Her ne kadar Rus tarafı kendilerini tüm dünyanın gözünde işgalci ve katil konumuna sokan bu durumu kendilerinin istemediğini, buna mecbur bırakıldıklarını beyan etse de bu algıyı değiştirme şansı da artık bulunmamaktadır.
Büyük olaylar büyük sonuçlar doğurur. Tersinden okuyacak olursak ne kadar büyük sonuçlar hedefleniyorsa o kadar büyük olaylar çıkarılmalıdır. Tarih boyunca yaşanan önemli gelişme ve değişiklikler bu tarz olayların akabinde gerçekleşmiştir. 1.Dünya Savaşı ile altı yüzyıllık Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilmiş, 2.Dünya Savaşı sonrası dünyanın yeni ‘patronu’ ABD olmuştur. 2.Dünya Savaşı ki 50 milyondan fazla insanın öldüğü, tarihte ilk kez bir nükleer bombanın kullanıldığı, doların dünyada altının yanı sıra rezerv değer olarak kabul edilmeye başlandığı, yeni bir küresel düzenin oluştuğu oldukça büyük bir olaydır. 11 Eylül saldırıları gibi bir sebebiniz olmadan Afganistan’ı işgal edebilir miydiniz mesela? Suçlunun başına gelecekleri hak ettiği konusunda herkesin değilse de çoğunluğun aynı kanaatte olmasını sağlamak da bu işin bir parçası olsa gerek. Bugün Rusya’ya uygulanmakta olan yaptırımların ancak haksız bir işgalin cezalandırılması olarak uygulanabileceği de gayet açıktır.
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte dünyada tek kutuplu bir düzen kuruldu. 90’lı yıllar Rusya açısından son derece sıkıntılı geçti. İdeolojisi iflas etmiş, ekonomisi tükenmiş, ordusu ne yapacağını bilmez halde, en ağır silahların bile ordudan çalınıp orada burada satılabildiği ve insanların da onurlarını koruyamayacak hale geldiği günlerdi 90’lar Rusya için. O yılları yaşamış olanlarımızın da rahatlıkla hatırlayacağı günlerdir. Rusya açısından bu gidişatın değiştiği dönem 2000’lerin başlarından itibaren eski bir KGB ajanı olan ve sürekli SSCB günlerine vurgu yapan Putin’in dönemi olmuştur. Son 20 yılda Putin yönetiminde Rusya adeta yeniden şahlanmış, hızlı bir ekonomik ve askeri toparlanma sürecine girmiştir. Özellikle petrol, doğalgaz ve değerli madenleri sayesinde kısa sürede ekonomik olarak güçlenmiş, bugün gelinen noktada sadece AB’ye günlük 700 milyon doları bulan petrol ve ürünleri satar hale gelmiştir. Ukrayna’ya savaşı başlattığı günlerde Rusya Merkez Bankası’nın 650 milyar dolarlık nakit rezerve sahip olduğu açıklanmıştı.
Öte yandan Batı ve daha çok ABD için asıl tehdit olan Çin de Rusya ile iyi ilişkiler içinde ve birbirlerinin pozisyonlarını koruyan bir noktada bulunmaktalar. Pek çok alanda gelişen Çin-Rusya işbirliği, dayanışması da güç merkezinin Asya’ya kayması konusunda Batı açısından ciddi rahatsızlıklar oluşturuyor. Her geçen gün daha da güçlenen ekonomileri ve beraberinde gelişen askeri kapasiteleriyle bu ülkelerin Batı için daha büyük tehdide dönüştükleri açıktır. İşte bu gidişe bir dur demek ve kendi hegemonyasının devamını sağlamak açısından Batı Rusya’yı Ukrayna tuzağına ince ince çekmiştir.
Bugün Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı savaş tüm dünyanın ana gündem maddesi haline gelmiş durumda. Zira hem kısa hem de uzun vadeli sonuçları açısından oldukça önemli etkiler bırakacağı kesin. Meselenin çok boyutlu ele alınması, olası kısa-orta-uzun vadeli ekonomik, askeri, siyasi sonuçlarını doğru okumak gereklidir.
Ukrayna, Rusya’nın bu saldırgan tutumunu, en azından Rus Devleti nezdinde haklı çıkaracak bir duruşu uzunca bir süredir sergilemekteydi. Batıyla ve özellikle NATO ile sürekli flört halinde olması doğal olarak Rusya’nın buna sessiz kalamayacağı bir durumu ortaya çıkarmak için yeterli bir sebepti. 2014’te Kırım’da yaşanan işgal ve akabinde Rusya’nın Kırım’ı ilhakı da bu sürecin bir sonucuydu. Zaten Rusya’nın son 20 yılına damga vurmuş olan Putin her fırsatta SSCB’nin dağılmasının 20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi olduğunu dile getirmekte ve eski SSCB cumhuriyetleri/toprakları hakkındaki niyetini gizlememektedir.
Rusya’nın bu savaşla büyük bir tuzağa çekildiğini söylemek mümkündür. Öncelikle bu savaş ki, Rusya tarafının hızlıca kazanıp bir oldubittiye getirmeyi planladığı hatta içeriden Rusya yanlılarının desteğiyle Ukrayna’nın da Belarus benzeri bir uydu devlete dönüşeceği fikri hakimdi ancak bunun mümkün olmadığının çabucak anlaşıldığı bir ortamda Rusya’nın çokça para, asker, itibar ve en önemlisi gücünü kaybetmesiyle sonuçlanacağı şekilde ilerlemektedir. Her ne kadar Rus tarafı kendilerini tüm dünyanın gözünde işgalci ve katil konumuna sokan bu durumu kendilerinin istemediğini, buna mecbur bırakıldıklarını beyan etse de bu algıyı değiştirme şansı da artık bulunmamaktadır.
Bu ortamda İngiltere’ye özel bir parantez açmak gerekir. Brexit ile Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere’nin bu savaşta ve süreçte üslendiği misyon da çok ilgi çekicidir. Daha ziyade ekonomik bir birlik olan AB’nin siyasi meselelerde hep ABD’nin gerisinde kalması kaçınılmazdı. Buna Avrupa riyakarlığı ve çıkarcılığı da eklenince sadece kendi çıkarlarını önceleyen sinsi bir AB ile ilerleyemeyeceğini gören İngiltere’nin birlikten ayrıldığını ve bugün dünya siyasetinde eskiye nazaran çok daha aktif bir rol aldığını söylemek yanlış olmaz. Hatta bu savaşın ana aktörlerinden biri olduğu kendilerince yapılan açıklamalardan da anlaşılmaktadır.
Bu savaşla birlikte ortaya çıkan önemli sonuçlardan biri de NATO’nun durumudur. Yakın zamanda Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ‘beyin ölümü gerçekleşti’ dediği NATO şu anda en revaçta kurumların başına yerleşmiş durumdadır. NATO’ya harcanan paraları gereksiz gören Avrupa aslında bu paraların hiç de boşa ödenmediği ve NATO’nun gerçek tehditlere karşı gerçek bir çözüm olduğu konusunda yeniden ikna edilmiş oldu. Rusya gibi bir tehdide karşı kendi başlarına çaresiz olduklarını da anlamış görünüyorlar. Bunun doğal bir sonucudur ki Almanya kendisinin de dahil olduğu Tornado uçak projesinden vaz geçip Amerikan’ın başını çektiği F-35 konsorsiyumuna yönelmiş ve 100 milyar Avro gibi önemli bir rakamı gözden çıkardığını açıklamıştır.
24 Şubat’tan bu yana süren Rusya saldırganlığının en büyük kazananı kuşkusuz ABD’dir. ABD’nin bir taşla pek çok kuş vurduğu bu savaşta elde ettiği bir menfaat de giderek daha fazla yaptırım ve ambargolarla engellenecek olan Rus gazı ve petrolünün yerine kendi kaya gazı ve petrolüne Avrupa’da yeni pazarlar bulmak olacaktır. Şu anda Rusya’nın en önemli gelir kalemi olan Avrupa’ya yaptığı enerji ithalatı, Avrupa’nın derhal durdurabileceği bir şey değil, zira bu kaynağın Avrupa tarafında tam ve hazır bir alternatifi bulunmuyor. Ancak Avrupa’nın uzun vadede Rus enerjisine alternatifleri üreterek, Rusya’nın en önemli gelir kaynağından olmasına vesile olması beklenmelidir. Bu durumun bir işareti olması bakımından Avrupa ülkelerinin yeniden nükleer enerjiye dönmeye başlaması, daha önce kapatılmış bazı kömür santrallerini devreye almaları sayılabilir. Ayrıca Türkiye ile İsrail’in yakınlaş(tırıl)ması da İsrail’in çıkardığı gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması, Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin yakın zamanda Türkiye ve Avrupa’ya gaz ihracına başlanacağı açıklaması da bu bağlamda değerlendirilmesi gereken konulardandır. Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmeleri de dikkatle takip etmek gerekiyor zira Fas, Cezayir, Mısır, Libya gibi gaz ve petrol rezervleri yüksek ülkelerin de Rusya’ya alternatif arz sağlamaya çalıştıklarını müşahede ediyoruz.
Türkiye ise, Rusya-Ukrayna savaşı karşısındaki tutumunu daha çok tarafsızlık şeklinde sürdürmeye çalışıyor. Zira savaşan tarafların her ikisi de Türkiye’nin hem bölgesel hedefleri hem de ekonomik ilişkileri bakımından oldukça önemli partnerler konumunda. Türkiye bu savaşın bir an evvel son bulması için ciddi bir diplomasi atağına girişmiştir ve tarafları İstanbul’da bir araya getirmek de dahil birçok adım ile Batı bloğunun ilerisinde bir tavır sergilemektedir. Her ne kadar bir NATO üyesi olsa da NATO’nun bu konuda iyi niyetli davranmadığını dile getirmekte, daha çok ABD ve Batının çıkarlarını kollaması, bu meselede görece bağımsız bir politika izlemesini gerektirmiştir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun NATO Zirvesi sonrası yaptığı ‘NATO’ya üye bazı ülkeler bu savaşın bitmesini istemiyor’ açıklaması kimin nerede durduğunu göstermesi bakımından oldukça dikkat çekici bir ayrıntıdır diye düşünüyoruz. Gerçekçi olmak gerekirse Türkiye’nin bu konuda izleyebileceği ‘bağımsız’ politikanın Batının ona müsaade edeceği kadar olduğu kuşku götürmez. Zira Türkiye başından beri Batı bloğunun bir parçası olduğunu, bu durumun AK Parti iktidarında da zerrece değişmediği, iktidar mensupları tarafından sürekli dile getirilmektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki Rusya özellikle uzun vadede son 20 yılda elde ettiği kazanımlarından acı çekerek vaz geçmek zorunda kalacak ve yaşayacağı gelir kayıplarına bağlı olarak muhtemel iç sıkıntılara düçar olacaktır. Bu da küresel sistem içerisinde sistemin sahiplerinin, egemenlerinin kontrolünden çıkmaya çalışmanın er ya da geç bu tür sonuçlara sebep olacağı konusunda, dünyanın geri kalanına bir ibret-i alem özelliği taşıyacağı gibi, Avrasya cephesi de büyük bir hasar alacaktır. Bütün bu çekişmeler arasında, savaşta ölen on binlerce insanın, evlerini-yurtlarını terk edip mülteci konumuna düşmek zorunda kalan milyonlarcasının ise bu savaşın müsebbibi ve destekçileri açısından zırnık kadar önemi bulunmamaktadır!
İKTİBAS (Mayıs ayı yorumu)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *