Bu Bayram…

Bu Bayram…

Bu batılılar çok pişkinler… Yaptıkları şeyleri okudukça inanın bunların insanlıklarını sorgulamak gerekiyor.

Kurban Bayramımız yaklaşıyor. Ben geçen yıl 12.11.2010 yılında İktibas sitesinde yazmış olduğum “Biz bu bayramda vurulduk” yazısına şöyle bir göz attım. Hiçbir şey değişmemiş. O yüzden ekleyecek başka bir şey bulamadım. Belki hatırlatmanın faydası olur diye birkaç ufak değişiklik ile yazıyı sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum.

Kurban Bayramı, bizlerin, Hicri Takvime göre Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren dört gün boyunca kutladığımız dini bayramımız. Zilhicce ayının onuncu, on birinci ve on ikinci günlerine ‘Eyyam-ı nahr’ (Kesme günleri) ve bir önceki gün olan Zilhicce ayının dokuzuncu gününe Arife denir. Kurban Bayramı, ayrıca her yıl Mekke’de hac farizasını ifa ettiğimiz vakitlerdendir.

Her sene bayram namazına gittiğimizde Kur’an’da bahsi geçen “yumuşak huylu bir erkek çocuk” (37/101) (Kur’an’da ismi geçmeyen bu çocuk İbrahim peygamberin oğlu İsmail olarak bahsedilir) ile babası İbrahim Peygamber arasında geçen olayları dinliyoruz. Kısaca olay; İbrahim peygamberin rüyasında oğlunu kurban etmesi gerektiğini görür. Oğluna “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm demesi üzerine O da, “Babacığım, emr olunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” demektedir. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Yüce Allah Hz. İbrahim’e Cebrail vasıtası ile kesmesi için kurbanlık bir hayvan gönderiyor.

Bu hadise anlatılırken rüyada görülen bir olay üzerine oğlunu kesmeye kalkışmak bazı kesimlerce çok hatalı okumalara sebep vermişti. Hatırlıyorum bir ara bir kişi gördüğü rüya üzerine oğlunu kesmeye çalışmıştı. Bu tarz şeyler genelde tasavvuf altyapılı kimselerde görülmektedir. Burada bir fark var. Kur’an’da geçen kıssada rüyayı gören kişinin Peygamber olduğu gerçeği gözden kaçmaktadır. Çünkü Peygamberler Allah’tan vahiy alıyorlar. Böylesi şeyler onlar için emir telakki ediyor. Yani bizler Peygamber olmadığımıza ve de bundan sonra Peygamberde gelmeyeceğine göre rüyalar ile amel etmemizin yolu da ebediyen kapanmış oluyor. Sakın kimse rüyasında böyle bir emir alıp oğlunu kesmeye kalkmasın!

Bana ilginç gelen sizin de ilginizi çekeceğini düşündüğüm yukarıdaki hadisenin bir benzeri Tevrat’ta da geçiyor.

Tevrat’a göre İbrahim’in eşi Sara’dan bir çocuğu olmuyor ve İbrahim Sara’dan bir çocuğu olması durumunda bunu Allah’a Kurban olarak adıyor. Tanrı, “İshak’a, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” diyor, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.” (8-9-10-11-12-13), İbrahim, “Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” diyor. İkisi birlikte yürümeye devam ediyorlar. Tanrı’nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yapıp, üzerine odun diziyor. Oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırıyor. Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldığı bir anda RAB’bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye sesleniyor. İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık veriyor. Melek, “Çocuğa dokunma” diyor, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.” İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç görüyor. Gidip koçu getiriyor. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sunuyor.”(Yaratılış: 22:2-8-9-10-11-12-13)

Bu kısa tanım ve anlatımlardan sonra asıl konumuz olan Kurban kesmenin bizler için ne mana ifade ettiğine geçebiliriz.

“İslam dini terimi olarak Kurban, Allah’a yaklaşmak ve Allah rızasına ermek niyetiyle kesilen, kurban edilen, hayvan demektir. Kur’an’da geçen İbrahim peygamber ve oğlu İsmail ile ilgili kıssadan yola çıkarak, kurban kavramı, çok daha genel bir adanmışlığı, Allah için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını, Allah’a teslimiyeti ve ona karşı şükür içinde olmayı ifade etmektedir. Kur’an ‘da Hac Suresinde geçen şu ayet, kurbanın bizlerin inancındaki yerini özetler:

“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadettir.” (Hacc 22/36-37)

Maalesef toplumumuzda böyle bir inancın kök saldığını göremiyoruz. Bir kez birçoğumuzun kurbanları gösterişten uzak değil. Üstelik en değer verdikleri çocuklarımızı Allah’a adamak gibi bir niyetimiz de yok. Başkaları ne derlerin oluşturduğu bir ibadet anlayışına sahibiz ve bu yüzden paramız olsun ya da olmasın borçlanıp kurban kesmeye çalışıyoruz.

Tıpkı hac ibadetimizde olduğu gibi Kurban ibadetimizde yaptığımız şeylerin Allah katında anlamları mevcut. En sade ifade ile Kurban, Allah için her şeyimizi feda edeceğimizin anlatımıdır. Fakat bu ibadetimiz daha hemen başından gerçek anlamından başka anlamlara kaydırılıyor. Birçok Müslüman kardeşimiz kurbanını kesmek için etrafta kendi yerine kurbanını kesecek kimse arıyor. Bu belki mazur görülebilir ama Allah dediği için bunu yapmak bu sahnenin iyi bir oyuncusu olmak zorundayız. Burada bari dublör kullanmamak lazım. Yoksa gerçek manada Allah için kalkması gereken ellerimiz bizleri dinlemeyebilir ve bizler sınavımızı kaybedebiliriz. Yapacağımız ibadetimiz bu yönden aslına uygun olmalıdır. En azından bu bayram elinize bıçağı alıp kurbanınızı kendiniz kesebilirsiniz.

Diğer bir husus ise kardeşlerimiz kendilerinde olan hiçbir şeyi başka bir kardeşine vermek istemiyor. Vermeyi geçelim aynı ortak davaya birlikte gönül bağlamış, yol arkadaşı olmuş da değiller. Hal böyle olunca ne hacc ibadetimizde, ne namazımızda ne de kurban ibadetimizde yaptığımız şeyler asli ibadetlere dönüşmüyor.

İçinde kan olan, her yanımızın çöktüğü bir dönemde elbette yine Bayramımıza kavuşacağız. Bu bayramda Müslüman coğrafyaların ne halde olduğunu geçmişte onlara nelerin reva görüldüğünü hatırlamakta da fayda var.

Müslümanların Engizisyon Mahkemelerince soykırıma ve sürgüne tabi tutulduğuna dair Real Academia Historia’nın yayınladığı arşiv ekte bakınız.

İspanya Kraliyet Arşivlerindeki belgelere göre Endülüs’de 1492 ile 1609 yılları arasında 3.000.000 milyona yakın müslümanın engizisyon mahkemelerinde yakılarak öldürüldüğü yer almaktadır. Bu kayıtlar dönemin Engizisyon mahkemelerinden sorumlu İspanya Kardinali Richelieu’nun günlüklerinde bulunmuş ve daha sonra Kraliyet akademisin arşivlerine aktarılmıştır. İspanya kralı III. Felipe, 22 Eylül 1609’da yayınladığı Sürgün Fermanı’yla, Müslümanlar’ın İspanya’yı terk etmelerini emretmiştir. 1609–1614 seneleri arasında Valencia, Granada, Murcia ve Mallorca şehirlerinden en az 500.000 müslüman İspanya topraklarına bir daha gelmemek üzere ile sürgün edildi. İspanya Kraliyet Arşivleri, (Real Academia de la Historia Boletin II.), Los moriscos españoles y su expulsión, Boronat y Barrachina, Pascual, Valencia. España, 1908. Tomo II. pg.125-135

1943’de Cezayir’de Ferhad Abbas önderliğinde bir grup, sömürgecilik döneminin sona ermesi, savasın bitiminde bağımsız bir devlet kurulması, yeni bir anayasa yapılması, Cezayirlilerin yönetimde etkin olması ve tüm düşünce suçlularının serbest bırakılması gibi maddeleri içeren bir teklifi kendilerine olmadık işkenceler yapan müttefik güçlere sundular. Müttefik güçlerle birlikte Almanya’ya karsı savaşan Cezayirliler, haklı taleplerinin müttefikler tarafından kabul göreceğini sanmışlardı. Oysa götürdükleri tekliflerin hiçbiri kabul edilmedi. Dahası, Cezayir halkı için yeni bir katliam kapıda bekliyordu.

8 Mayıs 1945’de II. Dünya Savası’nın sona ermesi vesilesiyle yapılan kutlamalar esnasında halk Cezayir bayrağı açınca, ortalık bir anda kan gölüne döndü. Fransız askerleri Cezayir bayrağı taşıyan kutlamacıların üzerine ateş açtı ve 40 kişiyi gözünü kırpmadan öldürdü. Bu vahşet bölgedeki diğer Müslümanlar arasında büyük tepkilere neden oldu, gösteriler büyüdü, Fransa ise buna karşılık vahşetin dozunu artırmaya karar verdi. Ordu birlikleri sivil halkın üzerine rasgele ateş açmaya başladılar. Sonunda, Amerikan kaynaklarının rakamlarına göre yaklaşık 45 bin Cezayirli Müslüman bu olaylar esnasında can verdi. Pek çoğu da yaralandı. Tarihe Setif Katliamı olarak geçen bu olayları takiben Fransızların kati ve baskıcı rejimi tekrar uygulamaya konuldu. Tüm siyasi faaliyetler yasaklandı. Binlerce Cezayirli hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklandı. Cezayirliler bir kez daha sömürgecilerin zulmünü acı bir tecrübeyle görmüş oldu.

Sömürgeci Fransa’ya karşı 7.5 yıl boyunca verilen bağımsızlık mücadelesi, ardında çok ağır bir bilanço bırakmıştı: 1.5 milyon Cezayirli Fransa’nın şiddet uygulamaları sonucunda yaşamını yitirmişti.

Peki bunca acı ile bağımsızlıklarını! Kazanan Cezair’in yetim çocukları atalarının bu acılarına sahip çıkmışlar mı? Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından Zinedine Zidane Fransız Milli takımının değişmez oyuncularından idi. Cezayir asıllı. O milli takımı bıraktığında son Dünya ve Avrupa Şampiyonu Fransa tepetaklak olmuş. Baskılar sonucunda Zidane milli takıma geri döndürülmüş. Lyon’un gol makinesi Karim Benzema ve Arsenal’in, geçmiş yıllarda Marsilya’dan transfer ettiği Samir Nasri. Bunlarda Cezayir asıllı. Kendi milli takımlarında oynamak yerine atalarına kan ve gözyaşı döktüren işgalcilerin milli takımlarında oynamayı tercih etmişler. Futbolun meşru olup olmamasından ziyade bu futbolcuların ruh hallerini anlamak adına bu örnekleri incelemek gerekiyor. Kahrolasıca Fransız katliamcıları kadar bu futbolcularda midenizi alt üst etmeye yetiyorlar.

Bu batılılar çok pişkinler… Yaptıkları şeyleri okudukça inanın bunların insanlıklarını sorgulamak gerekiyor.

Amerika ve batılıların korkunç katliamlarına rakamlarla birkaç örnek daha verebiliriz; Irak’ta ABD merkezli “Adil Dış Politika” kuruluşu Ekim 2006’da 1 milyon 213 bin 716 sivil ölüm saptadı. Londra Merkezli ORB ise Eylül 2007’de işgal yüzünden ölenlerin sayısının 1 milyon 220 bin 580 olduğu kanısında. Iraklılar gerçeğin bunun da üzerinde olduğunu düşünüyor. Bu rakamlar korkunç sayıları ifade ediyor. Ve bu katliamlar nedeni ile Irak’ta 5 milyon çocuk yetim kalmıştır. Bu çocuklara ne oluyor biliyor musunuz? Bu çocuklar yetim ve korumasızlar. Buralarda insan tacirleri, organ mafyası, açlık ve misyonerler kol geziyor. Misyonerler ne mi yapıyor. Geri kalmış ülkeler ve savaş bölgelerinde ki yetim kalmış bu çocukların ve ailelerin fakirliğini kendi amaçları için kullanan misyoner teşkilatları son zamanlarda özellikle yetişen nesli Hıristiyanlaştırmak için yeni bir metot geliştirmişler: Evlat edinme. Siyah Afrika’daki, Asya’daki ve Güney Amerika’daki fakir ailelerin çocuklarını alıp zengin Hıristiyan ailelere “evlat” olarak veriyor, sonra onların eğitimleriyle yakından ilgilenerek Hıristiyan olarak yetişmelerini sağlamaya çalışıyorlar. 1999 yılı içinde, bu şekilde evlat edindirme amacıyla geri kalmış ülkelerdeki fakir ailelerden 23 bin çocuğun alındığı konuyla ilgili haberlerde dile getirildi. Bu çocuklar ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, Avustralya ve İsviçre’ye götürülerek oralardaki Hıristiyan ailelere dağıtıldı. Bu konudaki bilgiler ise BM’in çocuklarla ilgili yan kuruluşu durumundaki UNICEF’in raporlarında yer alıyor.

Bir başka çilekeş İslam ülkesi Doğu Türkistan. Doğu Türkistan’daki katliamlar ise tüyler ürpertici düzeyde ve insanın bu rakamlara inanası gelmiyor.

Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler, yaklaşık 250 yıldır Çin egemenliği altında yaşıyorlar. Çinliler, bir İslam toprağı olan Doğu Türkistan’a “kazanılmış topraklar” anlamına gelen “Sincang” adını koydular ve burayı kendi toprakları olarak tanımladılar. 1949 yılında Mao önderliğindeki komünistlerin Çin’in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar eskisine oranla daha da arttı. Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Müslümanların fiziksel olarak imhasına yöneldi. Katledilen Müslüman sayısı çok ileri boyutlara ulaştı. 1949–1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin; 1952–1957 arasında 3 milyon 509 bin; 1958–1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin; 1961–1965 yılları arasında 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürüldüler ya da rejimin doğurduğu kıtlık sonucunda öldüler. 1965’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi çok yüksek bir rakama ulaşmış.

Çeçenistan bizlerin şu anda unuttuğu kardeşlerimizden. Çeçenistan’da geçmişte yaşanılan olayları şöyle bir hatırlayalım.

Rusya’nın Çeçenistan’ı 1991 yılındaki fiili işgali, merhum Cahar Dudayev tarafından bertaraf edilmesine rağmen, 1994 Kasım’ındaki ciddi tacizler aynı yılın 11 Aralık’ında fiili bir savaşa dönüştü. 100 binin üzerinde Çeçen bu savaşta hayatını kaybederken, 10 binlerce insan göç etmek zorunda kaldı.

1999 yılının Ekim ayında Ruslar, Çeçen topraklarına girerek, kadın, çocuk ya da yaşlı demeden acımasızca katletmeye başladılar. Aylardan beri sivil hedefler kesintisiz bombardımana tutuluyor. Halkın direnişini kırmak için de özellikle hastaneler, doğumevleri, çarşılar, mülteci konvoyları hedef olarak seçiliyor. Son olarak ise Ruslar’ın Çeçenlere karşı kimyasal bombalar, scud ve napalm füzeleri kullandıkları belirtiliyor. Bunun yanı sıra Ruslar birçok Çeçen köyünün kullandığı Argun nehrine zehir kattı. Zehirli sudan içen kadın ve çocukların büyük çoğunluğu ölürken, yüzlercesi de hastane kapısında ölümü bekliyor. Suların zehirlenmesi nedeniyle içecek ve kullanılacak su bulamayan sivil halk çok zor günler geçiriyor. Bu savaşlar esnasında Çeçenistan, nüfusunun dörtte üçünü kaybetti.

Çeçen mültecilerin durumu da endişe verici boyutlarda. Mülteci bölgelerinde yapılan incelemeler insan hakları ihlallerinin çok büyük boyutlarda olduğunu gösteriyor. Savaştan kaçan Çeçen mültecilerin iki yüz elli bini İnguşetya’da, diğerleri de komşu bölgelerde korunmaya devam ediyor. Bu kamplarda birkaç tanesi de Türkiye’de fakat mülteci olarak bile kabul edilmiyorlar. Bizim misafirlerimiz durumundalar. Yine sokak ortasında şehid ediliyorlar. Meydanlarda hiç kimse yok. Açlık sınırında yaşıyorlar. Neredeyse tamamen unutulmuş durumdalar. Bu bayramda hatırlanmayı bekliyorlar.

İşin en kötü yanı ise bu işe ortak olarak, bu eli kanlı katillere kimi Müslüman ülkeleri hava sahalarını açtı kimi Müslüman ülkeler askerlerini gönderip bizzat katliamlara ortak oldu, kimileri de muhafazakâr yönetimlerle halklarını bu canilere karşı gelme adına susturdular.

Aslında geriye doğru baktığınızda bu batılılar öyle şeyler yapmışlar ki Yahudi soykırımı falan sözde kalıyor. Bu soykırımların hesabı bu zalimlerden sorulamıyor. Hepsini çıkarsak burada bu yazıları sayfalar almayacak.

Tüm bunlar ortada iken ve Kur’an bizleri de uyarıyorken hala bu adamlar ile ilişkilerimiz devam ediyor. Bakın Kur’an bu zalimler ile olan ilişkimizin nasıl olması gerektiğini tarif ediyor ve onları nasıl anlatıyor.

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “inandık” derler. Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar…” (3/118–119)

Bizler birbirlerimizle kardeşler olamadığımız, Allah’ın ipine hep birlikte tutunmaya ikna olmadığımız sürece bu katliamlar her zaman olmaya devam edecek. Bu yüzden Allah’a adanmış kul olmak hem de Allah’a adanan evlatlar yetiştirmek zorundayız. Çokça ihmal ettiğimiz çocuklarımız ile ilgili olalım. Onlara düşmanlarını öğretelim. Şunu da anlamalıyız ki bizler; Emr olunduğumuz şeyi yapmamızı isteyen ve bu konuda sabır göstereceği sözünü veren evlatlara sahip değiliz. Çocuklarımızın İslam’a dair bir adanmışlığı, böyle bir şeyin farkındalığı, bilinci mevcut değil. Hatta iş noktaya varmış ki Müslüman ailelerin çocukları babalarının sözünü değil, anne ve babalar çocuklarının sözünü dinler hale gelmiş. Aileler çocuklarına olan merhamet ve sevgilerini kontrol edemiyorlar. O yüzdende çocuklarının isteklerinin İslam’a uygun olup olmamasını önemsemiyorlar. Çocuklarından bağımsız hiçbir İslami çalışma yapamıyorlar. İnşallah bu eksikliklerimizi görebilir hal çareleri üretebiliriz.

Ben tüm kardeşlerimizin Kurban Bayramını kutluyorum. İnşallah Rabbimize O’nun istediği şekilde kul olmayı başarabiliriz. İnşallah tüm ümmet barış ve esenlikli bir şekilde gerçek bayramlara erişebilir. Bu ancak Allah’ın yardımı ve bizim çabalarımızla mümkün olacaktır.

Ben yazımı bitirirken sizlerin de hafızalarında canlanacak olan bir şiirle sizleri baş başa bırakıyorum. Şiiri okurken o küçük kız çocuğunun ağlamaklı sesini de duyun lütfen.

Biz bu bayramda vurulduk.
Kocaman bir bomba düştü üzerimize.
Ben 12 yaşındaydım kardeşim 7
Ben görmedim annem çok ağlamış biz ölünce
İkimizin de küçücük elleri vardı.
Bulamadılar.
Yoksa mutlaka bırakırlardı kabrimize.
….
Biz bu bayramda vurulduk.
Küçücük bir kurşun değdi yüreğimize.
Meğer ölmek ne kadar da kolay bir şeymiş.
Amerikalı askerler gösterdiler hepimize
Yine de bir sevinç var içimizde
Biz öleceğiz ve daha güzel olacak dünya
Yoksa siz duyarsız Müslümanlar döner miydiniz sırtınızı bize
….
Biz bu bayramda öldürüldük
Yanlışlıkla bir tankın paletleri geçti üzerimizden
Mutlaka seyretmişsinizdir
Toprağa bulanan cesetlerimizdi onlar
Belki haber bültenlerinde de görmüşsünüzdür
Ben koşuyordum; kardeşimin ayağı takıldı
Onu kaldırmak istemiştim yerden
Görmediler…
Gözleri yok ki tankların
Yoksa öldürmezlerdi bizi
Yok… O kadar da cani olamazlar öyle değil mi?
….
Biz bu bayramda bomba ve kurşun yedik
Öyle can verdi bedenlerimiz
Gıyabımızda cenaze namazımızı kılsaydınız isterdik
Yaşarken zaten yanımızda değildiniz
Ama mutluyuz yine de
….
Biz bu bayramda evimizde değildik
Kurşun insan vücudunu delebilirmiş
Bir ev yıkıldığında mezara benzermiş
Yaralıları öldürmek hiç de zor değilmiş
O bildiğimiz tanklar var ya
Bir camiyi rahatlıkla yerle bir edebilirmiş
Hepsini gördüm
Ama, ama bir de siz görebilseydiniz
….
Biz bu bayramda annemizin elinden öpemedik
Yalnızca katledildik!!!
Siz yine de hoşgörüyle bakın her şeye
Kültürler arasında diyalog kurun
Aman ha! Sakın medeniyetler çatışmasın
Siz rahatlıkla yiyin ekmeğinizi
Biz birazdan öleceğiz
Üç günlük dünya
Bir de aç kalacak değilsiniz ya
….
Biz bu bayramda babamızın elinden tutup bayram namazına gidemedik
Ezanı da duyamadık hiçbirimiz
Şimdi bir ezan olup dolaşmak vardı uykularınızın üzerinden
Ama yine de ulaşamadı sesimiz
Çünkü bütün minareleri yıktılar
Bir de minareler çağırırken sizi
Rock müzikle dans ediyordu amerikan askerleri
İşte bir minare daha
Hadi yok edelim hepsini
Siz bayram ederken biz sonsuz bir uykuda bombaların sesini dinledik
Ruhumuz sessizce göğe yükselirken
Bir o kadar da sessizdi bedenlerimiz
Bu bayramda biz liderlerin kınadığı operasyonların isimsiz
kurbanları
Ve her zamanki gibi İslam aleminin adını saygıyla andığı şehitlerdik.
Şehitlerdik hepimiz…
….
Biz bu bayramda namert bir pusuya düşürüldük
Evde bekleyenimiz kalmamıştı
Ve kesmiştik ümidi kardeşlerimizden
Hayatla ölüm arasındaki ince çizgide bir hayal olup
kayboldu zayıf bedenlerimiz
Şimdi bir bayram daha yaklaşıyor
Allah’a adadığınız kurban niyetine binlerce kurban olduk
Erken bir ölümle hepimiz
….
Biz bu bayramda kalbimizden vurulduk
Ruhlarımızı kaplayan ve gittikçe dünyaya yayılan
Büyük bir utancın karanlığında “elveda” dedik hayata
Siz mutlu olun yeter ki
Ellerinizde vahşeti kınayan üç beş pankart
Ve yalnızca utancınızla dönen bunca dolaba
Ve yapılan denge hesaplarına nasıl dur diyebilirsiniz ki?
Ne yapabilir ki hayalet öfke operasyonlarının vahşete omuz veren hayaletleri
Yalnızlığınız ve çaresizliğiniz bizim yalnızlığımızla birlikte kaybolacak
Şimdi üzülmeyin
Hayalet öfkeye hayalet insan
Hepiniz üzüldünüz halimize elbette
Ve kederle yaktınız bir amerikan sigarasını
Derin derin içinize çektiniz,
Dumanında kayboldu yüzlerimiz.
Aslında siz bizi hiç görmemiştiniz…
….
Ene Zeynep,
Ene Fatıma,
Ene Aişe,
Ene Irak,
Ene Felluce.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *