Vakt-i zamanında, patronu Milli Görüşçü olarak yerel siyasete soyunmuş bir işçiye, ”Ne kadar maaş alıyorsun?” diye sormuştum. Cevap olarak, ”Asgari ücret” demişti.. Muhabbet arasında, aldığı ücretle geçinip geçinemediği meselesi de gündeme gelmişti elbet.. Devamında son nokta denilebilecek şu ifadeyi sarf etmişti: ”Milli görüş iktidar olduğunda maaşımıza zam gelecekmiş, patron öyle söyledi! Herhalde o zaman daha
Vakt-i zamanında, patronu Milli Görüşçü olarak yerel siyasete soyunmuş bir işçiye, ”Ne kadar maaş alıyorsun?” diye sormuştum.
Cevap olarak, ”Asgari ücret” demişti..
Muhabbet arasında, aldığı ücretle geçinip geçinemediği meselesi de gündeme gelmişti elbet..
Devamında son nokta denilebilecek şu ifadeyi sarf etmişti: ”Milli görüş iktidar olduğunda maaşımıza zam gelecekmiş, patron öyle söyledi! Herhalde o zaman daha iyi geçiniriz!..”
Nitekim Milli Görüş jargonu ile ta Milli Nizam’dan bu yana siyaset yapan birileri, yaşadığımız ülkenin başında 1974/1978 arası koalisyon dönemleri bir tarafa, 28 Haziran 1996’dan, 1997/28 Şubat darbesine kadar iktidar pastasının yarısı üzerinde hükümferma olarak rol kestiler.
İktidar ortağı olana kadar hangi dili kullanıp, neleri vaat ettikleri de tarihin sayfalarında kayıtlı(!)..
Hoş, bu millet nasıl olsa balık hafızalı; vaatler tutulmamış, kim farkında?
Hem bir başka bahar(!) ne güne duruyor, mevsimlerin kıtlığına henüz kıran girmediğine göre..
***
İşin şakası bir tarafa, aslında geleceğe dönük beklentilerini ironik olarak ifade eden işçinin, patronunun taraf olduğu siyasetin kısa süren iktidarından; yani o demlerde esen baharımsı rüzgârdan faydalandığını, aldığı ücretin kendisini daha iyi geçindirebilecek bir seviyeye geldiğini sanmıyorum.
Haksızlık yapmak istemem ama “Şekil A’da görüldüğü gibi..” dercesine, olumsuz anlamda örneklikler çok etrafımızda, hemen yakınımızda…
***
Milli Görüşçü bazı sermaye sahiplerine, tabi oldukları iktidarda iken; “Ne o, işçilerinize hala asgari ücret mi veriyorsunuz, böyle mi olması gerek?” diye sorduğumuzda, “Ne yapalım, devletin takdiri! Hizayı, dengeyi bozmayalım!.. Devlete vergi verenler de sermaye sahipleri, irili ufaklı işletmeler, esnaflar ve çalışanları.. Onlar ayakta kalmalı ki devlet de ayakta kalsın. Hem bizden öncekiler yiyip bitirmişler canım memleketi. Hele önce devleti bir kalkındıralım… ilaahir!” tarzında cevaplar aldığımız zaman şaşırdığımızı söyleyemem; malumu ilan kabilindendi her şey, neye nasıl baktıkları hususu bilmediğimiz bir şey değildi çünkü..
Sonrasında gördük işte, zenginler daha güçlü, fakir fukara yine fakir fukara, yine garip guraba durumunda; öyle ya, yeter ki devlet kalkınsın, birey kimin umurunda?
***
Milli Görüş yarı egemenliğinde maaş bazında görece iyileştirmeler olmakla beraber, o süreçten en az nasiplenenlerin asgari ücretlilerin olduğu da ekonomik ve tarihsel bir vakıadır.
O vakitler zammın hası, elinde silah tutanlara verildi ama onlar da çok nankörmüşler ki eh o kadar olur yani! Durduk yerde Sincan’da tankları yürütüverdiler, paletlerin pasını alma kabilinden!
***
Şimdi de gömlek değiştirdiklerini iddia etmelerine rağmen, aslında hala laik, demokratik kabullerle harmanlanmış Milli Görüş jargonuyla siyasete irade koymaya çalışanlar işin başındalar ve iktidara gelmeden önce onlar da asgari ücretliye, emekliye, işçiye/memura, fakir fukara, garip gurabaya bol keseden vaat verdiler..
Ha bu ara başörtüsü üzerinde geliştirilen söylemleri esas almadık henüz..
Şeklen iktidara geldilerse, o bir metre bezin hatırına verilen oylarladır ki insanlar hala umut içinde..
Olur ya… diye diye bekleşmekteler bazıları..
AKP olarak o sorunu da bir çözüverdiler mi tut tutabilirsen sen bizim Müslümanları!..
RP’sinden bu yana zaten birçoğu çözülme moduna giren insanımızın geri kalanları da bir bir AKP saflarına katılmanın heyecanını yaşamaya koyuluverirler vesselam!
***
Meclis dışında veya içinde şartlar gereği muhalefet rolü üstlenenler, dostları kendilerini alışverişte görsün istediklerinden, kayıkçı kavgasını da ihmal etmeden iktidarın açıklarının üzerine giderek güya siyaset yaparlar ama roller değişip iktidar koltuğuna oturduklarında nedense vaatlerini unutuverirler ve maalesef insanımız da bütün bu külleri yutmaktan geri kalmaz..
Vaatlerini tutamama gerekçesi olarak toplumsal uzlaşma,mutabakat şartını ileri sürmeleri güçsüzlüklerinin, muktedir olamayışlarının itirafından başka bir şey değildir aslında..
Mutlu azınlıklar, imtiyazlı sınıflar, seçkinler zümresi oluşturmada, paraya para katmada,malı mülkü yığdıkça yığmada nedense toplumsal mutabakat aranmaz..
Anlayan anladı, desem kimse gücenmez değil mi?
***
Fakir fukara, garip guraba edebiyatıyla; camiler miğfer, minareler süngü mısralarıyla; üç beş aylık Medrese-i Yusufiyye tahsilinin akabinde, en kahraman Rıdvan edalarıyla hitap ettikleri kesimlerin oylarını kotaranların iktidara geldiklerinde sözlerinin aksine davranmaları, şimdilerde verili siyasetten beklenti içinde olan, demokratik açılım rüzgarının esintisinde serinlemeye çalışan Müslümanların da maalesef göz ardı ettiği bir durum..
Aman sakın ha, süreci tersine çevirmeyelim, suyu bulandırmayalım durumu yani!
***
Zırt pırt Dinden, imandan bahsedenlerin, zaten Müslümanlıklarından az biraz haberdar olanların duygularını istismar etmelerinin hesabını sormaya da hiç kimse yanaşmıyor..
Sormaya yanaşmadıkları gibi, İslami söylem ve eylem konusunda ikram edilen üç beş görece özgürlük, bir iki yaşam konforu adına AKP’yi iktidarda tutma çabası içine girmektedirler ki alternatif olmadığı iddiası ne yazık ki bu süreci tetikleyen faktörlerin en başta geleni..
Ama bırakmıyorlar ki insanı..
Eleştirirsen, ya Yahudi uşağı, İsrail dostusun ya da Ergenekoncu, derin devletçi, darbeci anayasa taraftarısın; ama aslında “deve”nin cevabında saklıdır her şey..
Hele şimdilerde referanduma sunulacağı meselesinin ne’liği merakla beklenen anayasa tadilatı girişimlerinin akabinde dile getirilenlere bakılırsa işimizin zorluğu ortada..
Şu “Ahir zaman”da “Cümbür cemaat cümbür” şarkısını söylemeyelim de ne eyleyelim şimdi?
Sahi, bu işin düzü yok mudur?
***
Referandum olursa şayet, sandık başına gitmeyen Müslümanlar kendilerini cehenneme hazırlasınlar.. Siyonistlere, İsraillilere komşu olmaya kadar yolları var öte dünyada!
Vah vah ki vah! Oy vermeyip koyverecek hali mi kaldı garibim Müslümanların!
Üstad-ı azamların çağdaş fetvaları karşısında söz hakları mı olurmuş onların!
***
Açıkça ifade edelim ki bütün Müslümanlar, kıytırık, suni gündemleri devasa sorunlar yumağı halinde pazarlayanların; görece rehavetler, görece özgürlüklerle insanını aldatıp ahmak yerine koyanların ipliğini pazara çıkarmalıdırlar.. Üç beş İslami görüntüye dinin aslının kurban edilmesine fırsat vermemelidirler ki bu ümmet asırlardır teslimiyetin,iktidarların dayattığı kaderci anlayışın, devlet erkine sorgusuz itaatin bedelini ödemektedir.. Şimdilerde ne yazık ki AKP merkezli geliştiği varsayılan darbeci anayasa değişikliği çabaları, Ergenekon dosyalarının gündeme alınması gibi sebeplerle demokrasinin nimetlerini tartışıyoruz biz..
Laikliğin aslında sanıldığı gibi olmadığının ispatı için uğraşıyoruz..
Liberal söylemlerin Müslümanlara rahat nefes aldırdığı sanıları üzerinde fikir yürütüyoruz..
Yani çağdaş(!) kavramların insanlığın kazanımı olduğu iddiası peşinde sürüklenip duruyoruz..
Üzülerek vurgulayalım ki kendi özgün kaynağımızdan uzaklaşarak…
Ve neyin yerine neyi inşa ettiğimizin farkında olmadan..
İslam’ın temel haklar silsilesi içinde gördüğü yaşam kriterlerinin hak ve adalet zeminine oturması konusunda bizdenmiş gibi görünüp laflar sarf eden siyasetçilere gerekli tavrı gösteremeden..
***
Unutmayalım ki Kur’an çarşı pazardan, ticaret ve alışverişten, iş ve emekten, tartı ve teraziden, yeme ve içmeden, insanın tüketebileceği her şeyden, hayatın tümünün nasıl ele alınması ve değerlendirilmesi hususundan bir bir bahsediyor.
Eşyanın haksız ve paylaşmadan kullanılmasını sık aralıklarla dile getiriyor..
Sisteme muhalif tavır sergileyenler bu noktaları da düşünmeliler insanı merkeze alarak..
Oralardan hareketle de sisteme ve sistem müdafilerine muhalefet etmelidirler..
***
Ve Müslümanlar, “Hayır din bu değil! Örnek aldığımızı iddia ettiğimiz Muhammedi gelenek bize bunu öngörmüyor.. En güzel örneklikler vahyin ilk muhatabı ilk nesil eylemlerinde.. O vasatta sosyal bilim, siyaset, ekonomi, insan ve davranışları, ideolojilerin her çeşidi ve daha niceleri ders olarak bihakkın işlenmiş. Esas çağdaşlık, esas medeniyet o dönemlerde dile getirilenleri en özgün bir şekilde bu güne taşımaktır.. Yaratıcı,esas kanun va’z edici vahiy anlamında diyeceğini o demlerde demiş.. İnsanlık o ilk denilenlerden, söze ilk muhatap olanların eylemlerinden, usvetül hasene bağlamında örnekliklerinden hareketle geleceğini inşa etmelidir.. Çağdaş kavramlar ve düzenler diye dayatılanlar şeytani vesveselerdir..” gibi sözleri sıralayarak eleştiri getirmeliler güncel siyasete..
Ve tabii ki konumuz itibariyle kölelik yani asgari ücret hakkında, emeğin karşılığının adalet ölçeğinde verilmesi gereğinin üzerinde durarak, imtiyazlı birey ve toplulukların ihdas edilmemesi konusunda dirayet göstererek.
***
Tüh!
Asgari ücret dedik, yola koyulduk ve meseleyi yine dağıttık..
Ama olsun..
Köleliğin yeni bir sürümü olan “asgari ücret-li” gibi bir statü bile, İslamcı geçinenlerin yapıp etmelerinin gayr-i meşruluğunun ispatı için yeter de artar..
Kendileri bizatihi devletten beslendikleri, siyaseten başta olmanın her türlü imtiyazından faydalandıkları halde, “Artık devletten nemalanmanın zamanı geldi geçti, herkes kendi başının çaresine bakacak. Devlet kapısında iş aramak yerine kendi işinizi kurun vs..” diyenlere sadece bu söylemleriyle muhalefet edilse yeridir.
Ama bizim daha başka, daha daha büyük işlerimiz var değil mi?
Hem devletten bahsetmek, kamu kurum ve kuruluşlarının ne’liği konusunda fikir yürütmek sol jargona teslim olmak gibi bir şey..
İşin içinde komünist olmak, komünist ilan edilmek riski de cabası(!)…
Kapitalist kapitalist geçinip giderken, Kur’an’ın öngördüğü adaletten, sosyal paylaşımdan, emeğin hakkının alın teri kurumadan verilmesinden; kendi yiyip içtiğinden, tükettiği her şeyden eskinin kölesine ama şimdinin asgari ücretli çalışanını da nasiplendirmesini icbar eden Kur’an ve sahih sünnet vurgusunu hatırlatmanın ne alemi var?
Hatırlatsak ne yazar, çok mu yabancı bize ayeti ayetle, hadisi hadisle çarpıştırmak?
Keza âlimi âlimle, aydını aydınla vuruşturmak?
Her yol, yanlışı meşrulaştırmaya gittikten sonra didinmenin ne âlemi var efendim?
***
Bu ara, “Bunlar da mesele mi canım?”..
Diyenler çok etrafımızda.. Çünkü Müslümanlar “büyük düşünür”ler…miş!
O büyük düşünürler de altımızı oyuyorlar bir bir..
Bizi birbirlerimize kırdırıyorlar..
Yeter ki devletleri, yeter ki cemaatleri ayakta kalsın..
Yeter ki global dengeler, küresel güçler kendi iktidarlarını ayakta tutsun..
En kötüsü de kendi “ben”leri mutmain olsun..
Her türlü inanç ve ideolojilerle koşulsuz diyaloga zorlanan sürecin götüreceği yerin ne olacağını sanıyoruz ki biz?
***
Asgari ücretliler, benim gibi sonrasını düşünemeyen(!) emekliler, bağkurlular; yani üç kuruş paraya talim eden garibim insanlar otursunlar şöyle bir de kendi dertlerine yansınlar..
Devletin, iktidarın istediği de budur zaten..
Günün yarısını çalışarak geçiren, sosyal münasebetlerden, hısım akraba ziyaretlerinin hakkını veremeyen; bilgi, kültür edinme, gündemi takip etme, düşünme ameliyesi sıfıra indirgenen; varsa yoksa devlet ve kurumlarının, sermaye sahiplerinin kazanması, devlete kutsal mı kutsal vergisini veren işletmelerin ayakta kalması için didinen insanlar ne güzel insandırlar siyasal erkin nezdinde!
Zulme isyan ruhu bastırılmış, hak arama duygusu köreltilmiş; evdeki bulgurdan olma riskiyle karşı karşıya bırakılmış, ölüm korkusuyla sıtmaya razı olan insanlar ne mübarek insanlardır, ne mukaddes varlıklardır iktidar sahipleri için!
***
Evet, Türkiye küresel ekonomik krize rağmen büyümede rekor kırmış.. Çin olmasa birinci olacakmış..
Maaşallah!
E bu saatten sonra da asgari ücretli, emekli, alt gelir düzeyinde yaşamını sürdüren işçi ve memur az biraz büyümeden nasipleniversinler canım..
***
Bilir bilmez ele aldığımız konuya bakar mısınız?
Muhalif bir ekonomistin dediği gibi, üçkâğıt ekonomisi fakir fukara, garip guraba, mazlum ve mağdur insanların hayrına işler mi, ne dersiniz?
Yoksa geç bunları mı diyelim, cümbür cemaat?
Ve son soruyu sorayım şimdi: Kölelik kaldırıldıysa eğer, asgari ücretli ne demek oluyor?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *