Bir garip işler

Bir garip işler

Sahi biz, referandum sürecine çekince koyarken, teyakkuzda olmamız gerektiğini söylerken ne diye suçlanmıştık? Şu Ergenekonculuk, darbe severlik, radikalcilik muhabbetleri ne içindi?

Bu işlerde bir gariplik var ama ne?

Dün şöyleydi:

“30 Ağustos 2010 Pazartesi..

AKP: Darbeciler her şartta yargılanacak

Muhalefetin seslendirdiği 12 Eylül darbecilerinin zaman aşımı nedeniyle yargılanamayacağı eleştirilerine AK Parti internet sitesine koyduğu bir açıklamayla yanıt verdi.

Referanduma doğru muhalefetin iktidar partisine yönelik en önemli eleştirilerinden biri, anayasanın geçici 15. maddesiydi. Muhalefet, 15. madde kaldırılsa bile 1980 darbesini yapanların yargılanamayacağını savunuyor.

AK Parti, muhalefetin seslendirdiği bu eleştirilere bugün bir açıklama yaparak yanıt verdi.

Partinin internet sitesinde yer alan açıklamada ‘12 Eylül darbecileri her hal ve şartta yargı huzuruna çıkarılacak’ ifadesi dikkat çekti”..

Bugün de böyle:

9 Şubat 2011..

“Anayasa referandumu süresince aleyhte söz söyleyenleri darbe yanlısı olmakla suçlayan AKP’nin oylarıyla, darbecilerin yargılanması için teklif edilen yasa reddedildi!..”

“Referandum gerçekleşene kadar sık sık ‘darbecilerle ve darbe dönemiyle hesaplaşmak’tan söz eden AKP, 12 Eylül darbecilerini yargılanmasına ‘hayır’ dedi..”

“Meclis’te BDP Milletvekili Hasip Kaplan’ın darbe yapanların yargılanmasına ilişkin kanun teklifinin gündeme alınması oylaması MHP ve AKP’li vekillerin oylarıyla reddedildi..”..

Sizce de bu haber/yorumlarda bir gariplik yok mu?

Sahi biz, referandum sürecine çekince koyarken, teyakkuzda olmamız gerektiğini söylerken ne diye suçlanmıştık? Şu Ergenekonculuk, darbe severlik, radikalcilik muhabbetleri ne içindi?

???

“Silahlı Kuvvetlerine yönelik, işte ‘kartondan bir kâğıtmış*’, öbür taraftan ‘ABD içini oymuş oymuş’ diye, orduyu** adeta Amerika’nın yönetimine, Amerika’nın idaresine vermiş bir havada gösterme anlayışı bir suçtur… Ve şu anda da Zonguldak böyle bir işi başlattı. Ben de buradan aynen bu suç duyurusunu ilan ediyorum. Ben de buradan özellikle TSK bizimle ilgili bir kuruluştur, dolayısıyla bu suç duyurusunu yapıyorum. Gereğinin yapılması lazım.. Bu karşılıksız kalamaz.. Bu karşılıksız kaldığı anda TSK ile futbol topu oynar gibi oynarlar. Bunun bedeli ödenmelidir, ödettirmelidir. Kimse burada demokratik süreçle bunu iç içe koyamaz. Hiçbir zaman, TSK’yı, biz herhangi bir ülkenin yönettiği veya içini boşalttığı gibi bir yaklaşıma prim veremeyiz. Bir ‘karton kutuya’ benzetme olayına prim veremeyiz, vermemeliyiz. Buna yönelik adımların da özellikle savcılarımız tarafından atılmasının gereğini burada özellikle vurguluyorum.”  şeklindeki sözlerle, fırsat bu fırsat dercesine Süheyl Batum hakkında suç duyurusunda bulunması!

Keza Bülent Arınç’ın da!

Daha dün bu tür suç duyurularından mağdur ve mahkûm olmuş, partileri kapatılmış insanların, üstelik biteviye demokrasiden, düşünce ve inanç özgürlüğünden, ifade hürriyetinden dem vuranların, bugün başkaları için kendilerine benzer süreci yaşamalarını istemeleri şaşırtıcı değil midir?

“Laikliğe, Atatürk’e karşılar; Şeriat devleti kuracaklar.. Bakmayın siz onların demokrat göründüklerine, özgürlük taleplerine.. Onların niyetleri başka! ” diyerek her söz ve eylemlerinde Anayasayı, M. Kemal’i, TSK’yı tahkir ve tezyif etmeyi, Şeriat devleti özlemini çıkaranlardan muzdarip olanların, şimdi gelip duracakları yer burası mı olmalıydı?

Şimdi bütün bunlardan birileri S. Batum’a, CHP’ye güzelleme yaptığımızı çıkarır ama neyse!

Lakin bu işlerde bir gariplik olduğu da ortada ama ne?

***

Bir başka tuhaflık da Mısır’da ve diktatör H. Mübarek’in gidişinden sonraki gelişmelerde..

Ama önce Türkiye’den birkaç hatırlatma..

27 Mayıs 1960 Darbesi:

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçeleri  ileri sürülerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subayın 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine el koyması..

12 Mart 1971 Muhtırası:

“Anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar, Atatürk’ün hedeflediği istikametten sapılması ve TC’nin geleceğinden endişe duyulması..” gibi bir öncekine benzer gerekçelerle mevcut hükümetin uyarılması ve zamanın Başbakanı Demirel’in istifasından sonra Nihat Erim başkanlığında ara rejim kurulması..

12 Eylül 1980 Darbesi:

”Siyasi iktidarsızlık, siyasal ve toplumsal şiddet olayları, ekonomik iktidarsızlık ve dış siyasi etkenler..” gibi başlıklarla yorumlanan ve nihayetinde yönetime TSK’nin yani K. Evren’in el koyması..

28 Şubat 1997 Darbesi ve  27 Nisan e-muhtırası:

Daha çok irticai gerekçeler üzerine bina edilmiş asker müdahalesi..

Anlaşılacağı üzre bütün bu darbe ve muhtıraların ortak gerekçeleri yani bahaneleri sosyal ve siyasi istikrarsızlık, ekonomik çöküntüler ve tabii ki irticai faaliyetlerdir..

Her ne kadar asker ara ara yönetime el koysa da ileriki aşamada vaat edilen şudur: “Hedef Atatürk ilke ve inkılâpları istikametinde inşa edilecek daha ileri bir demokrasinin ikame edilmesidir!”..

İşte Mısır’da yaşananların, buradan bakıldığında geçmişi itibariyle zaten asker olan bir diktatöre karşı gelişen halk ayaklanmasının akabinde gelinen nokta ve yine askerin ülke yönetimine el koyarken ileri sürdüğü gerekçeler, ne kadar da benziyor Türkiye darbe ve muhtıralar tarihindeki bahanelere!

Yani istikrarsızlığa son verme ve asker vesayetinde ileri demokrasiye geçmek iddialarına!..

“Yaklaşık otuz yıllık zalim H. Mübarek yönetiminde sosyal ve siyasal istikrarsızlık kontrol edilemez hale gelmiş, yolsuzluk ve yoksulluk da almış başını gitmiş, ekonomi zaten iflas etmişti..

Ve bu yüzden halk sokaklara, meydanlara çıkmış, ülkede daha bir kaos söz konusu olmuştu..

Ve şimdi Mısır’da da bu sebeplerle askeri konsey yönetime el koydu ve iddia edilen o dur ki altı aylık bir süre sonunda veya seçimlerden sonra daha ileri bir demokrasiye geçiş yapılacak ve böylelikle istikrar sağlanacak!”.

Söylenenler, iddia edilenler bunlar değil mi?..

Zaten ABD’nin, zaten Türkiye’nin yani AKP’nin, HAS partinin ve diğer partilerin tavsiye ve temennileri de Mısır’da çağdaş toplum olmanın gereği ileri demokrasinin ikame edilmesi değil midir?

Tekrar sorayım, bu işlerde bir gariplik yok mudur?

Halkın zulümlere karşı haklı olarak gösterdiği tepkiye, yine haklı gerekçelerle “bu bir halk devrimidir” diye dikkat çekenlerin, gelinen nokta itibari ile yönetime askerin el koymasına, yasakların başlatılmasına, anayasanın ve parlamentonun dondurulmasına ki orada da laiklik, çok partili parlamenter rejim söz konusu olduğunda, itirazi anlamda bir şeyler söylememeleri tuhaf kaçmıyor mu?

Öyle anlaşılıyor ki bizim için bu yaşanan olaylara istinaden yazılıp çizilenlerden, yapılan tartışmalardan sonra TSK’nın varlık sebebini darbe gerekçeleri ile sorgulamak, her darbe ve muhtıra sonrasında yeniden formüle edilen demokrasiye “Tu kaka!” demek anlamsızlaşmıştır!

Çünkü Türkiye’de de ordu darbelerle çatışmalara, kardeş kavgalarına, cinayetlere, kısır siyasi çekişmelere dur demiş, muhtıralarla da iktidardaki parti ve taraftarlarını hizaya çekmiş ve istikrarı sağlamanın akabinde de görevi her zaman sivillere devretmiştir!

Bu saatten sonra yani bilirkişilerin yani İslam düşüncesi nokta-i nazarında iddia sahibi olanların dediği bu olduktan kelli bize düşen şey Asker vesayetine, demokrasi vb. ideolojilere eleştiriye son vermek ve geçmişte söylediklerimizden dolayı derhal, behemehal nedamet duymaktır!..

Artık 27 Mayıs ve 12 Eylül öncesi sokak ve meydanlarda yaşananlara, cinayetlere, dökülen kanlara, faili meçhullere ilişkin komplo teorileri iflas etmiştir!..

Zaten sırf bu sebeple 28 Şubat’ta Sincan’da tanklar yürütülmüş, böylelikle ülke olası gerilimlerden, sokak çatışmalarından, yeniden yaşanacak kan dökme olaylarından uzak tutulmuştur!..

27 Nisan e-muhtırasının amacı da bundan başka bir şey değildir ve nitekim ülkede darbeye ihtiyaç duyulmadan arzu edilen istikrar sağlanmıştır!..

Ve demokrasi zaten istikrarın gereğidir, hele hele daha ileri bir demokrasi olmazsa olmazdır..

Bir Müslüman olarak kendimizi özgürce ifade edebilmemizin, eylemlerimizi özgürce sergileyebilmemizin teminatı da demokrasiden başka bir şey değildir!

Desem bana ne lazım gelir?

Ve faidesiz bilgiler:

*: “Kâğıttan Kaplan,” “Göründüğü ve sanıldığı kadar güçlü olmayan” anlamına gelir ve Mao’nun çok sevdiği Çince bir deyimdir. Bunu İlk kez Ağustos 1946’da,  Amerikalı Marksist gazeteci Anna Louise Strong’a verdiği bir mülakatta kullanır: “Atom bombası kâğıttan kaplandır, bütün gericiler kâğıttan kaplandır. Bütün diktatörler kâğıttan kaplandır.”

Mao, bu mülakattan on yıl sonra bu kez ABD emperyalizmini ve orduyu doğrudan kastederek bu deyimi iki Latin Amerikalı muhabire 14 Temmuz 1956 verdiği röportajda yineler. Bu kez “kâğıttan kaplan” tüm dünyanın bildiği bir deyim haline gelir; çünkü söyleyen artık lise öğretmeni ihtilalci bir gerilla değil, devlet başkanıdır: “ABD kâğıttan bir kaplandır, ABD emperyalizmi güçlü görünüyor ama halkından ve kitlelerden uzaklaşmıştır”..

**: İhsan Sabri Çağlayangil’den bir anekdot: Kruşçof bir kokteylde Demirel’in Dışişleri İhsan Sabri Çağlayangil’e soruyor, ‘Siz o kadar büyük orduyu kimin için besliyorsunuz?’ ve devam ediyor, ‘eğer komşularınız içinse çok büyük, bizim içinse çok küçük!”..

Kaynak: google!!!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *