Açık konuşalım ve birbirimizi kandırmayalım; yaşanılan bu vahim tablonun aslı iktidar peşinde koşmaktan ve dünyayı kalıcı mesken edinmekten kaynaklanmıyor mu?
Çağdaş uygarlığın insanın tüm hayatını kuşatan belirleyiciliğini, tutsaklaştırıcı niteliğini ve bu çerçevede dayattığı her sonucu kabul eden bir insan tiplemesi olarak yaşıyoruz. Bu sistemi dayatan zihniyetin mutlaka suçu var, ancak onların sundukları bu hayata teşne olan, onların ayartmalarına katılan, iktidardan, maldan, mülkten pay kapmaya çalışan, kendisini, öteki olma kompleksiyle, ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtarmaya çalışanların hiç mi suçu yok? Açık konuşalım ve birbirimizi kandırmayalım; yaşanılan bu vahim tablonun aslı iktidar peşinde koşmaktan ve dünyayı kalıcı mesken edinmekten kaynaklanmıyor mu? Talepler, tatmin olmamış arzular, yerine gelmemiş istekler bu algı üzerinden sinirlerin aldırılmasına sebep olmadı mı? Bütün maharet, geleceğe dair dünyevi kazanımlar ve çocukların hayatlarını(!) garanti altına almaya adanmadı mı?
Bir zamanlar ayakları yere sağlam basan, topukları üzeri geri döndürülmekten korkan, yeryüzünde din Allah’ın oluncaya kadar çalışma azminde olanlar, bugün soft mesajlarla ve insani tepkilerle(!) hayata tutunmaya çalışmıyorlar mı? Vahiy kaynaklı bir hayat okumasıyla muhalif ve direnen bir dil oluşturulmaya çalışılırken gelinen noktada sistemle bütünleşmiş, muhalif zihniyetini iktidar nimetleriyle birleştirmiş, kazanımlarını kendinden bilme egosuna sahip kimlikler üretilmedi mi? Naif bir yeşilcilik propagandası güder gibi İslam davasını sulandırıp tatlı su balığı yetiştirmeye kalkmak ve bu yapılanlarla sorunların çözüleceğini, bunların yeterli çabalar olduğunu ifade etmek de neyin nesi? Artık vahyi, tevhidi, tağutu, haram ve helali konuşmak basit olmakla eşleştiriliyor, bunların hayata uygulanması bile hafife alınıyor. Nedeni bu kavramları üzerinde taşıyanların tarihi kimlikler olması ya da bu kavramların mitolojik olmasından mı kaynaklanıyor?
Okuyucunun hatırlayacağı Ta ha suresinde işlenen Samiri olayı bugün yaşananlara güzel bir örnek sunuyor. Musa peygamberin kavminden ayrılmasını fırsat bilen Samiri’nin yaptığı buzağının insanlar tarafından benimsenmesi gibi bugün de çeşitli vesilelerle üretilen buzağıların sesleri, renkleri, şekilleri ve çağrıları insanları etkiliyor, inandırıyor ve ateşe yönlendiriyor. Bugün Samiri’ler çeşitli araçlar vasıtasıyla, güç, bilgi, iktidar, mal ve mülkün insanların kendi yetenekleri, kendi çalışmaları ve azimleriyle elde edildiğine inandırırken muvahhidlerin çağrılarını Musa peygamberin Rabbini aramak için dağın yamaçlarına gitmesi gibi uzak ve gereksiz bir tavır olarak ele alıyor, bazen üstü kapalı bazen açıktan aşağılıyorlar. Samiri’nin dediği gibi önceden de tanrı bu çağrılan putlardı diyorlar, Musa’lara uyup çöllerde bir başımıza kalmayalım, acı, sıkıntı çekmeyelim, Musa’nın aradığı tanrı da bu buzağının içindedir diyor ve yığınları, kitleleri etkiliyor, inandırıyor, iman ettiriyorlar yeni tanrılara. Neden bugünün tanrılarını kızdırıp konforumuzdan olalım ki, neden sıkıntı çekip dünyayı mesken edinmekten vazgeçelim ki, mal, mülk edinmek varken neden infak edelim ki, eğlenmek varken neden cehenneme çevirelim ki dünyamızı?..
Samiri’nin böğüren buzağıyı ilah olarak sunması gibi, bu kalbi sökülmüş çağda da üretilen “böğüren buzağılar”ın sahipleri de insanlığa buzağılara kayıtsız şartsız iman etmelerini telkin etmektedir. Hani şu Hintlilere şaşırıp nasıl oluyor da ineğe tapıyorlar diyenler var ya, komiktir ama onlar kendileri iman eder bu buzağılara fakat kendilerini hiç bu konuda eleştirip hafife almazlar.
Günümüz Samirileri çeşitli gündem, kavram ve hayat formlarıyla sürekli insanların yönünü değiştirmeye uğraşıyor, insanları tutkularının, ihtiraslarının esiri haline getirerek Allah’tan uzak tutmaya çalışıyorlar. Bu buzağıyı yeşil veya kırmızı bayrakla ortaya sürüyor, bu sistemin insanlığın ulaşabileceği en ideal yönetim olduğunu söylüyorlar. Buna inanan yığınlar bir kenara, bir zamanların Kur’an merkezli İslam algısını oluşturmak için çaba sarf etmiş olanlar ise şimdi cari sistemi Kur’an’dan delillendirmeye, İslam’da bunların da olduğunu Müslümanlara yutturmaya çalışıyorlar. Yani Samiri’nin buzağısının içinde Musa’nın tanrısı da var demesi gibi mevcudu övüyor, yüceltmeye çalışıyorlar. Batı’nın kurucu paradigmalarını(insan hakları, özgürlük, sekülerizm, demokrasi vb.) şemsiye kabul edip İslam’ı bu şemsiyenin altında bir yere oturtmaya çalışıyorlar. Maslahatlar, itikadın yerini alıyor, iman bulandırılmaya çalışılıyor, Kur’an tarihselleştiriliyor, din vicdanlara hapsediliyor; hem de kendi muvahhid olarak tanımlayanlar tarafından. Kalplerine buzağı sevgisi yerleştirmek yetmiyormuş gibi birde bunu sistematik hale getirip insanları da bununla amel etmeye davet ediyorlar.
Sığınmacı, uzlaşmacı, konformist, diyalogcu bir tutumu Kur’an’ın kesin ve tek hükmüymüş gibi sunarken bunu çeşitli buzağılarla insanların önüne koyuyor çağdaş Samiriler. Kapitalist, tüketimci, hedonist ve emperyalist projeleri Müslümanların büyük düşüneceğini iddia ederek Kur’an-i bir akla bağlamaktan çekinmeyenler “yeryüzünde din Allah’ın oluncaya kadar” ayetini hayatlarına kılavuz edemiyorlar. “Paranın dini imanı yoktur” gibi bir garabetle insanları kapitalizm buzağısının ayaklarının altına atmaktan çekinmiyorlar. Dünyanın çeşitli yerlerine özgürlük, demokrasi, rahat ve huzur adlı buzağılar taşıyan Samiriler gittikleri her yere zulümlerini taşıyorlar, hem de Allah rızası adına. En temel insani ihtiyaçları(yemek, giyinmek, barınmak) karşılamayı bile umursamayan Samiriler her yere AVM’ler açarak insanları tüketim çılgınlığına itiyor, bu tüketimi sağlayacak para, mal ve mülk için insanların her şeyi yapmalarını, Allah’ı hayatlarının içinden çıkarmalarını sağlamaya çalışıyorlar.
Samirilierin bu buzağılarına tapmayıp tıpkı Musa ve kardeşi Harun gibi Allah’a kul olmaya çalışanlar marjinal olmakla suçlanmaktadırlar. Samiriler, Tekasür suresinin muhatapları olarak mal, mülk ve çocuklarının(yani bağlılarının) çokluğuyla övünüp muvahhidlerin azlığıyla dalga geçip onları hafife almaktadırlar. Muvahhidlerin andıkları Rablerinin kendi sundukları yönetim tarzı, hayat tarzı, ekonomi modeli, kültürel kodların içinde zaten var olduğunu ifade ederek muvahhidlerin bunu unuttuklarını ve kendilerinin onların görmediklerini gördüğünü iddia etmektedirler. Tevhid dinine karalamalar yapıp terörist, radikal gibi olumsuz kavramlarla bulanıklaştırarak vahşi bir dünya oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Allah’ın dinine karşı yeni dinler oluşturan Samiriler ve bu buzağı üreticilerine inanıp tabi olanlar, unutmayınız ki Allah, Kur’an’da kovulmuş şeytana “senin seçkin-mü’min kullarım üzerine hiçbir etkin yoktur” demiştir ve bu çağdaş Samiriler ancak ahmakları kendilerine secde ettirebilir.
Selam olsun İslam’a tabi olana ve Selam olsun Allah’a kul olanlara.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *