Velâyet ve keramet kökünden kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de insanlar için kullanıldığında olağanüstü ve esrarengiz anlamlar içermez. Aksine, güçlü ve samimi imanları, hâlisane ibadetleri, zengin gönül dünyaları ve üstün ahlaklarıyla seçkinleşerek Allah’ın sevgisini kazanmış olan gösterişsiz dindarları ifade eder. Bu çerçevenin dışına taşan anlayışlar -kültürel olarak değer taşısa da- Kur’an’da, ilk müfessirlerin açıklamalarında ve ayrıca olgular dünyasında karşılığı olmayan telakkilerdir.
Buna rağmen, İslam kültüründe tasavvufun gelişmesine paralel olarak söz konusu kavramlar da sadece çok özel kişilerde görülebilen aşkınlık ve olağanüstülük anlamlarıyla donatılmaya başlanmıştır. Araştırmalar, bu telakkinin gelişmesinde kadim kültürlerin etkisinin olduğunu ortaya koymaktadır. İslam tarihinde ilk defa böyle bir inanç ve telakkinin, siyaset alanında haksızlığa uğradığı düşünülen Hz. Ali taraftarları (şîatü Alî) arasında ortaya çıktığı görülür. Ardından Hz. Ali ve taraftarlarına sempatisiyle bilinen sufî kesimlerce benimsenmiş, sonrasında bütün Müslümanlara yayılmıştır.
***
Velâyet makamında görülen kimselerin sergiledikleri söylenen kerametler, –sufiler de dâhil olmak üzere- bütün âlimlerce öznel kabul edildiği için kanıt değeri taşımaz. Bu durumda keramete inanmayanlar da sırf bu yüzden suçlanıp eleştirilemez. Hal böyleyken, tasavvuf çevrelerince çoğunlukla hem aklî ve deneysel bilimlerle hem de tefsir, fıkıh, kelam gibi belli ölçülerde aklî ve objektif yöntemleri olan dinî ilimlerle ilgilenenlerin “ulemâ-i rüsûm” (şekilci âlimler), “ehl-i kışr” (kabukla uğraşanlar) gibi küçültücü ifadelerle itham edildikleri bilinmektedir. Böyle bir dil kullanılarak bu ilimlerin gözden düşürüldüğü, buna karşılık yine tasavvuf ve tarikatlarda hiçbir objektif-aklî ölçüye dayanmadan elde edildiği söylenen batınî “bilgi”nin, keşif ve kerametlerin kutsal ve sorgulanamaz doğrular olarak yüceltildiği de herkesin malumudur.
Böylece tasavvuf dünyasında, bilinen dinî ilimlere mukabil, batınî “bilgi” yöntemiyle başka bir tefsir, hadis, akaid üretilmiştir. Bu da sıra dışı, irrasyonel, gizemli ve olağanüstü tarafa ilgisi olan kitlelerin gözünde hem geleneksel dinî ilimlere hem de aklî ve deneysel bilimlere güveni zayıflatmış, bu ise Müslüman dünyada dinî ve dünyevi ilimlerde gelişmeyi olumsuz etkilemiştir.
Kuşkusuz anılan bâtınî-keşfî bilgiler, ilhamlar psikoloji, epistemoloji gibi disiplinler yönünden önemli ve incelemeye değer görülebilir ve görülmektedir. Ancak bu tür kişisel ve öznel tecrübe ve duyuşların genel geçer hakikatler olarak asırlar boyunca Müslüman toplumlara empoze edilmesi bilgide rölativizme yol açmış; toplumları yüzyıllar içinde gerçeklikten ve gerçekliğe dair bilimlerden koparmış; elbette tasavvufun sorumlu tutulamayacağı başka yıkıcı sebeplerle birlikte bu da bilimde, teknikte ve hayatın birçok pratik alanında kapatılamayan boşluklar, geri kalmışlıklar, kısaca topyekûn bir kapanmışlık doğurmuştur. Nitekim İslam dünyasında tasavvufun tarikatlar şeklinde kurumsal bir yapı kazanıp toplumlarda etki gücünü attırması ve etki alanını genişletmesiyle İslam medeniyetinin geçmiş asırlardaki yükseliş ve dinamizmini kaybetmesinin aynı dönemlere (12. asır ve sonrasına) rastlaması, bu iki gerçeklik arasında sebep-sonuç ilişkisini hatıra getirmekte, bu yönde iddialar öne sürülmektedir.
Şurası da kesindir ki, tasavvufun baskın bir toplumsal yapı, zihniyet inşa edici yaygın bir eğitim kurumu haline geldiği asırlardan itibaren çok sayıda evliya, gavs, kutub… gelip geçmiş; fakat onların, kendilerine atfedilen keramet, ilham, keşif gibi doğa-üstü yetenek ve bilgilerini kullanarak ümmetin asırlar geçtikçe ağırlaşan somut sorunlarından herhangi birini çözdükleri görülmemiştir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *