Türkiye’de Özal’la hız kazanan liberal anlayış şimdilerde tüm partileri kuşatmış, Fukuyama’nın ‘tarihin sonu’ tezindeki tespitiyle adeta zaferini ilan etmiş gözükmektedir. Mesele Türkiye’de hangi partinin iktidar olacağı meselesi değildir.
Türkiye yeni seçim sürecine girerken ittifaklar çoktan oluştu. AKP ve MHP, Cumhur İttifakı adı altında birlikteliğini korurken; CHP, İYİ PARTİ, DEVA, GELECEK, SP ve DP partileri de Millet İttifakı adı altında birlikte hareket ediyor görüntüsü veriyor. Görüntüsü veriyor diyoruz zira arada bir bu altı partinin her birinden farklı sesler çıkabiliyor. Seçime kadar olan sürede bu sesler akort edilip birlikte, düzenli bir sese tam olarak dönüşebilir mi bunu da zaman gösterecektir.
Şu ana kadar Millet İttifakı’nın en önemli seçim vaadi ‘Güçlendirilmiş Parlementer Sistem’e dönüş olarak bilinmektedir. Partilerin genel olarak tüzüklerinde ya da seçime dair seçmene vaadettikleri arasında çok büyük farklar yok gibi görünüyor. Hemen hemen hepsi liberal, özgürlükçü, cinsiyet eşitliğine dayanan, serbest piyasa ekonomisine iman etmiş, devleti yalnız güvenlik bekçisi gibi algılayan bir anlayışı kabul etmiş görünmektedir. Sol kesimin katı Kemalist yanını temsil eden CHP bile jakoben tavrından vazgeçerek daha ılıman mesajlar vermeye devam ederken, diğer yandan SP de ‘İslamcı’ söylemlerini azaltarak daha liberal bir çizgiye eklemlenmektedir. Türkiye’de Özal’la hız kazanan liberal anlayış şimdilerde tüm partileri kuşatmış, Fukuyama’nın ‘tarihin sonu’ tezindeki tespitiyle adeta zaferini ilan etmiş gözükmektedir.
AKP’nin dindar nesil projesi ise ‘Deist’ nesle dönüşmüştür. Kuşkusuz bunda AKP’nin dini yedeğine alan siyasetinin, sekülerliği meşrulaştırmasının payı büyüktür. Başörtüsü Allah’ın emri olmasından daha çok bir ‘demokratik hak’ka çevrilmiş ve moda nesnesine hızla evrilmiş, tesettür asli manasından uzaklaştırılmıştır. Kur’an’ın akrabaya iyiliği emretmesi, AKP’li Mehmet Metinerce nepotizmin (akraba kayırmacılığı) meşruluğuna delil olarak kullanılması, Hayrettin Karaman’ın “yolsuzluk, hırsızlık değildir” ifadesiyle yolsuzluğa kılıf bulunması, kur korumalı sistemle fakirden alıp zengine faizle para verilmesine ‘hibe’ ifadesi ile faizin meşrulaştırılması, din sanki her türlü yanlışa cevaz veriyor gibi bir algıya dönüştüğünden olacak dindar nesil hedefi deist nesil şeklinde sonuçlanmıştır! ‘Z’ kuşağı olarak tanımlanan nesil, kendi çıkarları için her şeyin meşru addedildiği bir düzen içinde yetiştiğinden duygudan, değerden, inançtan yoksun biçimde kendi bencilliğine hapsolmuş olarak yaşamayı doğru zannetmektedir. İşte bu nesil, her iki ittifak partilerinin de oy potansiyeli olarak algılanmakta ve yeni seçim projeleri de bu gençlik üzerinden yapılandırılmaktadır. Cinsiyet eşitliği, cinsiyetsiz bir toplum var etme vaadi, internetin sınırsız ve bedava kullanma vaadi, beyin göçünü engelleme, gençlere dijital okur yazarlık ve iş imkanları oluşturma gibi daha birçok projeler ballandıra ballandıra parti tüzüklerine ivedilikle sokulmaktadır. Orta yaş kesimi ise artık zihni, ideolojik çatışmaları bir yana bırakarak daha fazla kazanma telaşı içerisinde kendine yeni sistemde bir yer aramakla meşgul durumda. Türkiye’de tüm toplumsal kesimleri kucaklayacak ve her kesimi memnun edecek politikalar tüm partilerce vaad edilmektedir. Bu vaadler kuşkusuz yalnızca bugünkülerin değil geçmişteki birçok siyasi partinin de vaadlerindendi.
Partilerin topluma vaad ettikleri programlar toplumsal kesimleri nasıl etkileyecek sorusu seçmenin zihnini kurcalıyordur. Mesela şimdilerde AKP gitsin de kim gelirse gelsin diyen epey bir kesim var. Zannediyorlar ki AKP gidince ülke çok daha iyi olacak. Meselenin parti değişimiyle hallolacağını düşünmek fazlaca iyimserlik barındırır. Zira mesele sistemin kendisidir. Kapitalizme iman etmiş, serbest piyasa ekonomisi içinde “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışına ram olmuş bir sistem asla ve kat’a toplumun hayrına bir değer üretmeyecektir. Kapitalizme göre paranın dini imanı olmaz. Paranın rengi yoktur. İslam’a göre ise vardır. Öncelikle kazanılan paranın helal olup olmadığı sorgulanır. Helal olmayan kazançlar ve yöntemler yasaklanır. Dolayısıyla kapitalizmin kurallarıyla yürüyen hangi parti olursa olsun geleceği nokta bugünkü AKP’nin kriz ekonomisidir. Yeni bir seçimle AKP dışında bir parti iktidara gelecek olsa, piyasalarda oluşacak güven ortamı sayesinde ve gelecek olan her partinin belli bir kredisi olacağı düşüncesiyle belli bir süre için piyasalar canlanıp bir nebze daha iyi gibi algılanabilir. Ne var ki bir süre sonra aynı düzen içinde yeni krizlerle baş başa kalınacaktır.
Arnold Toynbee’nin ‘Herodyan’ bakış açısı olarak tarif ettiği Batı’ya öykünmecilik devam ettiği sürece bir millet en fazla, öykündüğü medeniyetin sınırları içinde kalabilir. Öykündüğü medeniyet ise her zaman herodyan bakıştan üstte olur. Dolayısıyla piyasanın bir iyi iki kötü hali bir kısır döngü olarak devam eder. Çünkü esas mesele sistem meselesidir. Sistemin komple sil baştan yapılanması lazımdır ki batıl sistem var olduğu sürece zenginin lehine orta kesimin aleyhine bir hareket sürekli olacaktır. Dolayısıyla partilerin tüzükleri her ne kadar cilalı olsa, cazip görünse de vitrini süslü ama içi boş dükkân misali bir değeri yoktur. Partileri finanse eden zenginler elbette destekledikleri partilerin iş başına geçmesiyle birlikte harcadıklarını almak isteyeceklerdir. Her yeni iktidar kendine destek veren yandaşlarını daha zengin yapacaktır. Bürokrasi içinde kayırmacılık önüne geçilemez bir durum olarak varlığını devam ettirecektir. Adalet mekanizması da denetim mekanizması da hiçbir zaman gerektiği gibi işleyemeyecektir. Adamına göre hukuk, adamına göre iş anlayışı bu sistemin mayasında olan bir şeydir. Bütün bunları bir kehanet olarak söylemiyoruz elbette. Geçmişten bugüne bir sistem analizi yaptığımızda karşımıza çıkan sonuç budur.
Ayrıca Türkiye’de hangi partinin seçileceğine seçmen karar veriyormuş gibi bir görüntü olsa da bunun da doğru olmadığını pek çok insan biliyor. Yüzünü ABD politikaları ile Avrupa’ya uyumlu bir bakışa sokmayan ve herodyan bir anlayışı benimsemeyen bir partinin seçim kazanma şansı var mıdır bu düzende? Bu memlekette İslami anlayışa mensup insanlar terbiye edilecekse ‘İslamcı’ bir parti, solcular terbiye edilecekse ‘solcu’ bir parti, eğer komünizme kalkan olunması gereken bir ortam varsa muhafazakarlığın önünü açacak başka bir oluşuma müsaade edilir. Mevcut herodyan bakışa aykırı, yine Arnold Toynbee’nin ifadesiyle ‘Zelotyan’ bir bakışa sahip olan bir anlayış oluşacak olsa sistem otomatik olarak tüm gazabıyla o oluşumu yok etmek için mücadele edecektir.
Mesele Türkiye’de hangi partinin iktidar olacağı meselesi değildir. Hangi parti iktidara gelecek olursa olsun Batılı düşüncenin gereğini yapacak, İslami değerlere belli ölçülerde izin verecek, hayata topyekün hakim olmasına engel olunacaktır. Elbette bunu yaparken kuzu postunu giymiş kurt olarak yapılacaktır. İnsanlar İslami bir bilinçle özüne dönmedikleri sürece rüzgarın önündeki yaprak misali oradan oraya savrulma devam edecektir. Bir Afrika atasözünde olduğu gibi “filler sevişecek çimenler ezilecek, filler dövüşecek çimenler yine ezilecektir”. Esas mesele çimenlerin ezilmesine müsaade etmeden bir millet/ümmet olma bilincini kazanmaktır. Herhangi bir etnisite kimliğine dayanmadan İslam’ın kardeşliğiyle, ilkeleriyle yoğrulmuş ve kendi imkanlarıyla ayakta kalmaya ahdetmiş bir zihniyete evrilmediğimiz sürece küfrün elinde savrulanlardan olacağız.
Seçim potasına girmiş tüm partiler ve ittifaklar, vaadleriyle toplumu yine batıl bir karanlığa davet etmektedir. İnsanları batıla çağıranların vitrinlerini bu kadar süslemeleri manidardır. İman edip sakınarak özüne dönmek bu felaketten bir çıkış ümidini bizlere verir. İslam ilkesel olarak özünde hayrı ve esenliği barındırır. Küfür ise özünde şerri, kaosu ve karanlığı barındırır. Çünkü onun var olma kaynağı, dayanağı kötülüktür, zulümdür ve kargaşadır. Her ne kadar insanlara sağlarından sollarından, önlerinden ve arkalarından yaklaşarak insanları kandırma gayreti gütseler de kitaba varis olanlar bu tezgaha düşmeyeceklerdir. Kazanımlarını Allah’a iman ederek ve onun yolunu yol bilerek kazananlar kazandıklarından hiçbir şeyi kaybetmeyeceklerdir. Kazanımlarını küfür sistemine yanaşarak elde edenler varsa onların kazanım dediği şey zaten Allah için kaybedilmiş bir şey olacağından bir hükmü yoktur. Unutmayalım ki Allah zulümattan nura çağırır, şeytan ve dostları ise nurdan karanlıklara… öyleyse iman edenlerin ittifakı Allah iledir. Batıl tüm kurul ve kurumlara iman eden tüm ittifaklar ve toplumu da buna davet eden tüm partiler, dernekler ve kurumların ittifakları ise Allah ile değildir. Elbette her seçilen yol bir sorumluluk getirecektir.
İKTİBAS (Mayıs sayısı yorumu)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *