Kavmiyetçilik ve bir kavmi kimlik üzerinden tektipçi bir toplum inşasını öngören ulusçuluk ideolojisi, yüce Allah’ın “tanışma vesilesi” olarak var ettiği etnik farklılıları, sonu gelmez bir çatışma alanına çevirmektedir.
Ulus-devletin ikamesinden bugüne süregelen Türkçü devlet politikaları toplum katmanlarında büyük sorunları beraberinde getiren kırılma ve ayrışmalara yol açtı. Özellikle Müslüman Anadolu toplumu içerisinde önemli bir yere sahip olan Kürtler’in kavmi kimliğine yönelik inkarcı ve baskıcı politikalar, sistematik olarak uygulana geldi. Bu da Kürtçü reaksiyonu beraberinde getirdi.
Emperyalist güçlerin taşeronu ideolojilerin yol açtığı ve derinleştirdiği bu kırılma ve ayrışmanın, yine bu ideolojiler güdümünde kavmi asabiyet ekseninde çatışmaya dönüştürülmesi ise sorunun daha da büyümesini ve kitlelere sirayet etmesini sonuç verdi.
En büyük hedef ve iddiası “Ümmetten ulus yaratmak” olan Kemalist sistem, Osmanlı bakiyesi Anadolu topraklarında bu hedefini gerçekleşebilmek için birçok insanlık suçuna imza atmıştır. Batıdan esen ulusçuluk ideolojisinin etkisiyle Kemalist kadroların kafalarında şekillenen “Türk ulusu” şablonu, tepeden inmeci yöntemlerle topluma dayatılmak istenmiş ve yüzyıllarca farklılıklarıyla bir arada yaşamayı başarmış bir toplumu ulusçu ideolojinin teptipçi kalıbına sığdırmak adına çeşitli provokasyonlar tertiplenip baskı ve sindirme politikaları uygulanmış, gayr-i müslim topluluklar tamamen dışlanıp göçe zorlanırken, başta Kürtler olmak üzere farklı etnik gruplara yönelik inkâr ve asimilasyon politikaları devreye konulmuştur. Bu politikalar, baskı ve katliamları da beraberinde getirmiştir.
Kemalist sistemin ektiği bu fitne ve fesat tohumları zamanla toplumsal katmanlarda da etkisini göstermeye başlamış, toplumlar arasında birbirlerien karşı önyargı ve hasımlıklar oluşmaya yüz tutmuştur. Geçmişte İslam kardeşliği şemsiyesi altında bir arada sorunsuz yaşamayı başarmış olan Türk ve Kürt kavmine mensup insanlar arasında bugün bu olumsuz etkileri kolaylıkla müşahede etmek mümkündür. “Kürtler kaba insanlar”, “Türkler barbar insanlar”… gibi saçma sapan genellemeci nitelemeler sıkça rastladığımız yaklaşımlar haline gelmiş bulunuyor.
Oysa, geçmişte (ve “İslamsızlaştırma politikaları”nın etki edemediği ölçüde halen) İslam ortak paydası altında bir arada kardeşçe yaşamış ve kavmi kimliklerini, Kur’an’da dile getirildiği üzere bir tanışma vesilesi olmaktan öte bir iddiaya dönüştürmeyi aklından bile geçirmemiş olan Müslüman Anadolu toplumu, ulusçu akım ve politikaların yaygınlaşmasına kadarki yüzyıllar boyunca kendi arasında olduğu kadar Ermeni ve Rumlar gibi gayr-i Müslim komşularıyla da bir arada sorunsuz yaşamayı başarmıştır.
Bu konuda şu iki alıntıyı okumamız sanırım faydalı olacaktır:
Daha önce de birkaç vesileyle değinmiştim. 2004 yılı 17 Aralık tarihli Zaman gazetesinde Etyen Mahçupyan, “Ermenistan İzlenimleri” başlıklı bir yazı yayınlamıştı. Mahçupyan, Doğu Konferansı gezileri çerçevesinde ilk kez gitme fırsatı bulduğunu söylediği Ermenistan’ın başkenti Erivan’dan ilginç anektodlar aktarıyordu yazısında. Bu anektodların en dikkat çekeni ise şu cümlelerde dile getirileniydi: “…Dinsel farklılıklar Ermeni toplumu içinde hiçbir zaman bir ‘sorun’ olmadığı gibi, 1915 sonrasında İslam’a yönelik sempati daha da artmış. Çünkü Ermenilere göre tehcir olayının sorumlusu Türk milliyetçiliği iken; Müslümanlar ve Araplar Ermenilere yardımcı olan kara gün dostları olarak kabul edilmekteler…”
Diğer alıntımız ise işgalci İsrail vatandaşı Uri Avnery’nin, 29 Eylül 2006 tarihinde “Dünya Bülteni” sitesinde çevirisi yayınlanan “Papa yanılıyor, Hıristiyan ve Yahudiler İslam’a minnettar” başlıklı yazısından:
“…1099 yılında, Haçlılar, İsa adına Kudüs’ü işgal etti ve Müslümanları, Yahudileri ayrım gözetmeksizin katletti. Ancak, Filistin’in 400 yıl boyunca Müslümanlar tarafından yönetimi sırasında, Hıristiyanlar hâlâ ülkenin çoğunluğunu oluşturuyordu. Bu uzun dönem boyunca kimse onları İslam’a geçmeye zorlamadı. Haçlıların ülkeden ayrılması sonrasında, yerleşimcilerin çoğu Arap dilini ve Müslüman inancını seçti ve bugün onlar mevcut Filistinlilerin ataları. Ek olarak, İslam’ı Yahudilere empoze etme gibi bir çabanın da kanıtı hiç olmadı. Çok iyi biliniyor ki, İspanya’daki Müslüman yönetimi altında Yahudiler, neredeyse günümüze kadar yaşadıkları en güzel ve rahat dönemlerini yaşadı…”
Bu iki alıntı, faşizanlaşma eğiliminin giderek tehlikeli boyutlara ulaştığı günümüz dünyası için çok şey anlatıyor olsa gerek.
İslam, Müslümanlar arasında İslam kardeşliğini, tüm insanlar arasında da mutlak adaleti tesis etmeyi bağlılarına emreden cihanşümul bir dindir. İslam’ın adalet anlayışı, asla nalıncı keseri gibi kendine yontmaya müsait değildir. Müslümanlar, “ana babaları ve en yakınlarının aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olmakla, haklarında şahitlik yaptıkları zengin veya fakir de olsalar adaletten ayrılmamakla” mükelleftirler. (Nisa 4/135)
İslam, toplumların kavmiyet ve sınıf asabiyetine dayalı örgütlenmesini yasaklamıştır. Tüm insanları Allah’ın dini etrafında bir araya gelmeye çağıran ve toplumları ırk ya da sınıf ekseninde değil, iman kardeşliği ekseninde topluca Allah’ın ipine sarılmaya davet eden İslam, kavim ve sınıf asabiyetine dayanan dünya görüşlerini yeryüzünden kaldırmayı ve inanç kardeşliğine dayalı cihanşümul bir adalet düzeni ikame etmeyi esas almıştır.
Kavimler ve diller ancak birbirimizle tanışmamız için var olan Allah’ın ayetleridir. Rabbimiz bunu şu şekilde haber vermiştir:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, takvaca en ileri olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 49/13)
Oysa kavmiyetçilik ve bir kavmi kimlik üzerinden tektipçi bir toplum inşasını öngören ulusçuluk ideolojisi, yüce Allah’ın “tanışma vesilesi” olarak var ettiği etnik farklılıları, sonu gelmez bir çatışma alanına çevirmektedir.
İslam, insanları hep birlikte Allah’ın ipine sarılıp kardeşler olmaya çağırırken, kavmiyet asabiyeti doğası gereği insanlar arasında kavim ekseninde çatışmayı körüklemektedir.
Uzun sözün kısası: Bugün yaşadığımız topraklarda yaşanan Türk-Kürt eksenli farklılaş(tır)ma ve çatışmanın ve bununla birlikte yükselişe geçen karşılıklı faşizanlaşma eğilimlerinin yegane alternatifi İslamlaşmadır.
(Bu yazı, 2006 yılında kaleme alınıp yayınlanan yazının güncellenmiş halidir.)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *