Eh, artık akıllı geçinmekte yoktur üstümüze, uymayanlar kabullerimize Foucault’un delisidir gözümüzde.. Ne yaparsın, göremiyoruz evrenin, kainatın sahibini, çizdiği tabloda!
Çok severiz beylik laflar etmeyi, üst perdeden bakarız hayata ve insanlara.. Tebliğ ederken bilgiçliğimizi, Nietsche’nin üst insanını bedenleştirdiğimizi düşünmeyiz hiç..
Öldürmüşüzdür Tanrı’yı yeryüzünde, 632’den bu yana uyuma modundadır artık O’ başka âlemde, kimilerine göre; her ne kadar kastımız o değil deseler de!
Yorulmuştur çünkü Hz. İsa’ya kadar yeryüzünü şekillendirirken, cezalandırırken insanları mucizelerle; yok ki peygamber, niye gerek duysun mucizelere dercesine, yine kimilerine göre!
Kıssa diye, harfi harfine anlatmıştır Kur’an’da, her ne yaşanmışsa son nebisine, çekilmiştir köşesine artık O’, rasyonalist denilenlere, tarihiselci diye bilenlere hak verircesine!
Öyle diyor birileri, kullanıyorlar biteviye, kendilerine rağmen olanlara, kendilerine reva görmedikleri kavramları, ellerinde ıstampa mühür yakıştırıp yapıştırmak için; yaratıcının eylemlerini tasnif etmeyin, ad koymayın, O’ her zaman aktif, O’ her zaman faal diyenlere!
Hermeneutik diye tutturmuşuz yerli yerince 1400 yıl öncesine vakıf olmak için ama anlamı buharlaştırmışızdır bir kere, on dört asır bu, dile kolay ama eğlence değil, empati!
Kimin üstüne vazife, Tevrat, Zebur ve İncil’den kinaye?
“Bulantı” gelmiştir artık bu tür tartışmalardan, düşünceleri Sartre Sarte kesmekten, 1400 yıllık kadim kültürün denizinde kulaç atmaktan, devasa kütüphanelerin tozlu rafları arasında, allamelerin zanni kabullerinin içinde ilahi iradeye ait kasd-ı mütekellimi ararken..
Varoluşsal gerçekliklerden haberdar olmaya çalışırken kendi adımıza, yaprak gibi rüzgarın esintisine kapılmamaya gayret gösterirken inadına; direnirken düşünsel baskılara, düşünce zorbalarına karşı, kadere iman etmemek , “yazgı”ya karşı gelmek diye tarif etmişizdir bu tür “sallama”ları..
Bak ben diyor muyum onlara, “sizi gidi fatalistler sizi” diye?!!
Soyunduk ya ilahlığa, hâşâ, fırsattan istifade, bir bir hüküm salarız âlem-i cihana.
Eh, artık akıllı geçinmekte yoktur üstümüze, uymayanlar kabullerimize Foucault’un delisidir gözümüzde.. Ne yaparsın, göremiyoruz evrenin, kainatın sahibini, çizdiği tabloda!
Sahi, akıllı geçinenler, Hz. Resul’e de mecnun diye söylenmişlerdi vakti zamanında, üstüne alınma sakın ha, ben de deli miyim diye şimdinin zamanında..
Çok mu “salladım” ne?
Yoksa ,“üst insan, üst ben, süper ego” ve ”Tanrı’yı öldürmek” bu değil miydi?
Olsun, var olmanın güya bilinciyle “Ben yaptım oldu!” demiyor mu nasıl olsa herkes..
“Ne diyorsam o!” havasında değil mi hazretler?
La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim..
Neuzubillah, estağfurullah..
Demezsem şayet, sığınmazsam âlemlerin Rabbine gönderirler beni dostlar cehennemin ta derinine, bu yazdıklarım nedeniyle! Anlamazlar mecazdan, metafordan, kinayeden, betimlemeden, tasvirden, istiareden, intaktan; anlamam dilden, çakmam edebiyattan dercesine!
Hoş, ben de anlamam ya neyse; ama anlayanlar ne güne duruyor, boşuna mı okuyoruz “sallamacıları”, sallamayanlara inat, akıntıya karşı kürek çekercesine?
Güya sallamayanlar kendi istedikleri gibi konuştururlar da vahyi, kendi diledikleri gibi yorumlarlar da Kur’an’ı harfi harfine; işte Kur’an, işte şöyle, işte böyle diye hava basarlar âlem-i cihana.
Hele bir aksini söyleyiver de gör, kimmiş kâfir, sapık, fasık; kimmiş münkir, kimmiş müşrik!
Neo-mutezile, rasyonalist, pozitivist, modernist, reformist vs. kimlermiş!
Müslüman, Mü’min kavramları kendileri için vahyedilmiştir, onları tarif için inmişlerdir gökten, Hz. Resul onları işaret etmiştir Mekke’den Medine’den; kendi cemaatlerine mensup olanlar, kendileri gibi tıpatıp, tıpkısının aynısı düşünenler içindir; onlara itiraz etmeyenler, eleştirmeyenler, kuzu mu kuzu, teslim olanlar içindir!
Şimdi sorayım sana can dostum (selim aklım diyemeyeceğim, alimlere, peygamberlere mahsusmuş çünkü) kıt aklım yetmiyor, belki sen bilirsin diye.. Çokbilmiş Müslüman kardeşler kendilerine verilen nimetin şükrünü, onun bunun din anlayışının önünde bekçi gibi durarak mı, beğendiklerine yol verip, beğenmediklerini tamuya göndermekle mi eda ediyorlar? Tebliğ, Hakk’a, hukuka, adalete, hakikate çağrı; özgürleşme, özgür irade, bireyden cemaate, cemaatten topluma, toplumdan ümmete gidiş o gidiş bu mu oluyormuş?
He güzel dostum ne dersin?
Bu kardeşler, doğsalardı Afrika’nın ormanlarında, olsaydı anaları babaları yerli, doğsalardı Avustralya’da Aborjinlerin arasında yine böyle ahkâm kesebilirler miydi sahi; önümüze kerameti kendi önyargılarından, zanlarından menkul ilkeleri dayatırlar mıydı, bilirler miydi prensip filan?
Farkındayım, sıralarlar hemen Eşari, Maturidi, yoksa vahiy tabii ki fetret, sonra toprak deyiverirler, eh bu da bir şey diye lütfederekten!
Doğsalardı beş vakit cümbüş, kemane, darbuka çalan evlerde, roman vatandaşlar arasında ömür sürselerdi bir hayli zaman, çiçek, mendil satmaya icbar edilselerdi yokluktan, fukaralıktan; ibadet niyetine çalınan sazlar eşliğinde kulaklarına üflenseydi isimleri; altı ayda bir şehre inilen canım yurdumun yaylalarında açsalardı gözlerini bu dünyaya sahi din diye, ahkâm diye, farz, sünnet, muhkem, müteşabih, siyak, sibak, mezhep, hırka, fırka, mücessime, müşebbihe, neo-mutezile, haricilik, batınılik, rafizilik, imamiyyye, şia, ehl-beyt, ehl-i sünnet, şeriat, tarikat, hakikat, marifet, cemaat, yapı bozumculuk, bağ bozumculuk, izafiyet, üstümüze afiyet, görece rehavet diye konuşup dururlar mıydı bu dostlar, bilirler miydi kavram, bağlam, kontekst, sentaks, aman Allah’ım ne bu kompleks?
Yaratıcının lütfuyla var oldukları bu coğrafyada hazır önlerinde bulundukları gelenekten beslenerek Müslüman oldular da şimdi geleneği beğenmiyorlar hazretler?
Hani derler ya civciv bu, çıktığı yumurtayı beğenmezmiş; bir bilmişler, bir bilgiçler ki sorma aziz dostum, meğer bizimkiler de öyleymiş!
Harbiden ben de beğenmiyorum gelenek melenek ne ise ama ne var ki Kur’an okuyarak Müslüman olmadı bu millet, asırlardır da okumuyorlardı hürmetine yaldızlı kılıflarda saklayarak, o yüzden yazmış olmalı şiirlerini M.Akif; ama okunan ezanlardan, senede bir tutulan oruç ve kılınan teravih namazlarından, haftada bir kılınan Cuma namazlarından mülhem suflelerden etkilenerek; etkinin tesiriyle düşünerek, düşüncemizi fıtratımızda mündemiç olan değerlere yönlendirerek ve tabii ki Rabbimizin lütfuna şükrederek iman etmiş anam babam, çevremizdeki insanlar ve tabii ki eskiler ve o eskiler muhafaza etmişler değerleri, değersizleri de; sakın ha, kaçırmayalım bir şeyleri, ola ki yarın lazım olur diye!
O sebeple kuşanmışlar eskiler, Haçlı tasallutuna karşı yüklenmişler kazma küreği, çıkmışlar meydane, hepsi birbirinden merdane, kulak vermişler hutbelere, okuyanlar hasbi olmasalar da kendi hasbilikleri adına, fisebilillah, Allah için İstiklalin mücadelesini vermişler yurdumun gazileri, şehitleri; İsmet abimin kulakları çınlasın, sanki ona yazılmış M. Akif’in İstiklal marşı, hayırlı olsun milletin yeni amentüsü, Fatihanın şerhi!.
Geleneği beğensen ne, beğenmesen ne; böyle işte, içindeyiz işte kaç kaçabilirsen?
Peygamber de gelmeyecek nasıl olsa, nasıl olsa söylenmiş her şey Hatem’ül enbiya nevinden.. Rüyalarına girse de Hz. Muhammed bazılarının; kimilerinin yazılarını tashih ediyor olsa da Hızır, kurtarmaz bizi bu tür söylenceler, haberimiz olsun en gerçeğinden!
Şaka bir tarafa, içinde acı gerçekler barındırıyor olsa da; benzese de dediklerimiz birilerinin sözlerine, şaşı kalkıp şaşırmadık çok şükür, hepimiz için fi emanillah!
Ne demiştik? Geçmişte had bilmedik, ukalalık yaptık, eleştirdik, yerden yere vurduk geleneği, geleneğin mensuplarını; “sen onlara şedit davransaydın durmazlardı yanında, dağılırlardı etrafından” düsturuna; sözlerin en güzeliyle hitap etmeyi tavsiye eden kavillere rağmen kırdık gönülleri ama şimdi neuzubillâh, tövbe estağfurullah modundayız, öyleler selim akılla düşünenler ve a dostum sen de öylesin, kaçmaz gözümden, severim söylenmiş sözleri en harbisinden, en hasbisinden..
Demesinler şimdi birileri, “Geldin mi bizim köye? ” diye sevinmesinler boş yere!
Kastımız sahih olanına, yoksa kim bakar sahiden uyduruk mu uyduruk geleneğe?
İşe bak!
Nerden nereye!
Deselerdi bana bundan evvelsi, söyleyeceksin sen de bunları bir eserdim, bir gürlerdim ki!
Ne demiş eskilerden bilmişler, tecrübe yenilen kazılan bileşkesiymiş!
El hak doğru sayın dostum..
Doğru ki bağırıyoruz bas bas, kah bariton, kah tenor cinsinden seslerimizle, dost bildiklerimizden, kardeş edindiklerimizden yediğimiz kazıklardan kinaye, kimilerine vızıltı gelse de; kaldık dostun en güzeline desenize..
E, madem öyle kal selametle..
Dur, gitme hemen, diyeceklerim çok sana evvel emirde..
Vurgu eksikliği, düşünce tutarsızlığı var desen de..
Beğensen de beğenmesen de..
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *