İ’tikadda kesin olma esastır. Zanna ise hiç yer yoktur. Amelde ise asıl olan kesinlik olsa da zann-ı gâlib (gâlib olan ihtimal, gerçeğe en yakın ihtimal) genellikle kaidedir.
Ercümend Özkan
İ’tikad, akade kökünden türeme olup düğümlenip kalma, bir şeye bağlanma, bilerek inanma, aklen ve kalben tasdik etme anlamına kullanılmaktadır. İslâm’da i’tikad Allah ile kulun yaptığı akitleşmedir. İ’tikad denildiğinde akdin konusuna giren hususlar mevzubahistir. Akdin tarafları söz konusudur. Akde riâyet söz konusudur. Akdi bozmanın sonuçları söz konusudur.
Allah ile kul arasında yapılan akdin konusu Allah’a teslimiyettir. Bu teslimiyet aklen kabul ve kalben tasdik edilecek ve yalnızca inanca tealluk eden şeyler bilinecek ve kesin surette bunlara inanılacaktır. Bunun kapsamına giren şeylere akîde (üzerinde akid yapılan şeylerin tümü) diyoruz. Akîde dünya hayatı hakkında toplu bir görüştür. İnsan, hayat ve kainât hakkındaki düşüncelerin toplamıdır. Bunun mutlaka kesinlik ifade etmesi, tereddüde yer bırakılmaması gerekir. «Ortak koşanlar diyecekler ki: ‘Allah isteseydi ne biz, ne de babalarımız ortak koşmazdık, bir şeyi de haram yapmazdık’. Onlardan önce yalanlayanlar da öyle demişlerdi de nihayet azabımızı tadmışlardı. De ki, ‘Yanınızda bize çıkaracağınız bir bilgi var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.’»(6/148) Zanna uymanın saçmalama olduğuna değinen Allah-u Teâlâ bir şeyi iddia edenlerin yanlarında Allah katından bir delil(bilgi)’in bulunması gerektiğini söylüyor. Böyle bir delile sahip bulunmayanların iddialarının havada kalacağını, saçmalık olacağını, zira zanna uymanın bu sonuçları doğuracağını belirtiyor.
«Onların çoğu zanndan başka bir şeye uymuyorlar. Zann ise gerçekten bir şey kazandırmaz (ifade etmez). Muhakkak ki Allah onların ne yaptıklarını bilir.»(10/36) Zanna uymanın gerçekten bir şey üzerinde bulunmamak olduğu belirtilen bu âyette zannın; ayrılmaz bir bütün teşkil eden gerçekten bir kısmının bile ifadesi bulunmadığı açıklanıyor.
İnsanlar arasında bile zanna uyarak hareket etmenin ne kadar kötü sonuçlar doğurduğuna ve doğuracağına değinen âyetler, itikadda zann bulunmasının aslâ kabul edilemeyeceğini, zannın bulunması halinde akdin fesada uğrayacağını belirtmektedirler. Zira insanın, Rabb’i ve Rabb’i ile ilgili bilgiler bakımından yakîn üzerinde olması ile ancak Rabb’i ile yaptığı akdin sıhhatli olabileceği aksi takdirde bu akdin fesâda (bozulmaya) yüz tutacağı bütün Kur’an’dan açıkça anlaşılmaktadır. Bu itibarla akdin (itikadın) konusunu yalnızca kesin bilgiler teşkil etmektedir, ki İslâm açısından bu kesin bilgiler Kur’an âyetleridir.
Kur’an âyetlerinin itikada müteallik olanları delâlet bakımından iki halde bulunurlar. Birinci hâl «Delâlet-i Kat’i» hâldir ki, kendisinden, ifade ettiğinin dışında bir şey anlamanın mümkün bulunmadığı bir ifade ile gelmişlerdir. İkinci hâl ise «Delâlet-i Zannî» haldir. İ’tikada tealluk eden âyetlerin delâlet’i zannî (maksadı kesin olmayan) olanlarının bulundukları hâl ile tafsil edilmeden kabullenilmesi ve o hâli ile itikadın konusu yapılması gerekmektedir. Zira gaybî olan itikâdî konular ancak gaybın sahibince açıklandığı kadarı ile bilinebilir. Örneğin öldükten sonra dirilmeyi içimizde bizzat yaşayan olmadığından öldükten sonra dirilmenin keyfiyeti hakkında Rabb’imiz bir şey açıklamış ise ancak o kadarını bilebileceğimiz ve açıklanan kadarına inanmamız gerektiği açıktır. Misaller çoğaltılarak Cennet, Cehennem, Melekler, daha önce gelip geçmiş peygamberler ve başlarına gelenler, bunların çoğunun isimleri, Allah’ın mahiyeti, Kitab ve Sahifeler, Ahiret Günü gibi itikâdî konularda Kur’an’dan elimizde ne miktar delil var ise o kadarıyla inanabileceğimiz, akidemizi yalnız bunlar üzerine kurmamız gerektiği, akidede zanna yer bulunmadığı söz konusudur.
Ancak i’tikada tealluk eden âyetlerin birbirlerini açıklayabileceği, sübût bakımından kesin olan bir delilin zannî olan bir delil ile açıklanamayacağı da bilinmelidir. Zira zann, kat’î olanı açıklayamaz, usûl bakımından yanlıştır. Bu itibarla tefsirlerde sakınılmadan yapılmış olan zannî haberler ile sübûtu kat’î nassların açıklanması esasından yanlıştır. Zann, kesinliğe açıklık kazandıramaz.
«Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden gizlenmiyordunuz. Yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini zannediyordunuz.»(41/22), «İşte Rabb’inize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi helâk etti, ziyâna uğrayanlardan olup çıktınız!»(41/23), «Herhalde siz zannettiniz ki Resul ve mü’minler bir daha ailelerine dönmeyecekler. Bu (düşünce) gönüllerinizde süslendirildi (size güzel, doğru gösterildi), kötü zannda bulundunuz ve helâkı hak etmiş bir topluluk oldunuz.»(48/12) Yukarıdaki âyetler ve daha niceleri, insanların Rabb’ine karşı besledikleri zanndan dolayı ziyâna uğrayacaklarını açıklamaktadır.
Zann, şüphe anlamına geldiğinden itikadda kesinlikle yeri yoktur. İ’tikadda zannın çoğunun da, azının da yeri bulunmamaktadır. Örneklendirecek olursak: «Öldükten sonra dirilmeye yüzde doksan dokuz onda dokuz inanıyorum» demek, nisbeti ne olursa olsun ölümden sonra dirilmeye şüphe ile bakıyorum demektir. Bu ifadeyi itikadımız kapsamında bulunan her şeye tatbik ediniz göreceksiniz ki hiçbiri az da olsa zanna mütehammil değildir, yani zann götürmez. Zannın azı da çoğu da itikadda yer almamak gerekir. Zira Allah ile akitleşme kesinlik üzerine bina olunmalıdır. Bu akidde bulunacak pek küçük nisbette bir zann bile akdi fesâda uğratır, bozar. Bozuk i’tikad ise Allah nezdinde muteber değildir. Zira akdin gereğince muamele olunabilmesi için kesin şeyler üzerine kurulmuş, yapılmış olması gerekir. Aksi takdirde akid işlemez.
İ’tikadda (inanca tealluk eden şeylerin tümünde) kesin olma esastır. Zanna ise hiç yer yoktur.
Amelde ise asıl olan kesinlik olsa da zann-ı gâlib (gâlib olan ihtimal, gerçeğe en yakın ihtimal) genellikle kaidedir. Zira insan eksiktir, acizdir. Amellerinde gâlib zannına göre hareket etmesi, kuvvetle muhtemel olan kanaatına göre davranması Allah indinde muteberdir. Allah bağışlayıcıdır. Amellerindeki eksiklikleri, yanlışları için affı; elinden gelen çabayı göstermiş olanlar için esirgemeyendir. İnsanın eksikliğini, acizliğini Rabb’i bilir, tıpkı kendisiyle akitleşen kullarının O’nun her şeyi bildiğini bildiği gibi…
Müslüman, i’tikad çemberine giren hususlardaki inancının kesin olması gerektiğini bilendir. Zanna yer verilmemesi icab ettiğini, âyetlerin değindiği üzere inanandır. Kur’an doğruluğunu kesinlikle belirttiği şeylerin zanna tahammülü olmadığını açıklamaktadır.
Amellere (davranışlara) tealluk eden hususlarda ise zann-ı gâlib ile hareket edilebileceğine yine Kur’an işaret etmektedir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *