Kur’an’ı anlama ve yaşama bilincine ulaşmış Müslümanlara büyük görevler düşmektedir.
Ramazanı bir festival ve ziyafet ayı modunda algılayıp böylece yaşayanlar az olmasa da, her geçen yıl daha çok insanın Ramazanın asli anlamını kavramakta olduğunu gözlemliyoruz. Anlamını, Kur’an’ın kendisinde inzal olmasından alan ve bu itibarla Kur’an ayı olarak nitelendirilen/nitelendirilmesi gereken Ramazanı bu gerçek hüviyetine sadık olarak ihya ve idrak etme noktasında artan bir bilinçlenme söz konusu, hamdolsun.
Esasında geleneksel dindar çevrelerde de Ramazanın Kur’an ayı olma vasfıyla irtibatlı bir atmosferin yaşanmakta ve yaşatılmakta olduğunu söyleyebilmek mümkün. Özellikle de kadınların Ramazanı mukabelelerle geçirdikleri, bu ayda Kur’an’ı hatmetmeye özen gösterdikleri kolayca gözlemlenebilen bir durum. İstanbul’daki çevremde de, Ramazanın ilk haftasını geçirdiğim köyümde de kadınların Kur’an’la yoğun irtibatını bir kere daha gözlemleme imkânım oldu.
Bununla birlikte bu irtibatın çoğunlukla Kur’an’ı anlama kaygısından uzak olduğunu, Ramazan boyunca aralıksız süren mukabelelerde, genellikle Kur’an’ın yalnızca Arapça aslıyla okunup anlamıyla irtibata geçilmediğini gözlemlemek de zor değil. Bu gerçek de, aslında yaygın bir Kur’an eğitimi işlevi görebilecek olan bu etkinlikleri ne yazık ki yüzeyselleştirmektedir.
Bu noktada, Kur’an’ı anlama ve yaşama bilincine ulaşmış Müslümanlara büyük görevler düşmektedir. Kur’an’ı elinden ve dilinden düşürmeyen ve fakat Kur’an’la irtibatı bilgi ve bilinç çerçevesinin çok uzağında bulunan, çoğunlukla onu anlamak gibi bir gündeme bile sahip olmayan insanımıza Kur’an’ın niçin indirildiğini ve nasıl bir kitap olduğunu anlatmamız gerekmektedir. Ellerinde mushaflar fevc fevc camilere veya komşu evlere yönelen kadınların gündemine Kur’an’ı anlama ve yaşama kaygı ve gayretini taşımak icap etmektedir.
Kadınların Kur’an’la yoğun bir şekilde irtibat kurmasını sağlayan bu etkinliklere Kur’an’ı anlama kaygısının taşınması, Kur’an’ın yaşayanlara hitap eden bir ölçüler manzumesi olduğu bilincinin aşılanması icap ediyor. Yıkıp dökmeden, tatlılık ve güzellikle insanların Kur’an’a olan ilgisini doğru yöne kanalize etmeye çalışmak önemli bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Bunun pekala mümkün olduğunu, insanımızın bu tür öncülüklere olumlu cevap verebildiğini bizler Marmara depreminin ardından Adapazarı’nda bizatihi tecrübe etmiştik. Çeşitli İslami kuruluşların öncülüğünde oluşturulan Sakarya Dayanışma Platformu gönüllüsü hanımlar, çadırlarda kalan depremzede hanımlarla her gün düzenli olarak toplanıp Kur’an’ı anlamaya yönelik dersler yapmaktaydı. Tıpkı köylerde ve şehirlerde olduğu gibi Adapazarı’ndaki çadır kentte de kadınlar ellerinde mushaflar olduğu halde fevc fevc Kur’an okunacak mekâna yöneliyor, halkalar oluşturup birlikte Kur’an okuyorlardı. Bu çalışmayı farklı kılan ise, merkezinde Kur’an’ı anlama çabasının bulunması ve Kur’an’ın anlamıyla ilgilenilmesiydi. Çadır kentteki sosyal yardım çalışmaları süresince bu dersler de devam etmişti.
Adapazarı örneğini şunun için aktardım: Toplumda var olan yanlış anlayış ve pratikleri eleştirmek tek başına sonuç veren bir yaklaşım değildir. Yanlışları eleştirmek kadar doğruları somut örnekliklerle ortaya koymak ve insanlara öncülük etmek de gerekmektedir. Hep yıkan fakat yıktığının yerine hiçbir şey koymayan, eleştiren fakat doğruyu müşahhas kılmayan bir yaklaşımdan titizlikle sakınmalıyız. Meşhur ifadeyle, karanlığın aydınlanması için bir mum olsun yakmayı bilmeliyiz.
Evet, Kur’an ayı Ramazan içerisindeyiz ve köylerimizde, kasabalarımızda, şehirlerimizde günün belli saatlerinde ellerinde mushaflarla Kur’an ayını Kur’an okuyarak idrak etmeye koşuşan kadınlara tanıklık ediyoruz. Bu okumanın çoğunlukla Kur’an’ı anlama kaygısından uzak olduğu, Kur’an’ın sadece Arapça aslından okunup öylece hatmedilmekle yetinildiği doğru. Yapılması gereken, özellikle kadınların Kur’an’la yoğun olarak buluşmasına vesile olan mukabele geleneğine Kur’an’ı anlama kaygısı aşılamaya çalışmaktır. Yakın çevremizden başlayarak bu konuda yapacağımız girişimlerin güzel sonuçlar doğuracağına inanıyorum.
Not: Bu yazı daha önce İslam ve Hayat sitesinde yayınlanmıştır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *