Dünyaya veda etme anı gelip çattığında dünyanın aksine bu yeni yolculuğunun çıkış anı bilinmez. Şimdi her şeyi bilene gitti. Orası rahmeti zayi etmez, hesapta hata bilmez. Allah ne güzel vekildir.
Mustafa İnan
Her insanın ölümü kendi sırrında gizlidir. Gidenin bildiği o sır, er geç yakalar bizi. Oysa ölüm gündeme geldiğinde bilmediğim bir şey vardı. Bir evlat babasını son kez anlatabilir miydi, sığar mıydı satırlara, yaşanmışlıklar ve anılar anlatılabilir miydi? Nutkum tutuluyor, canım acımıyor, yanıyor. Bu sefer öyle feryat figan ile değil, derin bir boşlukta yanıyor. Çıkılmış bir yolun son durağında, mezar taşının yanı başında düşündüm durdum. Yaşarken ölümü sevebilen, ölümle bağ kurabilmenin, sırrına erebilmenin yollarına revan olup, yutkunup duracağım. Ölüm gelir ve sevdiklerimiz ile aramıza ahirete kadar derin ayrılıklar bırakır. Mehmet Baba da ebedi âleme gidip ahirete kadar ayrıldı bizden.
Mehmet Kantar ile Kayseri’de yıllar önce tanışmıştım. Aradan yıllar geçecek, Rahman bizi aynı çatıda buluşmayı ve aile olmayı nasip edecekti. Hayat yolculuğumda sırtımı dayayacağım bir dost eli, Mehmet Kantar’ın damadı olmam için harekete geçmişti. Nitekim dost, emin sıfatını taşıyandı. Kantar ile tanışıklığımızın ve aramıza giren 10 yılın ardından kavuşmuştuk. Kavuştuk ama ölüm gerçeği vardı ve bu ayrılık demekti bizim için. Damat sıfatı ile bir babanın kapısını çalmak kolay olmasa gerek. Araya giren yılları bir kenara bırakıp, hemen evini açmıştı. İlk sohbetimizde yaşının verdiği olgunluk ve tecrübesi ile kucaklamıştı. Az zamanımız olmasına rağmen sohbet etmeye koyulmuştu benimle. Anadolu’nun olumsuz gelenek ve göreneklerini reddeden, tamamen Allah’ın rızasını kazanmanın emanetini oracıkta avucuma bırakıvermişti. ‘’Senden tek isteğim, kızım ile Allah’ın rızasını kazanmanızı ve bu yol üzere yaşamınızı devam ettirip bu yol üzere canınızı teslim etmeniz, bedeli ne olursa olsun..’’ sözü halen kulaklarımda çınlar durur. İlgi çekici bir üslup ile dostça nasihatlerde bulunmanın bilincindeydi. Nitekim tanıştığı insanlarla yakından ilgili olmakla birlikte güler yüzlü, alabildiğine merhametli ve iyi niyetliydi.
Ellerini birleştirmiş bir şekilde, muhatabını pür dikkat dinlemesi kendine has bir görüntüydü. Okuyan, düşünen herkese kıymet vermeyi seven bir adam. Yalnızca okuyan kesim ile değil pazarcısıyla, kapıcısıyla, parkta oturan gençler ile hasbihal halinde tebliğ etmekten geri durmazdı. Yeni bir fikir duyduğunda “Ben hiç o açıdan düşünmemiştim” diyecek erdeme sahipti. Kendisi de okumaktan, düşünmek ve yazmaktan geri durmazdı. Kur’an’a âşıktı. Zamana verdiği mana ile Kur’an’a dönüş çağrısını yinelemek birincil ödeviydi. Aslında Mehmet Kantar denildiğinde; ortak dilin sohbet konusu Kur’an’ı Kerim olması kendisi ile bir bütün olmuştu. Kur’an’ı anlama hedefinin yaşamı boyunca devam ettiğine şahit oldu sevdikleri. Kalemini elinden düşürmezdi. Kur’an’da bulunan duaların önemine atfederek kitaplaştırdığı dua ayetlerini kendisi ile hemhal olan bilir. İslam’dan edindiği birikimlerini, izlenimlerini somut bir şekilde kullanırdı.
O ömrünü Allah için yaşamaya adamıştı. Dünya yolculuğunda tevhid-şirk ayrımının üzerine hassasiyet ile eğilerek, hayatımızın temel noktasının tevhid olması gerektiğini vurgulardı. Şirk ile mücadelenin her daim devam ettiğini, Müslümanların uyanık olması gerekliliği üzerinde ciddi bir emek sarfetmeyi önceliyordu.
Bir neslin inşasının önemsenmesine vurgular yapardı. Bizden sonraki nesillerin, bizden aldıkları İslam sancağını daha ileriye taşıyarak ancak İslam’ın hâkim olacağı üzerine tavsiyelerini sık sık hatırlatarak: ‘’Biz Meryemleri yetiştirirsek Allah’ın izniyle İsalar da yetişecektir.’’ sözlerini kendisinden duymanız mümkündü.
Yaşına ve tecrübesine rağmen her işinde, fikrine güvendiği insanlara, yaşı kaç olursa olsun, danışmaktan çekinmediğine şahit olurduk. Doğruya yönelimde, istişareye ve şura ehline önem atfederdi. Müslümanlar ile birarada olunması gerektiğine inanan biri olması fikir dünyasını kuşatmıştı çünkü.
Programlı çalışmayı ilke edinen bir baba. Sabahın erken saatlerinde evinin yakınlarında yürüyüş için yola koyulduğunu ve ardından evine, odasına vardığında masa başında Kur’ani çalışmalar yaptığını görmek kaçınılmazdı. İslami bir hayata özlem duymak ile birlikte devamlı Kur’an ayetleri, doğa ayetleri ve insan ayetlerinin bir bütün olduğu, bu ayet bütünlüğünün okunması gerektiğini vurgulardı. Bu sebepledir ki tanıştığı çevresi ile diyalog kurmanın gerekliliği ile doğa gezilerine çıkmayı çok severdi. Okumak üzerine olan bu geziler hakkında uzun uzun düşünmek gerektiğini hatırlatırdı. “Bize hem dünyada hem de ahirette iyilik ver’’ duası gereği, dünyada ahiret azığı hazırlayacağının bilinciyle, seyahat etmeyi, gezip gördüğü yerlerde tefekkür etmeyi sevdiğine şahitlik etmiştim.
Tanışmak, seyahat etmek ve programlı çalışmalar üzerine uzun uzadıya konuşur dururduk. Fakat umduğum gibi olmadı, olamadı. Gitti çok sevdiğine. Koca bir ayrılık girdi aramıza. Yani ölüm haberine dayanmak ve katlanmak sarıverdi benliğimi, hiç yakın olmadım ölüme bu kadar. Yapacak onca hayallerimiz vardı. Yaşamının ve ölümünün bıraktığı duygular, satırların arasında şimdi. Öncelikle eşi, çocukları, torunları sonra dost ve yakın çevresine bir örneklik, şahitlik bırakarak gitti. Ölümü ve getirdiklerini düşünüyorum da ne güzel sığdırabildi bunca anıyı yaşamına.
Hastanede olduğu ilk zamanlarda söylediği “Dünyayı yönetenlerin tüm insanlığı getirdiği noktayı, özellikle virüs sürecini vahiyle yeniden okumak, hikmetli çıkarımlar yapmak zorundayız. Biz bugün her zaman olduğu gibi yolda yalnız kalmanın zorluğunu ve imtihanını yaşıyoruz. Geldiğimiz noktada hep yıllarca yalnız kaldığımız Tevhidi mücadele sürecini yaşıyoruz. Bizim dünyanın ve ahiretin maliki Rabbimiz var. O zalimlerin neyi var? Allah ne güzel vekildir. O ne dilemişse o olacaktır ve O’nun hükmünü kimse değiştiremeyecektir.’’ sözü gerçekleşmiş oldu. Çünkü Rabbimiz diledi ve babamız çok sevdiği Rabbine kavuştu. Muhatabı olduğu, önemsediği vefalı kardeşleri cenazesine omuz verme sahipliği ile vasiyetini yerine getirmişti. En sevdiğine varmanın zamanı gelmişti. Ölüm aramıza feryatlar değil, boşluk ve hüzün bıraktı. Öldükten sonra asıl yurdumuza varmanın şuuruyla şahit olanların ölümlerine neden feryat edelim. En sevdiklerimiz yokluğunda bile rahmeti çağrıştırıyor ise, o kişi yaşıyordur. Dilimizden dökülen sadece İnna lillahi ve İnna ilâyhi râciûn (Biz Allah’a aidiz, O’nun için yaşıyoruz ve O’na döneceğiz) ayeti. Vefat haberi bende “Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.’’ ayetini günlerce hatırlattı. Çünkü bilakis Rabbi’nin yolundaydı ve ben gördüğüm, bildiğim kadarıyla şahit olurum ki Mehmet Kantar yalnız Rabbine yönelmişti.
Dünyaya veda etme anı gelip çattığında dünyanın aksine bu yeni yolculuğunun çıkış anı bilinmez. Şimdi her şeyi bilene gitti. Orası rahmeti zayi etmez, hesapta hata bilmez. Selam olsun sana.
Zaman alacak yokluğuna alışmak. Sen gittin ve sessizlik kapladı her yanımızı. Ardından bıraktığın vasiyetini açıp okumaya karar verdik. Kur’an’dan ayetler ile ölüm gerçeğini, tevhid üzerine yaşamayı, şirk koşmamayı, Allah’tan başkasına kulluk yapmamayı, bölünüp parçalanmama tavsiyeleri ile bizim için şu dua ile bitirdin yaşamını: “Allah’ın kitabına sımsıkı sarılın, sakın ondan başka yollara tevessül etmeyin. Hayatınızda tüm kullukla ilgili amellerinizi Allah’ın kitabına dayandırın. Tüm hallerinizde şeytanî güçlerin ve hastalıklı insanların zarar ve şerlerinden; Allah’ın ayetleriyle Allah’a sığının.”
Ve geleneksel rutini bozan mirasını, nasıl sığdırdın gözyaşlarımıza. Malın ve mülkün hiçbir fayda vermeyeceğinin farkına vararak yazmıştı şu cümleleri, “Mirasım olarak sizlere uzun süre üzerinde çalıştığım, benim için adeta hayatım olarak gördüğüm Kur’an-ı Kerimimi, saatimi ve kalemimi bırakıyorum. Bunların kıymetini bilin. (Okumak, yazmak ve yaşamak)” vasiyeti ile göçüp gitti en sevdiğine.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *