“Türban” Tartışmalarının Götürdüğü Yer

“Türban” Tartışmalarının Götürdüğü Yer

Gece Yazıları-8   “18.asırda Fransa’da, Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi’nin sarığından mülhem bir moda ürünü olarak ortaya çıkan türban, sonrasında İranlı bir din adamı olan Hüccetülislam Musa Sadr’ın onu yeniden biçimlendirmesi ve yine İranlı âlim Ayetullah Murtaza Mutahhari’nin “Hicap” isimli kitabında, bu biçimi en ideal örtü olarak tanımlamasının akabinde Müslüman kadınlar tarafından bugüne kadar

Gece Yazıları-8

 

“18.asırda Fransa’da, Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi’nin sarığından mülhem bir moda ürünü olarak ortaya çıkan türban, sonrasında İranlı bir din adamı olan Hüccetülislam Musa Sadr’ın onu yeniden biçimlendirmesi ve yine İranlı âlim Ayetullah Murtaza Mutahhari’nin “Hicap” isimli kitabında, bu biçimi en ideal örtü olarak tanımlamasının akabinde Müslüman kadınlar tarafından bugüne kadar sahiplenilerek uygulanagelmiş..”

 

Maksatlı, belli bir amaca hizmet etmeye yönelik bu özet bilgiler Murak Bardakçı’nın “Türbanın Bilinmeyen Tarihi” (17-01-2008 Habertürk) başlıklı yazısından.

Ki devamında 1950’li yıllarda Dr. Hümeyra Ökten’nin kamusal alanda ilk defa başını örtmesiyle, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesini 1964 yılında birincilikle bitiren Gülsen Ataseven’in kürsüye çıkamamasının sebep olduğu olaylarla, 1965’de Ş. Yüksel Şenler’in başörtüsü sebebiyle cezaevine girmesiyle, 1967’de de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden Hatice Babacan’ın başörtüsü nedeniyle hocası Prof. Dr. Neşet Çağatay tarafından azarlanarak sınıftan çıkarılmak istenmesiyle ilgili bir dizi malumatlar da var ama sorun kabilinden..

 

Mezkûr yazıda, “Örtünme konusunda asırlar boyunca kendi modasını kendi yaratmış, yaşmak, ferace, kadın fesi, felek tabancası, hotoz, maşlak, tandırbaş, yemeni, kundak yemeni, salma yemeni gibi çeşit çeşit modellerle zarif bir çizgi yakalamış olan Türk kadınının Lübnan’dan örtünme modeline ihtiyaç duymasının sebebini bir türlü anlayamıyorum” şeklindeki ifadelerle pekiştirilen, başörtüsünün estetik yoksunu bir örtü olduğu yakıştırmasının yanı sıra, İran merkezli olarak siyasallaştığı ve o cihetiyle Türkiye’ye transfer edilmesinin sorunlara yol açtığı iddiaları da söz konusu edilmiş.

 

Bu iddialara, “Türbanın tarihçesini bilse bile Bardakçı bilir” diyerek 20.1.2008 tarihli “Türbanın 40 yılı” başlıklı eleştirel yazısıyla gazeteci Hasan Pulur da şıpınişi atlayıvermiş.

Maksat türban tartışmaları ekseninde başörtüsünü ve aslında tesettür gerçekliğini sulandırmak oluverince, isteyene laik, isteyene seküler, profan vb. cinsten malzeme mebzul miktarda..

Din düşmanı filan dersek güceniverir hazretler!..

Kur’an, Muhammedî uygulamalar, kadim gelenek kimin umurunda..

 

Yıllar var ki Bardakçı dışında daha bir dolu araştırmacı yazar, şucu, bucu kimliğiyle meşhur nevzuhur tipler, hariçten gazel okuyanlar korosunun müdavimi durumunda tek tek, sırasıyla, hitabetlerinin ve bilgilerinin gücü, özelde sahiplerini memnun edebildikleri kadar arz-ı endam ettiler ortalık yerlerde..

 

Hani, “Dinime tan eden bari müselman olsa” derler ya, işte tam o sözün cuk oturduğu yerdeyiz..

 

Bardakçı en bilinen tarafıyla bir tarihçi, diğerleri kâh sosyolog, kâh gazeteci, kâh siyaset bilimci, kâh bilmem neci ama ne yazık ki ilahiyatçı, teolog geçinenlerin, yazılı ve görsel medya aracılığıyla meşhur edilenlerin kahir ekseriyeti de Bardakçı ve diğerleri gibi cümbür cemaat beyin yıkama (endoktrinasyon) faaliyeti peşinde oldular..

 

İşte sorun da burada..

Sorularım var bu istikamette..

Hımar, humurdan kasıt sarhoşluk ve aklın yitimi; hedef baş değil göğüs, örtü değil kaşkol, olmadı fular, iklim koşulları, hür kadınlar ayrımı gibi başlıklarla işin cılkını çıkartan ilahiyatçı bozuntularını, akil geçinen bir dolu aydın müsveddelerini hangimiz tanımıyoruz?

 

Türban tartışmaları işin bahanesi, aslında tesettür algısının suyunu çıkarma bağlamında beyin yıkama ameliyelerinden Müslüman cenah kendini ne kadar alabildi?

Ve ülkeyi yöneten siyasi iktidarların tavrından kendini ne kadar soyutlayabildi?

Her seçim öncesi ve sonrası Dinden, Kur’an’dan soyutlanarak, demokrasi ve laiklik merkezli vaatler ve sonrası kıvırmalar toplum üzerinde travma oluşturdu mu oluşturmadı mı?

Sorunu insan haklarına, özgürlüklerine indirgeyip, Dinî bir kabul ve ameliye olmaktan çıkarma çabaları İslam düşüncesinde ve ona tabi olanların anlam dünyalarında tahribata yol açtı mı açmadı mı?

 

Taha Akyol’un, “Osmanlı’da ve İran’da Mezhep ve Devlet” adlı kitabında devlet otoritelerine tavsiye babında dile getirdikleri birebir gerçekleşti mi gerçekleşmedi mi?

Motamot olmasa da “Bırakınız genç kızlarımız okusunlar.. Dün onların evlere sıkıştırılmasından, okumamalarından, kültürsüz bireyler olarak hayatın içinde yer almalarından, bu sebeple ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerinden şikayet ediyordunuz. İşte size fırsat!.. Serbest bırakın onları, okusunlar ve çalışsınlar. Böylelikle Modernleşirler ve tüketim toplumunun bireyi olurlar. Devletin ekonomik dengeleri tutturması ve sosyal gerilimlerin azalması açısından gereklidir de..” diye o zamanın “YÖK”üne ve devlet erkanına ithafen yazdıkları ve “sosyologlardan tavsiyeler”  diye tanımlayabileceğimiz söylemleri iktidar nezdinde değil ama İslami kesimde olumsuz anlamda makes buldu mu bulmadı mı?

 

Öncesi ve başkaları da olmakla beraber Bardakçı’nın ve kaknem prof. kadınların estetik bulmadığı örtünün, İslamcı(!) sermayedarlar tarafından laik kesimin gözüne şirin görünme adına bir güzel terbiye edilip, “Tekbir”, “Hak”, “Selam” gibi markalarla; hazzı tetikleyen, göze ve cebe hitap eden kreasyonlarla düzenlenmiş, en güzel mankenlerin podyumda arz-ı endam ettiği defilelere giden İslamcı devlet büyüklerinin yani Bakanların, milletvekillerinin, bürokratın gözlerini ve gönüllerini bağlayarak içi boşaldı mı boşalmadı mı?

 

“Dışarıda değil ama okulda başını aç, becerebiliyorsan peruk tak; ilim öğrenmek ve başkalarına muhtaç olmamak için rızk kazanmak esastır.. Diploma, aynı zamanda bir kimliktir, bilinç/ şuur kazanmanın enstrümanıdır. Bilerek konuşmaya vesiledir..” gibi İslamcı büyüklerin istismara açık kavilleri, başörtüsü konusunda İslami kesimde gevşekliğe sebep oldu mu olmadı mı?

 

Her fırsatta cemaatleşmeyi, sosyal paylaşımı, varlıkta ve yoklukta infak etmeyi, mala mülke önem verilmemesini telkin ve tavsiye edenler, bu tür kavillerle bireyselleşmeyi, insanın kendi başının çaresine bakmayı öngörüyorlar mı öngörmüyorlar mı?

 

Cemaatlerin ve cemaatlerin akil adamlarının farklı görüş ve uygulamaları nedeniyle başörtüsüne, özelde tesettüre dair eski hassasiyetler kaldı mı kalmadı mı?

Cemaatleri temsilen icra-i faaliyet eyleyen televizyonlarda başı açık, etekleri kısa, göğüs çatalları meydanda kadınlara görev vererek, program yaptırarak, aslında tesettürsüz de başörtüsüz de oluyormuş denilmesine, şimdiye kadar tesettürün yok yere, kadınların özgürlüklerini kısıtlarcasına dayatıldığı yargısına yol açtılar mı açmadılar mı?

İslami kesimden, cemaatlerden okumuş erkek çocuklar, okumuş ve çalışan kızlara teveccüh göstererek, diğer okumaya namzet kızları komplekse sokup, başörtüsünü ihmal ederek okumaya ve dahi çalışmaya teşvik ettiler mi etmediler mi?

Bütün bunlar sınıf çatışmasına sebep oluyor mu olmuyor mu?

 

Yeter artık!

Bizden daha iyi  bilenler soruları çoğaltsınlar ve tabi ki cevaplarını da versinler..

 

Bu ara, Bardakçı korkmasın P. Batu iyi duruyor karşısında, tüm güzelliği ve estetiği ile!..

  1. Pulur ve diğerleri de; yaşlı ama göz zevkleri yerli yerinde; laiklik var, demokrasi var kime ne?

Hem zaten tavsiyeye uyuldu, Müslüman kızlar da artık moda ve estetik derdinde..

Gücenmesin kimse, hepsi değil elbette..

Hele iktidar hiç tasa etmesin, başörtüsü kanununu çıkaramadık diye..

YÖK Başkanı bir talimatla hallediverdi meseleyi, öyle diyorlar..

Anayasa değişikliği kaldı bir başka bahara!

Bu ara ekranlarda yine türbana dair tartışmalar ,yine semboldür, yine siyasal simgedir iddiaları ve özgürlüktür, insan haklarıdır tarzında karşı savunular ve tabii ki geçmişin hezeyanlarına bir başkalarını ilave etmeler alıp başını gidecek, gidiyor da..

 

Temelde vahiy merkezli olmayan, seküler, profan algıya hizmet eden uygulamalar ve dahi kabuller sahi kaç para?

 

Neymiş?

Demek ki toplumsal konsensüs böyle bir şeymiş!..

Neymiş?

Demek ki demokrasi, laiklik ve liberalizm o kadar kötü değillermiş!

Bir daha kötü dersek ne olalım, hemi de ağzımıza biber sürülsün isot cinsinden!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *