Gönlünü hem matematiğe hem de edebiyata vermiş birisi olarak, bir şiirde, bir öyküde, bir romanda, bir tiyatro oyununda, bir filmde matematiksel imgelerle, sözlerle, nesnelerle karşılaştığımda tarifsiz bir heyecan sarar beni…
İbrahim Eryiğit
Matematik ve Edebiyat…
Yüreklerimize ilk öğrencilik yıllarından beri kazınan yanlış algılardan dolayı, birbirinden çok ayrı iki ada olarak görünüyor gözümüze. Matematik beyin işi, edebiyat yürek işi denilerek insanlar iki sınıfa ayrıldı. Sonrasında iş daha da teknik bir hale büründürülüp, sayısal zekâ / sözel zekâ ayrımına zorlandı insanlık. Bu arada tıbbî terimler olarak sağ lob / sol lob kavramları da dolaşıma girerek, insanların iki ana kategoride değerlendirilmesi ve hapsedilmesi sağlanmış oldu. İsmet Özel’in de dediği gibi, “İnsanlar / hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır”. Beyin ile kalbi, sakadatçı bir mantıkla ayıran bu tür anlayışlara prim vermeden, insanı kalbiyle ve beyniyle bir bütün olarak gören yaklaşım sergilemenin daha doğru ve daha gerçekçi olduğuna inanıyorum. Bu konuda, sayfalarca yazmak mümkün ama böyle bir eylemin bu yazının sınırlarını aşacağı malumdur.
Gönlünü hem matematiğe hem de edebiyata vermiş birisi olarak, bir şiirde, bir öyküde, bir romanda, bir tiyatro oyununda, bir filmde matematiksel imgelerle, sözlerle, nesnelerle karşılaştığımda tarifsiz bir heyecan sarar beni. Sonsuz bir mutluluğa kapılırım ister istemez. O anda okuduğum cümleler veya seyrettiğim film sahneleri ışıltılı bir bütünlüğe bürünür, her şey yerli yerine oturur adeta. Kalbin ve beynin her hücresi örtüşür, puzzle (yapboz) tamamlanır dünyamda. Bu duyguyu en yoğun olarak Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını okurken yaşadım. Nefesimi tutarak okuduğumu hatırlıyorum.
TUTUNAMAYANLAR(*)/ OĞUZ ATAY
Romanın ilk bölümlerinde yer alan, “Sinüsün entegralini nasıl alınacağını unuttum; mahcup oldum sinüse gösterdiğim bu ihmalden”, “ben matematik yiyerek yaşıyorum”… gibi onlarca cümleyi büyük bir keyifle okudum. Tutunamayanlar’da Turgut, Selim’i soyutlama gücünden yoksun olmakla suçlar ve şöyle söyler: “(…) Sen ve senin gibiler, ancak beş elmayla on elmayı toplayabilen basit insanlarsınız. Elle tutulan şeylerle düşünebilir, elle tutulan şeyleri sevebilirsiniz yalnız. Siz A ve B’den değil, üç erkek ve beş kadından anlarsınız ancak.”
Edebiyatımızın kült romanı Tutunamayanlar’ın ilk yarısının bazı bölümlerinde roman karakterleri Turgut Özben ve Süleyman Kargı matematiksel nesnelere ve matematik tarihine göndermeler yaparak sohbet ederler. Bu bölümlerde, matematiğin insanlık tarihindeki önemi vurgulanır. Turgut, matematiğe tutkulu, pozitivizmin etkisinde bir inşaat mühendisidir. Selim’i sadece, “yalın düşüncelere alışık olmakla” eleştirir ve “Hayatın Koordinatları” adını verdiği keşfini şöyle ilan eder: Turgut: “Sinüsün de sevebileceğini, ona da insan muamelesi yapılması gerektiğini yeteri kadar savunabileceğimi hissetmiyorum artık. Sinüsün entegralinin nasıl alınacağını birden unuttum; mahcup oldum sinüse gösterdiğim bu ihmalden. Fakat siz anlayamazsınız bu duyguları. Gene de ‘Hayatın Koordinatları’ hakkında bir açıklama yapmamı beklersiniz herhalde. Bak Selim! Öldürürüm seni! Bu meseleyi ilk defa duyduğun halde nasıl şaşırmamış görünürsün? Beni öldürmek için! Beni kudurtmak için! Nasıl sözlerimi hiç duymamış gibi yaparsın? Kıskançlıktan! Bir de nazariyemi bilsen, o zaman hasetten kurur, T cetveline dönersin. (…) Evet bu nazariyeyi ben buldum! Değil seni, Gauss’u bile kıskandıracak, Leibniz’i ümitsizlikten intihara sürükleyecek bir ilim-hayal buldum. Minimini bir x ile canım bir y arasında başlayan bu…” (s. 61)
Hayatın Koordinatları, Analitik Geometrinin temeli olan kartezyen koordinat sisteminden esinlenilmiş matematiksel bir bilim/kurguyu çağrıştırır. Bu bölüm, matematiği kullanarak, pozitivizmin ironik bir eleştirisi olarak da değerlendirebilinir. Yazının burasında, sözü Turgut ile Selim’e bırakmak en iyisi olur kanaatindeyim:
Turgut: “Ben senin bildiğin profesörlerden değilim. Bu nazariye ömrüm boyunca yeter bana. Dinle ve hak ver sadece:
“Hayatın Koordinatları deyiminden kısaca şunu anlıyoruz: bir insanın, belirli bir zamanda, belirli bir yerde ve belirli şartlar altında ne yapmış olduğunu bilirsek bu bilinenlerle, yani hareket ve zaman boyutlarının önceden tespitiyle, bu verilere dayanarak yazılan ve sabit katsayıları, o insanın tayin edilmiş özellikleriyle belirlenen denklemlerin, zaman değişkenine göre çizilen eğrileri, bize o insanın ilerde ne gibi şartlar altında ne yapacağını gösterir. Şimdiye kadar yaptığım incelemeler, dokuz bilinmeyenli, yani dokuz eksenli bir sistemde bir insanın bütün hayatının denkleminin yazılabileceği ve buna istinaden de, hayatın koordinatları metoduyla varlığının ifade edilebileceği merkezindedir. Böylece, insan hayatına ait bütün meselelerin önceden, yani yaşanmadan, çözülebilmesi imkân dâhiline giriyor.”
Selim: “Hiç de girmiyor. Mekanik asistanı gibi, sen de önemli noktaları atlayıp yutturmaya kalkıyorsun. Bu konuda bazı sorular sormak istiyorum.”
Turgut: “Buyur.”
Selim: “Bütün mesele, insan hayatının denklemini yazmak olduğuna göre, acaba sayın müellif bize bu denklemin işaret sistemini ve bir insanda bilinen faktörlere ait katsayıların ne gibi bir transformasyonla değerlendirileceğini açıklarlar mı?”
Turgut: “Derin tahlil kabiliyetiniz, burada da sizi ele verdi. Ben de zaten son olarak bu problemi düşünüyordum. Evet, meseleyi, aşağılık bir pratiğe dökmek gerekirse, bir insanda mevcut karakterlerin en uygun hangi işaret sistemiyle gösterilmesi gerekeceği sorununu ortaya koymalıyız. Bunun için de, kanaatimce, önce, insanlara ait bütün bilgileri, cebrik notasyonlarla gösterecek bir sistem bulmalıyız. İnsanın, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik durumlarını bunlara uygun cebirsel işaretlerle ifade ederek, bütün hayatı, kelimeler yerine, sayısal değerlere tekabül eden genel notasyonlarla gösterirsek, gramatik kombinezonlar yerine transandantal eşitlikler ikame etmiş oluruz ki bu yeni sistemde, sizin bilinen faktörler dediğiniz sabit katsayılar da herhalde yerini bulur.” (s. 67)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *