (haşa) Allah’ı gökyüzüne bir yerlere sıkıştırıp, yeryüzü egemenliğinden uzaklaştırma çabası olduğunu?

Hatırlayalım…
Firavun ve sihirbazlarının misyonu neydi?
“Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.” (Şuara26/29) derken neyi amaçlıyordu ve Hz. Musa onunla ne için mücadele etti; onun ve sihirbazlarının hilelerini ne ile ve nasıl boşa çıkardı; onlara eften püften işler noktasında mı tepki gösterdi?
İyi biliyoruz ki Kur’an kıssalarında anlatılan Peygamber mücadeleleri, Allah’ın iradesini yeryüzünden kazımaya çalışıp kendi krallıklarını tahkim edenlerle; yani vahye rağmen haksız, adaletsiz davrananlarla, insanları kendilerine köle yapanlarla, Allah’ın tüm insanlara eşit şekilde paylaşsınlar diye yarattığı nimetleri sadece kendileri için temellük edenlerleydi…
O örnekliğin son temsilcisi Hz. Muhammed de ayniyle vaki Mekke Firavunlarıyla ve onların sihirbazlarıyla mücadele etmişti…

Anlaşılacağı üzre Din, birey ve toplumları zalimlere, zulme ve sömürüye karşı harekete geçiren bir faktördür.. liderlik, önderlik, müslümanlık da; böyle bir kategoriye neden ihtiyaç duyuldu bilinmez ama alim, aydın, entelektüel olmak da; bu hakikatleri her vasatta dile getirmek ve kitleleri de bu istikamette uyarmak demektir; ki tebliğin, münzir olmanın gereği de budur…

Bütün bunlardan sonra ilaveten diyeceğim şudur ki; müslümanlar Din gerçekliğinin hangi amaç için, hangi araçlarla afyona dönüştürüldüğünü; Allah’ın iradesini, güya teokrasi, güya despotizm, güya monarşizm inşa edilecek bahanesiyle yok saymaya çalışanları ve bunu kimlerin kendilerine iş edindiklerini gözlemlemek zorundadırlar ki İslam, iddia edildiği gibi birey ve seçkinlerin iktidarını asla ve kat’a zemin hazırlamaz; aksine eşitler arasında görev paylaşımını öngörür; şura, istişare, danışma meclislerinin amacı da budur…

Yine Müslümanların, her ne kadar bir zenginlik olarak görülse de fiiliyatta kitlelerin parçalandığının göstergesi olan mezheplerin, cemaat ve tarikatların varlık sebepleri üzerinde de “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff 61/4) “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin…Hep birlikte Allahın ipine sımsıkı yapışın, sakın parçalanıp ayrılmayın.” (Al-i İmran 102-103) gibi daha bir çok ayetler bağlamında düşünmeleri olmazsa olmazdır…

Ezcümle söylersek, “Hep eleştiri, hep eleştiri! Masa başı mücahitliğinden başka bir şey bilinmiyor, hani icraat nerede?” diye karşı tepki göstererek gerçeklerden kaçmamızın bir anlamı yok…
Söz karşılık bulursa, eleştirinin de gereği yapılıyorsa anlamlıdır, bunun fakındayız…
Madem öyle hadi buyuralım beraberce, sürekli ama sistem ama cemaat merkezli iktidar kavgasıyla ayrılığı tetikleyeceğimize “Söz”ün hakkını verelim ve eleştirinin de gereğini yapalım ki Kur’an, bizatihi Hakk’ın “Söz”üdür. Bizatihi biz insanlar uyanalım ve istikamet bulalım diye neredeyse her ayetinde eleştirel anlamda kafamıza kafamıza vuran Rabbimizin vahyidir…
“O kullar ki sözün tamamını dinlerler ve en güzeline uyarlar: İşte Allah’ın kendilerine doğru yolu gösterdiği kimseler bunlardır; ve işte onlar, akletme yetilerini kamil mânada kullananlardır. Zümer.39,18″; “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azâb gelmezden önce Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.” (Zümer 39/55)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *