Kur’an’da ve buna dayalı olarak Resulullah’ın hadislerinde bir kimsenin devamlı olarak bu dünyada iken kendisine azık sağlaması gereği üzerinde durulmaktadır. İnsan ne yaparsa kendisi için lazım olacak, bunların tamamını bu dünyada iken yapacaktır.
Ercümend Özkan
Bize hadis olarak intikal ettirilen «Dünya işlerinizde müşkilâta düştüğünüzde kabir ehlinden yardım isteyiniz» meâlindeki ifade üzerinde durmak ve İslâm’ın ana kaynağı Kur’an’ın ışığında konuya açıklık getirmek istiyoruz. Ve diliyoruz Allah yardımcımız olsun. Şâyet bilmediklerimizden, ya da yanlış bilmekten dolayı eksiğimiz veya yanlışımız olursa doğruları Allah için sahiplenenlerden düzeltmelerini bekliyoruz.
Mes’eleyi kendi içinde ayrılabilen kısımlara ayırarak konuyu mütâlea etmekte konuyu aydınlatabilmek bakımından yarar vardır. Biz önce hadislerle ilgili genel bazı esaslara değinmekte fayda umuyor, hadislerin nasıl anlaşılacağı, hadis kitaplarına giren ve hadis olarak zikredilen her ifadenin Peygamberimiz tarafından söylendiği (işlendiği, v.b.) ya da söylenmediği, söylenmiş ise hangi şartlarda söylendiği gibi hususları, hadis olarak rivâyet edilen ifadenin gerek manasını anlamak, gerekse hadis olup olmadığını tesbit etmek bakımından araştırmak gerektiği kanaatındayız.
Nitekim hadise müteallik az da olsa bilgisi bulunanların hemen bilebileceği gibi hadis kitaplarında ‘hadis’ olarak zikri geçen ifadelerin çoğunluğa nisbetle az da olsa mevzu’ olduğu, bu mevzu’ hadislerin tanınmış hadis kitaplarında bile kayıtlara geçmiş bulunduğu bilinmektedir.
Yine hadis olarak zikredilen bazı ifadelerin Resulullah (s.a.) tarafından yapılan veya söylenen ya da sükût edilen bir konudaki tavrının, ona şahit olunca nasıl anlaşılmış ise o şekli ile ifade edildiği ve kitaplara bu hali ile kaydedildiği de bilinmektedir. Yani ifade Resulullah’ın ifadesi değil, onu duyanın, görenin ondan anladığının ifadesidir.
Kezâ hadis olarak kitaplara geçmiş bazı ifadelerin de râvisi tarafından Kur’an’ın gölgesinde bir idrak ile nakledilip edilmediği de onu rivâyet edenin fıkhına (bir şeyi gereği gibi bilmesine ya da bilmemesine) bağlı olagelmiştir. Rivâyetleri, bu hususları göz önünde bulundurmadan ele almak onların anlaşılmalarına büyük manilerden sayılır.
Hadis Usulü kitaplarında, Mevzuât(1) kitaplarında yukarıda bazılarına değindiğimiz konuları daha tafsilâtlı olarak bulmak, birçok örnekleriyle bilmek mümkündür.
Hadisleri Resulullah (s.a.)’ın Kur’an’dan anladıkları olarak mütâlea edenlerden Hz. Aişe (r.a.) kendisine zevcinin vefatından sonra ahlâkı ile ilgili olarak sorulan soruya verdiği cevapta «Onun ahlâkı Kur’an’dı» demiş, Resulullah’ın anlayış ve yaşayışının Kur’an’dan kaynaklandığını belirtmiştir. Peygamberin Kur’an’ı nasıl anladığı elbette ki çok önemlidir. Bizlerin de nasıl anlaması gerektiğine rehberlik etmesi bakımından çok önemlidir.
Kur’an’ın birçok âyetinde Allah-u Teâlâ insanlar için ancak yaptığının (her türlü yaptığı) var olacağını, ne yaparsa onu göreceğini belirtmiştir. Diğer yandan yine âyetlerde kimsenin günahından sorulmayacağını, kimsenin kimseye yardımcı da olamayacağını belirtmektedir.
Ölülerin ise ne zaman tekrar diriltileceklerinin bilincinden de mahrum olduğunu belirten Nahl suresinin 20-22. âyetleri, aynı zamanda onların da yardıma ihtiyacı olduğunu, kimseye yardıma kudretleri bulunmadığını da belirtmektedir. Adı geçen âyetlerin nüzulünde müşriklerin diktikleri putlardan, isimleri ve anılarına yaptıkları putları vesile kılarak kendilerinden (adına putlar diktirdikleri ölülerinden) yardım taleb ettiklerine değinilmekte ve hele ölülerden yardım taleb etmenin, ölülerin de yardım edebilmesinin mümkün olmadığı vurgulanmaktadır. Âyette ölüler için «Ne zaman dirileceklerine dâir şuurları da yoktur» buyurularak ölenlerin tekrar dirilecekleri vakte kadar bilinçten (şuurdan) de yoksun oldukları belirtilmektedir. Bilinçsiz (şuursuz) bir varlığın yani ölünün bu takdirde yardım edebilmesinin âyetle sabit olarak hiçbir şey yapmayacağı gibi, yardım da edemeyeceği açıkça anlaşılacaktır. Kaldı ki ölüler kendilerine de yardıma kaadir olmadıklarına göre, gayriye nasıl ve ne şekilde yardım edebilirler!
Kur’an’da ve buna dayalı olarak Resulullah’ın hadislerinde bir kimsenin devamlı olarak bu dünyada iken kendisine azık sağlaması gereği üzerinde durulmaktadır. İnsan ne yaparsa kendisi için lazım olacak, bunların tamamını bu dünyada iken yapacaktır.
Hattâ daha sağ iken fakat son nefesinde getirilen imanın da önemli bulunmadığı, örneğin Allah’ın bunu Firavn’dan kabul etmediği de yine Kur’an’da zikredilmektedir. Zira artık vakit geçmiştir. Bütün bir hayat boyunca yapılması gerekenin en son âna bırakılmasının önemsizliği anlatılmaktadır.
Kur’an’da insanın öldükten sonra dirileceği, İslâm akidesinin ayrılmaz bir parçası olarak zikredilmektedir. Lâkin ölümün (ecelin) vakti insana bildirilmediği gibi, dirilmenin de vaktinden söz edilmemektedir. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz âyette ‘ölülerin ne zaman dirileceklerinin bilincinde olmadıkları’ belirtilmektedir. Yani ölüler diriltilecekleri (ba’s edilecekleri) zamanı da bilmemektedirler. Dirileceklerine dâir inançları veya inançlarının dayandığı bilgileri de bu dünyada, sağ iken sahibi bulundukları bilgidir. Öldükten sonra edinecekleri bilgi değil. Zira ölünün öğreneceği bir şey yoktur.
Bu dünyadaki işlerin, bu işlerden doğan müşkillerin çözümü için insanlara peygamberler, peygamberlere de kitaplar verilmiştir. Ki bunlarla hayatlarını düzene koymaları için, müşkillerini çözsünler için insanlara tebliğ etsinler. İnsanlar da peygamberlerin getirdikleri mesajın muhtevasına uygun olarak hayatlarını düzene koysunlar. Karşılaştıkları müşkilleri onunla çözüme ulaştırsınlar. Allah’ın Resulü’nün müşkilleri halletmede Kur’an’ın kendisini ta’lim ettiği gibi çözümler arasınlar ve bulsunlar. Bütün bunlardan sonra da Allah’a tevekkül etsinler.
Kur’an bu dünya için geçerlidir. Bu dünyaya ait işlerinde insanın yardımcısıdır, düzenleyici esasları muhtevîdir. Bu dünyanın eşya ve insanı ile hilkat şartları başkadır, ölümden sonraki dünyanın şartları başkadır. Meselâ orada artık ölmek yoktur, yaşlanmak yoktur gibi. Durum böyle olunca ve iki dünyanın birbiri ile ilişkisi de bulunmadığına göre oraya göçmüş bir insanın nasıl olup da buradaki birine yardım edebileceği düşünülmelidir. Ahiret ile bu dünya arasındaki ilişki burada yapılanların sonucunun orada mutlaka görüleceği ile ilgili olup, başka türlü değildir.
Kabirdeki ölüdür ve bir şey de hissetmez. Tâ ki Allah onları yeniden diriltene kadar. Nitekim ne zaman diriltileceklerine dâir bilgileri de yoktur ölülerin. Artık bir daha bu dünyaya gelici de değillerdir. Diriltildikten sonra hayat orada devam edecektir, hesap görüldükten sonra. Ya cehennemde ya da cennette..
İnsan için dünyevî veya uhrevî işlerinde yardımcı, ana yardımcı olmak üzere Kur’an gönderilmiştir. İnsan Kitab’a bakarak müşkili hangi türden olursa olsun çaresini oradan çıkaracaktır. Yardımı da aynı kaynakta, nasıl istenebilecek ve kimden istenebilecek ve kimden istenebilecek ise öyle isteyecektir. Nitekim yardım temin etmek de bir müşkilin çözümüdür. Bu çözümü de kezâ Kur’an’da bulacak, Resulullah (s.a.)’ın nasıl bulduğuna bakacaktır.
Resulullah da yaşadığı zamanda bir takım müşkillerle karşılaşmıştır. Ümmetin maişetinden tutunuz, onlara yapılan zulme, düşmanlarını savmaya kadar karşılaştığı müşkillerin çözümünde Allah’ın Resulü nasıl davranmış, kimden istimdâd etmiştir ki ümmetine de onu tezkiye etsin, aynı yolu sâlık versin. Dikkat edilirse Resulullah (s.a.) önce bir işi Allah’ın kendisine tebliğ ettiği Kur’an’a göre çözümlemeye çalışırdı. Dünyada yaşadığına göre sorunları da dünyevî idi, yani dünyaya aitti. Dünya işlerinden anlayanların fikirlerini alır, bilenlere sorar, ehlinin tavsiye ve bilgileriyle tecrübelerine önem vererek bir işin gereğini yerine getirmeye çalışırdı. Bedir’de komutanlık karargâhı için yer tesbit edilirken bu konularda uzmanlığına itibar ettiği Hubab İbn’ül Münzir’in görüşünü benimseyerek onun gösterdiği yeri karargâh mahalli olarak seçmiştir. Hendek Harbi olarak anılan harbte Arabistanlılar bilmemelerine rağmen, İranlı Selman’ın Medine’nin etrafını hendek kazarak şehirde savunma yapmanın daha uygun olacağı fikrine ve düşmanın çokluk avantajına eşitlik sağlayabilmek için bundan yararlanılması gerektiğine karar verirken de yine bir bilene sormuş, müşkilini öyle halletmiştir.
Peygamberin ister hanımlarıyla ilgili sorunlarında, ister ashâbı ile ilgili sorunlarında, ister başka kavimlerle, devletlerle aralarında çıkan sorunların hiçbirinde Onun kabir ehlinden medet umduğu varit olmamıştır. O, dünya işlerini, dünyaya müteallik Allah’ın Sünneti gereğince çözüme kavuşturmaya çalışmış ve nihâî olarak da Allah’a tevekkül etmiştir. Nitekim Uhud harbi ile ilgili olarak düşmanın şehirde ya da şehrin dışında ovada karşılanması konusunda farklı fikirlerin oluşması ve bir müşkilin ortaya çıkması, bu müşkilin halli ile ilgili âyete bakıldığında çözüm usulünün de beraberinde bulunduğu görülür. Allah «Bir kere de azmettin mi, artık Allah’a güven, O’na tevekkül et.»(3/159)buyurmaktadır. Yani düşünülüp, taşınılıp, istişare edilip uygun görülen bir karar verilecektir ve Allah’a tevekkül edilecektir.
Müşkiller dünyada böyle çözülmektedir. Müşkillerin çözümünde Allah’tan gayrısının yardıma gücü de yoktur, yardım edebilmesi mümkün de değildir. Hele hele ölülerin bu yardıma hiç imkânları yoktur. Zira ölüler yeniden diriltilecekleri vakte kadar hiçbir şeyden haberdâr da değillerdir.
İnsan dünya işlerinde ya da ahiret işlerinde yardıma muhtaçsa —ki elbette muhtaçtır— bu yardımı yapabilecek olandan istemelidir. O ise Allah-u Teâlâ’dır. O’ndan başka ne bu dünyada ne de ukbâda insana yardım edebilecek kimse yoktur. Ve O ne güzel yardım edicidir.
Dipnot
(1) Mevzu’ hadislerle ilgili kaynakların -ki Aliyyül Kâri’nîn mevzuatı da bu cümledendir- tetkikinde ufukların açılması ve gerçeğin görülmesi bakımından büyük faide mülahaza ederiz.
(İktibas, sayı 61)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *