Bir varmış, bir yokmuş…

Bir varmış, bir yokmuş…

Merak etmeyiniz masal anlatmayacağım! Hayatımızın hikayesinden tabloları dikkatlerimize sunmaya çalışacağım sadece!.. Unuttuğumuz, uyuduğumuz anlarımızda bir uyarıcının eline ve diline olan ihtiyacımız gaflet anlarımızda daha bir önemli olsa gerek! Unutmanın ve uyumanın bir gaflet veya mazeret olup olmadığı da tartışma götürür tabi! Lakin gafletin hepsinin üstünde ve ötesinde bir yanılgı, hata, yanlış yol, kurtulunması gereken bir

Merak etmeyiniz masal anlatmayacağım! Hayatımızın hikayesinden tabloları dikkatlerimize sunmaya çalışacağım sadece!..

Unuttuğumuz, uyuduğumuz anlarımızda bir uyarıcının eline ve diline olan ihtiyacımız gaflet anlarımızda daha bir önemli olsa gerek! Unutmanın ve uyumanın bir gaflet veya mazeret olup olmadığı da tartışma götürür tabi! Lakin gafletin hepsinin üstünde ve ötesinde bir yanılgı, hata, yanlış yol, kurtulunması gereken bir hastalık/araz hali olduğu muhakkak!

Hayat yolculuğumuz emir vaki olup emanet tevdi olunana değin sürüp gidiyor. Kimi uzun, kimi kısa! Bu yolculuğun hem durakları, hem ana yolun dışında tali ve sapa yolları, hem de yol üstünde ve süresince her yolcuyu farklı biçimlerde etkileyen/yoklayan engelleri, engebeleri, iniş çıkışları, keskin virajları, tehlikeleri, sıkıntıları var!

Hayatı ve ölümü kim daha iyi ve yararlı işler yapacak, bunu görmek ve denemek için yarattığını buyuran Rabbimiz, kendisinden kaçıp durduğumuz ölümün bizi bir gün mutlaka bulacağını da haber veriyor. Bu dinin örnekleyicisi, açıklayıcısı, tebliğcisi resulümüz de ‘tüm lezzetleri yok eden ölümü sıkça/çokça anmamız’ gerektiğini söylüyor. Tabi ‘zikir’ kavramında olduğu gibi bizler bu ‘anma’yı da yanlış anlayarak sözlü dua ile fiili duanın arasının ayrıldığı gibi sırf anış olarak almayıp ‘gereklerini yapmak/lüzumuna göre davranmak’, dahası ‘ellerimizle kendimizi tehlikeye atmadan’ ve ‘ellerimizle önden lehimize olacak hazırlıkları yapmak/sunmak’ doğru okuyuşunda bulunmalıyız.

Şöyle veya böyle belirli bir yaşa geldik! Geriye dönüp şöyle bir bakalım: Ne görüyoruz, neler hatırlıyoruz, günler geceler nasıl gelip geçmiş, kârda mıyız zararda mı?! Tekrar fırsat verilse neleri değiştirir, neleri farklı yapardınız?! Bu şans işte önümüzde ve elimizde… Hala nefes alıyor ve yaşıyor isek bize bu fırsat verilmiş demektir! ‘Gafletle geçirdiğimiz her an menzilden bin mil uzakta patlıyor!’ İkbal’in dediği gibi…

Farkında olup farkını hissettir(ebil)enlere ne mutlu!

İşte bunun gibi bir gün, bir an gelecek hayat yolculuğumuz hitama erecek. Tüm nimetlerden hesaba çekileceğiz. Hani kıssadan hisse; bir hamal elinde ipiyle açık bir mezara girmiş de kan ter içinde dışarıya fırlamış, soranlara ‘Şu ipin bile hesabını veremedim daha!’ demiş ya, aynen öyle! Mal, can, vakit, imkân, beden, evladı iyal, tükettiğimiz/aldığımız nefes ve her neyimiz varsa ‘zerre miktar’ dışarıda bırakılmaksızın sual olunacağız.

Hesabını sağlığında hesaplayıp, elleriyle önden ‘hayır’ namına her ne sunabiliyorsa tedarikini yapanlara ne mutlu! 

Bu yolculuk, şu anımız bile bir dakika öncesine göre ‘Bir varmış, bir yokmuş!’ denilecek bir durumdur, vakıadır başka değil! Dünya hayatı bir oyun ve oynaş yeri değil! Boşuna yaratılmış hiç değil! Çokluk yarışı, mal mülk hırsı mezara değin bizi oyalayıp duruyor! İlgi, algı ve dikkatlerimizi ahirete yoğunlaştıramıyoruz bir türlü! Ahireti ahirleştirip/erteleyip duruyoruz hep! Öte’yi önceleyeceğimize öteliyor, öteki ile ilişkilerimizi önceliyoruz, eklemlenerek!.. Birbirimizin imtihanını kolaylaştıracak örneklikler kuşanmıyor, aksine hem kendi, hem de çevremizin imtihanını zorlaştıracak uğraşlar içinde debelenip duruyoruz! Sadelik ve safiyet zafiyet addedilir oldu, zarafet sayılacak iken!

Bizim ziynetimiz altın ve gümüş değil, itikadî bilincimiz, salih amellerimiz olmalıdır! ‘Şu da olsun, şunu da tamamlayalım, şunlardan da nasiplenelim’ avuntuları şuurumuzu köreltiyor, bizleri oyalayıp duruyor, ‘mal ve evladın fitne oluşu’ uyarısını görmemizi engelliyor, basiretimizi köreltiyor!

Sala binmeden, sala’mız okunmadan musalli, taziyemizden önce mali ibadetlerle kendimizi tezkiye, yakîn gelmeden yakınlık/kurbiyet, son nefesi vermeden nefsi terbiye, ölmeden ölüm sonrasına hazırlık, ulvî değerlere rabıta/rağbet, can bedenden uçmadan canı asıl sahibine feda etme cehdinde olmalıyız! Hem kendimizin, hem çoluk çocuğumuzun dünyası/dünyalıkları için nelere katlanıyor, kendimizi nasıl yoruyor, nasıl çabalıyor isek mukayese edilemeyecek farklılıkta ve fazlalıkta ahretimiz için  mücadele ve mücahede etmeli değil miyiz?! Nerede kaldı, ‘Dünya için dünyada kalacağınız kadar, ahiret için ahirette kalacağınız kadar çalışın!’ düsturu? Tamamen ters bir orantı ile dünyada kalacağımızın çok fevkinde/üstünde fevkalade, ahirette kalacağımızın çok dûnunda/altında alelade bir çaba içindeyiz! Bu zulüm değil midir, adaletsizlik değil midir? (Keza her adaletsizlik bir zulüm, her zulüm bir adaletsizliktir!)

Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete! Hepimizin kendi ölümünün kendi kıyameti olduğunu bilmeyenimiz(!) yok! Ama bu gitmeler gitmek değil! Sırf iyi niyetlerle(!) Rabbimizi razı etmek olası değil! Uyanık, farkında, şuurlu, dikkatli, yapıp yapmamalarının/söyleyip susmalarının/erteleyip öncelediklerinin bilincinde; yol, yolcu, yolculuk, yol azığı, yol refiki/dostu, yol kılavuzu ve haritası, yolculuk amacı ve hedefi gibi kavramları doğru anlayıp/anlamlandırmış, birbiri ile sımsıkı irtibatlandırmış, planlı ve programlı bir ‘hal ve gidişat’ sorumluluğumuz, zorunluluğumuzdur!

Haydin aklımızı başımıza devşirmeye…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *