İslam, tepeden inmeci / ihtilalci toplumsal değişim modellerinden de, toplumsal değişimi tamamıyla aşağıdan yukarıya doğru işleyen taban değişimine bağlayan modelden de farklı olarak, özgün bir toplumsal değişim modelini öngörmektedir. İslam’ın söz konusu özgün modeli, toplumsal dönüşümle siyasal dönüşümü, dolayısıyla da bu her iki alandaki mücadeleyi birbirinden bağımsızlaştırıp ayırmamakta, bu alanlarda eşzamanlı ve eşgüdümlü bir mücadeleyi
İslam, tepeden inmeci / ihtilalci toplumsal değişim modellerinden de, toplumsal değişimi tamamıyla aşağıdan yukarıya doğru işleyen taban değişimine bağlayan modelden de farklı olarak, özgün bir toplumsal değişim modelini öngörmektedir.
İslam’ın söz konusu özgün modeli, toplumsal dönüşümle siyasal dönüşümü, dolayısıyla da bu her iki alandaki mücadeleyi birbirinden bağımsızlaştırıp ayırmamakta, bu alanlarda eşzamanlı ve eşgüdümlü bir mücadeleyi esas almaktadır. “Bir toplumun özünde olanı değiştirmesi”, ancak bu eşzamanlı ve eşgüdümlü mücadeleyle mümkündür.
Peygamberlerin (a.s) mücadele çizgilerine göz attığımızda bu durumu rahatlıkla müşahade ederiz. Rabbani mesajın, doğrudan bâtıl otorite sahiplerini muhatap aldığı ve peygamberlerin de ilk günden bu mesajla söz konusu otoritelerin karşısına dikildikleri görülmektedir. Rabbani mesajla bâtıl otoritelerin karşısına çıkan peygamberlerin, topluma yönelik dâvet çalışmalarına da aynı zamanda yöneldikleri müşahade edilmektedir.
İslam, dâvet eksenli bir mücadeleyi öngörmektedir. Peygamberler bâtıl otoritelerin karşısına bile öncelikle dâvet maksadıyla çıkmışlardır. Zira İslami mücadelenin temeli şahitliktir. İslami mücadelenin önceliği, hakla bâtılın kesin olarak ayrışması, safların belirginleşmesidir. Bunun için de muhataplara, İslam’ın mesajlarının açık, yalın ve net şekilde ulaştırılması gerekmektedir.
Peygamberlerin, bâtıl otorite sahiplerinin karşısına apaçık mesajlarla ve öncelikle dâvet eksenli bir söylemle çıkmaları da bu sebepledir: Hakla bâtıl apaçık ortaya çıksın ve herkes bilerek ve isteyerek safını netleştirsin. İktidar mücadelesi de bu açık saflaşmaya dayalı olarak gerçekleşsin.
Aksi takdirde peygamberler de komitacılığa veya uzlaşmacılığa dayalı ihtilalci yöntemlere başvurarak iktidarı elde etmeye ve toplumsal dönüşümü iktidar imkânlarıyla gerçekleştirmeye yönelebilirlerdi.
Topluma yönelik dâvet çalışmalarını ihmal eden tepeden inmeci / ihtilalci toplumsal değişim modelleri ne kadar yanlış ve sonuçsuz kalmaya mahkûmsa,toplumların düşünce ve yönelimlerine doğrudan ve güçlü şekilde etki eden iktidar ilişkileriyle ilgilenmeyen, bu alanda sözü ve eylemi olmayan bir toplumsal dâvet çalışması da o kadar yanlıştır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi İslam’ın toplumsal değişim modeli, siyasi otoriteye karşı mücadele ile topluma yönelik dâvet çalışmalarının eşzamanlı ve eşgüdümlü olmasını gerektirmektedir. Bunlardan ilkini “makro dâvet”, ikincisini ise “mikro dâvet” olarak nitelemek mümkündür.
Bugün yaşadığımız coğrafyada İslami mücadele çerçevesinde yürütülen çalışmaları bu noktada değerlendirmek gerekirse nasıl bir tabloyla karşılaşırız?
Şahsen, bugün, yaşadığımız coğrafyada makro dâvetin de, mikro dâvetin de hakkının verilemediğini düşünüyorum. İslami çabaların giderek daha fazla oranda dâvet ve şahitlik ekseninden, “iktidarı bir şekilde elde etmeye” endeksli ihtilalci bir anlayışa kaydığını, bu eksen kaymasının da etkisiyle toplumu tevhidî mesajla buluşturma gayesine matuf dâvet çalışmalarının ihmal edildiğini, yaygın, programlı, açık mesajlara dayalı dâvet çalışmaları yerine, “Müslümanın Müslümana propagandası” şeklinde niteleyebileceğimiz dar çevre çalışmalarıyla yetinildiğini düşünüyorum.
Hemen belirteyim ki bu yazdıklarım bir özeleştiridir. Özelde hiçbir çevreyi hedef almamaktadır. Bu tür bir sorunumuz olduğunu, makro ve mikro dâvette eşzamanlılık ve eşgüdümlülük perspektifimizin zayıfladığını hissediyorum ve bu hissimi kardeşlerimle paylaşmak istedim.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *