Ajan – Ajanlık

Ajan – Ajanlık

İslâm’dan başka bir dünya görüşünün gerek tümüyle gerekse parça parça hizmetinde bulunmak —ajanı olmak— istemeyenleri İslâm’la kendilerini yenilemeye davet ediyoruz.

Ercümend Özkan

Ajan, Latince asıllı bir kelime olarak İtalyanca’da Agente, Fransızca’da ise Agent şeklinde yazılmakta ve ‘Ajan’ şeklinde okunmaktadır. Casus karşılığı olarak da zaman zaman kullanılan kelime, kelime anlamı itibariyle belki aynı anlama gelmektedir. Casus kelimesi arabça kökenlidir. Batı kültürünün yerleşik kültürle yer değiştirmesi sonucu batı kökenli Ajan kelimesi günümüzde daha çok kullanılmaktadır. Her iki kelimede de ‘gizlilik’ faktörü bulunmakla beraber ‘casus’ kelimesinde salt olarak gizlilik söz konusudur. Ajanlık için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Lâkin Ajanlığın bir de ticarî, iktisadî alanda (Acente, Ajan) kullanıldığı göz önünde bulundurulunca casuslukla beraber olan anlamını taşmakta, gizlilik vasfını açığa çıkarmaktadır. Firmaların, bankaların kendileri adına iş yapan Ajans(Ajan-Acenta)ları vardır. 

Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz ve açıklığa kavuşturulmasına çalıştığımız husus ise Ajan ve Ajanlık’ın siyasî mahiyetine değinmek, siyasî bir tabir olarak Ajanlık ve Ajan üzerinde durmaktır. 

Bir devletin, bir diğer (yabancı) devlet nezdinde gizli olarak görevlendirdiği, görevini de görevliliğini de gizlemeye dikkat gösterdiği kişiye genel anlamda ‘ajan’ denilmektedir. Aynı gizliliğe riâyet edilerek devletin bir diğer devlet nezdinde birini görevlendirmesine paralel olarak, aynı devlet kendi ülkesinde de ajan kullanır. Tabiidir ki resmen öğrenebileceği bilgileri edinmenin yolu ajanlık değildir. Resmî bilgilerinin dışında kalan, özetle kendi yapısı ve varlığına karşı fikir ve bu tür fikirler etrafındaki teşkilâtlanmalardan haberdâr olmak, güçlerini bilmek, mensuplarını tanımak, yaptıkları ve yapacaklarını bilmek ve giderek de onları yönlendirmek, planlarını boşa çıkarmak, bozmak, belki birbirine düşürmek, kışkırtmak (provokasyon) suretiyle hareketi rayından çıkarmak, yönünü değiştirmek, suçlu duruma düşürmek ve suçluluğunu savunulmaz şekilde ortaya koymak ve kamuoyunun gözünden düşürmek ve benzeri amaçlarla kullanılan ajanlar da vardır. Bizim ilgi alanımız bunları da içine almakla beraber asıl üzerinde durmak istediğimiz şey, genel ve özel anlamda nasıl ajan olunur, kime ajan denilir, ajan ne yapar sorularının cevabını aramak ve birine ajan diyebilmek için hangi kıstasları kullanmanın gerektiği, ajanlık gibi görünse de bazı şeylerin ajanlık hakkında sağlıklı bilgi sahibi bulunulmamasından kaynaklanan yanlış değerlendirmeler olduğunu açıklığa kavuşturmaya çalışmaktır. Kavramların delâletleri ne kadar isabetle bilinirse o denli isabetli tavır sergilemek mümkün olur, diğer bir şeyle karıştırılmaktan uzak bulunulur.

Ajan tarifinin içinde iki ana unsur göze çarpmaktadır: Birincisi, bir başkası adına ve hesabına çalışıyor olmak, ikincisi ise bunu gizleyerek yapmak. Bir başkası için çalışıyor olmak çeşitli hallerde karşımıza çıkar: 

1. Vazifelendirilmiş olarak,
2. Gönüllü olarak. 

Vazifelendirilme gerek resmî gerekse gayrı resmî olabilir. Bu bir bakıma memuriyettir. Ki vazifelendirilenin (vazifeyi kabul etmiş olması açısından) görevi de sayılır. Vazifelendirilen için de vazifesi ile candan ilgilenerek, benimseyerek onu yapıyor olmakla, aldığı ücretin gerektirdiği kadar yapması söz konusudur. Memuriyeti gereği de olsa memuriyetinin bilinci içinde görevi üzerinde çalışmakla, görevini iğreti tutmak arasında fark vardır. Ki bu vazifenin sonucunda kendini ortaya koyar. 

Gönüllü olarak ajanlık ise daha ziyade ücret beklemeden, verilen işi benimsemenin sonucu olarak yüklenilir ve yürütülür. Gönüllü yüklenmeler de bilinçli (ne yaptığının farkında olunarak) yapıldığı gibi, doğrusu kendisine verilen görev bilinerek veya hamakat eseri olarak da yüklenilir. Çoğunlukla da bu ikinci cinsine rastlamak mümkündür. Ve yine çoğu kez kendiliğinden yüklenilen bir iş olarak yürütülmesine veya bu durumda görüntü verilmesine rağmen böylesinin hareketleri kendisine verilen bir görevin sonucu yapılıyor sanılarak karıştırılır, görevini kendisine verilen vazife sonucu yapanlarla. Ekseriyetle yanılmalar hâsıl olur. Önünüzde birçok örneğini görmeniz; geriye dönüp baktığınızda, yaşanan olayların bazılarıyla ilgili yargılarınızda bunu gösterecektir. Ki bunlar büyük yanılgılardır. Kim yaptığını bilerek yapıyor, kim ise bilmeden yapıyor iyi tesbit etmenin hayatî önemi bulunmaktadır. Zira sonuç olarak ortaya çıkan yargının (hükmün) ağırlığı insanı ilzam eder. Bundan kaçınmak gerekir. Buna rağmen bu gibiler uzak durulması, kendisine önemli şeyler söylenilmemesi gereken kişilerdir. 

Konunun asıl önemli yanı bize göre şudur: Bir insan —meselâ Müslüman bir insan— Müslümanım demesine rağmen, İslâm’dan başka şeyler söylüyor, yaşıyor ve gerçekleştirmek için çalışıyorsa bu insan farkında olsa da olmasa da, ücret alsa da almasa da, vazifelendirilmiş olsa da olmasa da kendisini İslâm aleyhine söyleyip, gerçekleştirmeye çalıştığı fikrin, ideolojinin ajan’ı olmaktan kurtaramaz. Bu şu demektir ki bir insan müslümanım diyorsa, İslâm’ı bilmelidir. Yalnızca İslâm’a göre davranıyor olmalıdır. İslâm’ı öğretmeye ve İslâmca yaşanılmasına çalışıyor olmalıdır. Bunun için ise kendisini tekrar tekrar İslâm ile yıkamalıdır. Tekrar tekrar İslâm ile durulamalıdır. O kadar kendini elden geçirmelidir ki onda İslâm’dan gayri bir şey kalmayıncaya kadar. Asgariden bu bilinç ve çabanın içinde bulunması gerekmektedir. 

Hem Müslümanım denilir hem İslâm bilinmez, hem tek hâkim Allah’tır denilir hem hakimiyet O’ndan başkasına tanınırsa, kaçınılmaz olarak, İslâm dışı bilinen, benimsenen ve işlenen fikir ve ideolojilerin adamı —ajanı— olmaktan kurtulmak da mümkün olmaz. İnsanı hastalıktan sağlığın koruduğu gibi küfürden de İslâm korur. Hastalıktan korunmak için sağlığın ne olduğu, nasıl sağlandığı, nasıl iyice bilinmeli ise, hastalıklara karşı ne gibi tedbirlerle sağlığın korunması kabil oluyorsa, bilinen ve yaşanan İslâm’a arız olacak hastalıklarla da nasıl mücadele edileceği, ne gibi tedbirlerle onlara karşı konulacağı ve İslâmi sağlığın bozulmasının önüne geçileceği de Kitab ve Sünnet prospektüsünde yazılıdır. 

Biz kendimizi İslâm adına ve hesabına düşünen ve hareket edenler yapmak istiyorsak, kendimizde ne kadar İslâm dışı, tavırlarımızı etkileyen kavramlaşmış fikirler ve tavırlar var ise bunların hepsini tasfiye etmeliyiz. İslâm dışı kültürümüzden —bilerek bilmeyerek iktisab etmiş olabiliriz— soyutlamalıyız kendimizi. İslâm kültürü ile yıkamalıyız kendimizi defaatle. Bu yıkama devamlılık arzetmeli ve arı-duru oluncaya ve bu hâli korumak için de devam edecek şekilde sürekli olmalıdır. 

Eğer İslâm’la uzaktan yakından alakası bulunmayan (İslâm dairesi içinde olmayan) fikirlerimizi atmaz, tavırlarımızı yeniden gözden geçirerek terk etmez, kendimize İslâm’la hayatiyet kazandırmaz isek bilelim ki bizde mevcut fikirlerin, başka ideolojilerin kavramlarının esiri olmaktan kurtulamayız. Bir bakıma, Müslümanım dediğimiz halde şâyet sosyalist veya kapitalist fikirlerimiz bizi yönlendiriyorsa bu fikirlerin ajanı olmaktan kendimizi kurtaramayız. Zira bu fikirler lehine çalışıyor, kazandığımızı bu ideolojilerin zimmetine geçiriyoruz demektir. 

Yakın tarihte ve bilhassa bölgemizde ajan yönetici olarak gözümüze çarpıveren bazı yöneticileri, örnek olması bakımından isimleriyle belirtmekte zaruret görüyoruz. İran’da Şah Rıza ve oğlu Muhammed Rıza, Hicaz’da Mekke Şerifi olarak görev yaptığı halde İngilizlere ajanlığı ile ünlü Hüseyin, bunun oğlu Kral Abdullah ve devam edip gelen nesli, Şerif Hüseyin’in çocuklarından Irak’a kral yapılan Faysal, Suudîler ve devam eden krallar, Kral Faruk bunlardan bazılarıdır. Elbette yakın tarihi iyiden iyiye bilenler yukarıda verdiğimiz ölçülerin ışığında, başkalarının da bulunduğunu kolaylıkla görebileceklerdir. 

Müslümanım diyen herkesi Müslümanım demesinin gereğini yerine getirmeye, kendini İslâm’la yenilemeye, içinde yaşadığı ortamda üzerine bulaşan İslâm dışı serpintileri temizlemeye, bunlara bulaşmaktan uzak durmaya çağırıyoruz. Dupduru bir İslâmi kişiliğin hâsıl edeceği beraberlikler, buna kâdir olmayanları da koruyuculuk vasfı taşıyacaktır. 

Evet, İslâm’dan başka bir dünya görüşünün gerek tümüyle gerekse parça parça hizmetinde bulunmak —ajanı olmak— istemeyenleri İslâm’la kendilerini yenilemeye davet ediyoruz. Bunu, kendimizi tümüyle elden geçirmek, tek örneğimizi ve Onun örnek edindiği Kur’an’ı iyi bilerek yapabileceğimizin alternatifi yoktur. Müslümanım diyen, İslâm’ın malını pazarlamalıdır. İslâm damgası taşıyan malların alışverişi ile meşgul olmalıdır. Başka firmaların malını değil. Avrupa’nın (batının) fikrî ideolojik ürünlerini pazarlamaktan uzak duralım. Kendi dünya görüşümüz İslâm’ın üstün kalitedeki mamullerini hem kendimiz kullanalım, hem de başkalarına imrendirmeye çalışalım. Zaten biz kendi üzerimizde gereği gibi kullanarak güzelliğini gösterirsek, pazarlamasına da başlamışız demektir. Bütünüyle kendimizde mevcut ne var ise hepsini gözden geçirip, İslâm damgası taşımayan neyimiz var ise tümünü kapı dışarı etmeye ve aynı damgayı taşıyan ideolojimizin mahsulü fikir, bilgi ve kavramları edinmeye bakalım. Göreceksiniz hem ele yâr olmayacağız, hem de yalnızca İslâm’ı yâr edineceğiz. 

(İktibas, sayı 70)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *