Gece Yazıları-3 Başlık garip kaçmasın.. Konuşurken mangalda kül bırakmazcasına dünyaya nizamat verme iddiasını seslendirenlere ama gerçekte dünya insanının; yani kardeşinin yani eşinin dostunun, hısım akrabasının, konu komşusunun hemen yanı başında yaşadıkları sorunlara, sahip oldukları dertlere bigâne kalanlara sitemim var benim; her ne kadar bazı dostlar, “hep eleştiri” makamında bağlama çalıyorsun deseler de söz aslında kendime,
Gece Yazıları-3
Başlık garip kaçmasın..
Konuşurken mangalda kül bırakmazcasına dünyaya nizamat verme iddiasını seslendirenlere ama gerçekte dünya insanının; yani kardeşinin yani eşinin dostunun, hısım akrabasının, konu komşusunun hemen yanı başında yaşadıkları sorunlara, sahip oldukları dertlere bigâne kalanlara sitemim var benim; her ne kadar bazı dostlar, “hep eleştiri” makamında bağlama çalıyorsun deseler de söz aslında kendime, kendi benime…
Ki keşke bağlama çalmanın da hakkını verebilsem, nerdeee!..
“Ümmete Muhammed’e Kur’an okuyun, Hz. Muhammed’in yaşadıklarından haberdar olun, İslam âlimlerinin uğradıkları zulümlerden hisse kapın” diyen bizler, bilmez miyiz ki Kur’an, müşrikler bir tarafa Müslüman olduklarını deklare edenlere cehennem ve azap tehdidiyle sitem içeren, eleştirel mesajlar ihtiva eden bir kitaptır?
Bilmez miyiz biz, Hz. Peygamberin sözlerinin hilafına davrananlara “aranızdan bazıları..vs.” diye başlayan sözlerle biteviye eleştiri oklarını yönlendirdiğini?
Hz. Ömer, diğer halifeler hep sırt mı okşadılar?
Onlara teba olanlar biteviye yağ mı çektiler?
O koskoca yirmi üç yıl, hep muhabbetle geçmedi ya!..
Ha bu ara; Uhud’da ganimet derdine düşenlere karşı Hz. Muhammed’in takındığı tavrın, kullandığı dilin üslubunun ne’liğinden bahsetmesi de ashaba bir tenkit, bir eleştiriden başka bir şey değildi..
Tarihin derinliklerinden bu zamana, bize de nasip var elbet..
Şekle takılmayalım dostlar, benden söylemesi..
Keza bir dolu İslam âliminin, içinde bulundukları sistemi ve sistem sahiplerini eleştirdiklerinden dolayı hep kahır hep kahır çektiklerini hiç duymadık değiliz ya?
Hakeza hemen yakın tarihte, dün denilecek zaman dilimlerinde asılan, zindanlarda çürütülen, faili meçhule kurban giden âlim ve aydınların, dava adamlarının aynı sebeplerle zulme maruz kaldıklarını unuttuk mu biz yoksa? Ya şimdi benzer sıkıntıları çekenlerin neden sıkıntıya gark olduklarını?
Kaldı ki bizim demelerimiz sıradan, karşı taraftan eleştiri gibi görünseler de eften püften..
Sade suya tirit kabilinden, laf ola beri gele cinsinden..
Elbette ki vahiyden anladığımız kadarıyla..
Asıl meseleye gelelim..
Uzayda değiliz, burada yaşıyor ve insanlarla birlikte hayatın içindeyiz..
Şahit oluyoruz bir takım şeylere ve üzüyor bizi ve bizim gibileri..
Ama biz sadece üzülüyoruz, derdi olanlar, türlü sıkıntılarla uğraşanlar, hayatın tüm yükünü sırtında taşıyanlar ve bütün bunların altında ezim ezim ezilenler perişan oluyorlar..
Yok, açlıktan, sefaletten, yokluktan, şundan bunda değil..
Desem de gururları yüzünden, erdemli olma direnci gösterdiklerinden dile getirmiyorlar dertlerini..
Ama esasta başka şeyler var..
Korkuyorlar, endişe duyuyorlar sıkıntılarını paylaştıkları insanlar sırtlarını dönerler diye..
Talep edemiyorlar bir şeyleri kendi gibi bildiklerinden, ya vermezlerse diye!
Yaşanmışsa olumsuzluklar ayniyle vaki, neylesin garibim insanlar?
Başta da dedim ya, hadi siz üzülmeyin, benim gibi mangalda kül bırakmayanların hemen yanı başlarında yaşananlara duyarsız olmaları, umursamaz tavır sergilemeleri, insanlarla ilişkilerini paraya, statüye ve bu doğrultuda gelecek beklentilerine endekslemeleri kahrediyor onları..
Kur’an’a göre dostluktan, kardeşlikten, birbirini sevmekten; Kur’an’a göre paylaşmak ve infak etmekten bahsedenlerin sözlerinin arkasında olmamaları; ellerindeki imkânlarla seçkinler sınıfı içinde hayat sürmeleri söz konusu ise eğer, “öteki” konumuna indirgenmiş Müslüman birey nasıl düşünsün istiyoruz ki biz; “öteki” olmaktan bağrımız yandığı halde?
Darda iken bollaşanlar, sıradan biri iken makam mevki sahibi olanlar, dün esameleri okunmazken bugün, ama siyasi, ama ekonomik ama sosyal statü sahibi olanlar ve bu sebeplerle kalabalıklar arasında elde tutulanlar, gittikleri yerlerde protokole tabi tutulanlar; seçkinler kulübüne üye olup, alt tabakadakilerden kendilerini soyutlayan ve daha bir dolu imtiyazlara sahip olanlar; yani bizler, yani sizler, yani herkes aslımızı, inkâr etmeden İslam olma gerçekliğimizi kendi yüzümüze çarparak düşünsek şöyle bir, he ne dersiniz?
Uyarsak birbirimizi yakıcı ateşten, henüz cehennem çukuruna düşmeden..
Ama işimiz var bizim değil mi?
Meşgulüz her daim..
Sıradan işlere zamanımız yok; ama hayalimizdeki arabanın markasına,alınacak evin metrekaresine, hedef konulan makam ve statü hesaplarına kafa yoracak vaktimiz çok..
Evimiz de arabamız da hayata tutunacak kadar paramız da olmalı elbet ama paylaşmadıktan sonra?!!
Evet işimiz var bizim..
Devlet, sistem, rejim, toplum, sosyal yapı, ümmet, cemaatleşme, anayasa ve daha bir dolu konuşacağımız meselelerimiz var evvelemirde..
Doğru, ona da eyvallah; ama yanıbaşımızdaki bireyin sorunlarına, eş dost, konu komşu, hısım akrabamızın dertlerine bigane kalmamak şartıyla..
Hatırlatayım yine, böyle değildi kavlimiz, tepeden tepeden değildi bizim işlerimiz..
Bireyden cemaate, cemaatten topluma, toplumdan devlete söylemlerimizi hard diskimiz çöktü de unuttuk mu yoksa veya tedavülden mi kalktı?
Birilerinin dilinden düşmeyen “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin” sözü, sahi ne işe yarar?
“De gidin işinize be!” demekte haksız mıyım ben şimdi?
Bu havayla mı, bu davranış normlarıyla mı toplumu değiştireceğiz biz?
Üzgünüm, bu demlerde insanı konuşmuyoruz dostlar!
Derdini paylaşmaktan sıkılan, insanlara, üstelik kendinden bildiklerine ve dahi dava arkadaşlarına sorunlarını anlatmaktan geri duran kardeşlerimiz yok gündemimizde!
Ve onlar neredeyse, “Alın dininiz sizin olsun!” deme moduna girdi girecekler!
Reset’leyecekler dostları zannettikleriyle ilişkilerini, hem de bir daha geri dönmemecesine!
Ve yaşadıklarından kinaye;
“Dava adamlığıymış!
İslam/din kardeşliğiymiş, dostlukmuş!
İyilik yapmak, paylaşmakmış!
Paylaştığını takaza yapmamakmış!
Var mı öyle bişi?”
Diye soranlar teyakkuzda, bilesiniz..
Bütün bunları dile getirmem, dost acı söyler kabilinden hem kendime hem kendimden bildiklerime sorumluluklarımızı hatırlatmam (yersiz, lüzümsuz) eleştiriden mi sayılacak şimdi?
He, ne dersiniz dostlar?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *