Dini yeniden okumaya yönelik heyecan verici bir girişim için onu bilişsel açıdan çevreleyen şartlarla sınırlı olmaksızın verili evreni kuşatan sosyolojik bağlamları da yakından izlemek ve anlamaya çalışmak gerekir.
Necdet Subaşı / Star-Açık Görüş
Türkiye’de din üzerine yeterlilik düzeyi yüksek bir okuma çabasının her şeyden önce temel birtakım kavramlarla ilgili sorunu halletmeyi göze alması gerekir. Esasen bir başka açıdan da bu kavramların mesela “bu memleket” üzerinden Türkiye, “bu din” üzerinden de İslam’ı konuşmaya yönelenler için kurucu birer istinat noktası oldukları gerçeği kendi başına bile dikkat çekicidir. Bu hassasiyet ve dikkat içinde tartışmaya açılan ve belli bir sıra takibi içinde ele alınması gereken konuların sosyolojiyle doğrudan, sosyal bilimlerin diğer kollarıyla ise değişik düzeyde irtibatlandırılabilecek yapısı özellikle din sosyolojisi temelinde bir okuma çabasına yönelenler için oldukça önem arz edici özelliklere sahiptir.
Sırayla ele almak gerekirse:
Gelenek: En başta gelenek kavramı, üzerinde bir karara varılmasını güçleştiren türlü akademik ve entelektüel manipülasyonlara maruz kalmıştır. Örf ve adetlerden sorgusuz sualsiz kabul görmüş uygulamalara kadar hemen her alanda geçmişten tevarüs edilenle/edilegelenle ilişkilendirilen kavramın hem evrensel hem de Türkiye bağlamındaki etkileri tartışmayı ilerletmek ve derinletmek için hoş bir başlangıç adımı olarak ele alınabilir. Gerçekten de gelenekli/geleneksiz ayrımı içinde ancak fark edilebilecek bir içeriğin kültürel ve dinsel mirastan başlayarak, hafıza ve bellek, tarih ve geçmiş, süreklilik ve devamlılık gibi pek çok kavramla kurulabilecek sahici bağlantı noktaları dine yaklaşım söz konusu olduğunda belli başlı perspektifler içinde kapsamlı bir şekilde ele alınmayı ve değerlendirilmeyi hak etmektedir.
Yüzyılın baskın gerçeği
Modernlik-postmodernlik: Modernlik son yüzyılın baskın gerçeğidir ve gelenek söz konusu olduğunda geçmişten gelen kadim ve müstahkem birikimin zamanla hem ayıklandığı hem de uygun bulunduğu her seferinde yerlerine yenilerinin ikame edilmeye çalışıldığı tarihsel bir dönemece işaret eder. Rönesans’tan Aydınlanma’ya Fransız Devrimi’nden Sanayi İnkılabı’na doğru akan tarihselliğin ürettiği kendine özgü koşullar her seferinde içine karıldığı paradigmalar eşliğinde hayatı ve gerçeklik dünyasını mütemadiyen formatlayan yeni bir tanzim fikriyatıyla dini de dönüştürmeyi murat edinen fiili bir durum oluşturmuştur. Postmodernlik bu kertede modernliğin içinde dolaştığı sarmalı ve buradan çıkışı makulleştiren yeni zihniyet yapılarını ifade eder. Çoğul hakikatler zinciri, gerçekliğin parçalanmış doğası, toplumsalın kültürel envanteriyle sınırlı kalmaksızın onun maneviyat iklimine de müdahalede bulunacaktır. Gerçekten de hakikati kimin ya da neyin temsil ettiği fikrini hem soru hem de cevap düzeyinde bulanıklaştıran süreç hemen her söylenmiş söze yer açması ve hemen her takdis edilmiş öğretiyi bir başkasıyla eşitleyen diliyle yeryüzü ölçeğinde tekdüze ve çoğul bir hakikat paradigmasına öncülük etmiştir. Sürecin hem modern hem de postmodern durum açısından Türkiye’ye ve İslam’a maliyetinin açık yüreklilikle tartışılması orada bir başka açıdan da dinin ve toplumun maruz kaldığı ilgi ve parçalanmayı görmemizi mümkün kılacaktır. Dinin miadının dolduğuna ilişkin pozitivist nazariyenin moderniteyle birlikte taçlanan akışı yanılsama ile gerçeklik arasındaki duvarları olabildiğince kalınlaştırmıştır.
İtibar ölçme girişimi
Dindarlık: Dindarlık araştırmaları modern dünyada dinin birey ve toplum nezdindeki itibarını ölçmeye yönelik bir girişim olarak dikkat çeker. Dini aradan çekilmeye hazır bir tutuklukla ilişkilendiren modern sosyolojik yönelimler bugün onun nasıl olup da hâlâ belirleyicilik rolüne sahip olabildiğini anlamakta zorlanmakta ve buna yönelik bir mesai harcamaktadır. Batı’da kilise çalışmaları üzerinden geliştirilen endekslerde dindarlığın aldığı biçimler artık ciddi bir literatür oluşturmuştur. Türkiye özelinde dindarlığın türlü bileşenleri üzerinden bir ana kalıp-stereotip üretmek zordur. Esasen buna en başta bir din olarak İslam’ın yeterli ölçüde izin vermediği de söylenebilir. Dindarlığın kişinin manevi dünyasındaki içsel karşılıklarının istatistiksel bir veri malzemesine dönüştürülmesinin açığa çıkaracağı ahlaki sorunlar bir yana bizde bu konudaki araştırmaların hangi soruları karşılamaya yönelik bir emeği harekete geçirdiği de önemlidir. Dindarlığın bireysel ve toplumsal görüntüleri hakkında ortaya konulabilecek yorumlamalar sonuçta bir değişim ve dönüşüm modunda ilerleyen sekülerliğin modern vizyonunu açıklamakta elverişli bir veri yoğunluğuna fırsat vermektedir. Dinin ve dindarlığın bugün ne diye hâlâ var olduğuna dair meraklı sorularla, dindarlığa ne olduğuna yönelik panik sorular arasında gerçekte dinî olanın topluma yansıyan ağırlığının anlaşılır bir şekilde tasvirinin yapılabilmesi pek az ilgiye muhatap olmaktadır.
‘Yol verme’ anlayışı
Laiklik-sekülerlik: Laiklikle sekülerliğin Türkiye’de birbirinden açık bir şekilde ayrışan anlamları dindarlığın değerlendirilmesinde etkileyici bir alan ve dil oluşturmaktadır. Laiklikle, dinle devlet arasındaki sınırlara mukayyet olmak kastedilirken; sekülerlikle de dinle dünya arasındaki mesafe bilincine işaret edilmektedir. Dinin nerede durması gerektiğine dair aydınlanmacı-pozitivist entelektüel sirkülasyondan beslenen sorgulama sekülerleşmede ona avamî tabirle bir yol verme anlayışına evrilmektedir. Ancak kabul etmek gerekir ki şaşırtıcı bir şekilde din her yerdedir ve onun şimdi tartışılan en önemli yanı modernliğin türlü veçheleri karşısında maruz kaldığı etkileşimin kendisini taşıdığı yerdir. Dinin geri çekilmesinin artık söz konusu olmadığı ancak onun esaslı bir şekilde kendi anlam dünyasından uzaklaştırılmasının tartışıldığı bir evrede -mesela günümüzde- dindar dendiğinde de daha çok içeriksel düzeyde kırıma uğramış bir maneviyata atıfta bulunulmaktadır. Sekülerliği sıkça ele alınan bir sorun üreteci olarak gören perspektiflerin dinin onlardan kendini nasıl sakındırabileceği konusundaki arayışları bugün dindarlığın belli başlı kompleks sorun alanları arasında yer almaktadır. Dini başka bir şey olmaktan her daim korumaya yönelik bir manevi tecrübe olarak “takva”nın sosyal bilimsel literatürde hemen hiçbir şekilde yer almamasının varsa gerekçeleri üzerine yoğunlaşmak belki bu bağlamdaki değişimin sırlarının anlaşılmasına yardım edecektir.
Biz kimiz?
Kimlik ve aidiyet: “Biz kimiz” sorusu her zaman ciddi bir eleme çabasını ortaya koyar. Etnik, dinî, siyasi ya da kültürel kimliklerin ortaya koyduğu temsiller verili bağlamların dayattığı çerçeveler içinde öne çıkar ve birey de toplum da bu kimlik repertuarı içinde kendini en doğru bir şekilde yansıtanda karar kılar. Dini kimlik bu bağlamda artan doğu-batı, gelenek-modernlik, din-bilim gibi soyut çatışma alanları içinde kendi söylem dağarcığıyla öne çıkar. Bu kimliğin yer yer yaralı yer yer de içe kapanık ve zayıf bırakılmış sosyalitesini bugün bir kere daha hatırlamak ve onun üzerinden kalıcı bir mesajla kendini ifadelendirmek giderek daha çok önem kazanır. Oryantalizm, sömürgecilik ve yeni tahakküm biçimlerinin domine ettiği “dışlanmış Müslüman özne”nin bugün türlü kimlik sarmalları içinde varlık kazanması artık yeniden tasarlanan geçmiş ve yeniden icat edilen bir tarihten daha fazlasına ihtiyaç duymaktadır. Aidiyet bu anlamda kimlik bileşenlerinin belki de en önemli halkaları arasında yer almaktadır. Kimlik çatışmalarının pazarlıklar eşliğinde sürdüğü bir dünyada İslam’ın varlık beyanını gündelik politik çıkış ve hâkim söylem kalıplarının manipülasyonlarını aşarak nasıl okumak gerekir? Esasen Türkiye bağlamında kimlik tartışmaları yer yer giriftleşen bir sürecin içinde “biz kimiz” sorusunu soğukkanlılıkla karşılamak yaygın ve kullanımda olan cevapları elemeyi gerektirecek şiddette kendine mahsus bir dile ihtiyaç duyurtmaktadır.
Birey, cemaat ve toplum: Bir yüzyıl öncesinin dünyasında cemaat kavramı artık tarihsel açıdan miadını doldurmuş ilişki ağlarını açıklamak için kullanılıyordu. Cemaatin duygusallıklarla biçimlenen yapısı akıl ve irade temelli yeni toplumsallıklarla yer değiştirmeye zorlandığında bundan böyle eskiyi hatırlatacak buluşma zeminlerinin sadece nostaljik birer atıf olarak değerlendirileceğinden çoklukla hepimiz emin gibiydik. Oysa şimdi cemaatler yine var ve 19. yüzyılın bireyi mutlaklaştıran otoriter zihniyet yapılarının ardından bugün bütün anlam çeşitlilikleriyle kendilerini ifade eden cemaat yapılarında huzur bulmaya çalışan pek çok kişiden söz edilebilir. Modern dünyanın türlü yönlendirme ve inşa süreçleri içinde insanı cemaate çekenin ne olduğu, cemaatin din üzerinden kendini formüle eden yapısının nasıl işlediği bugün dini okumaya çalışanların belki de en başta anlamaya çalışması gereken bir fiili durum olarak önem kazanmaktadır.
Referans dünyası: Referans dünyası kimlik ve aidiyet düzleminde bulunduğumuz belli başlı atıfları ifade eder. Onlar üzerinden düşünce ve eylemlerimizin meşruiyetleri temellendirilir ve yine onlar üzerinden geçmiş bugünün zihniyet dünyasına sızmayı başaran değer ve ölçütlerle hayatımıza dâhil olur. Referansların karartılması, kök hafızanın ketmedilmesi kimlik ve aidiyet arayışlarının tıkanıp daralmasında etkili olur. Bilişsel köklerin nasıl hatırlandığı, kök değerlerin hangi araçlarla gündelikleştirildiği, toplumun ortak mutabakatında kendine bir karşılık bulan epistemik sözcelemin ne tür bir ideolojiyle bütünleştiği soruları referans dünyasının ihmal edilmemesi gereken gücünü gösterir.
Şaşırtıcı çekim gücü
Dinî hareketler: Çağdaş dini hareketlerin içine tarikat, cemaat ve başka diğer oluşumları da katan karma çeşitliliği bugün gündelik gerçeklik dünyasında göz ardı edilmeyi hak etmeyen bir ağırlığa sahiptir. Dini hareketlerin şaşırtıcı çekim gücünün tam da bütün bunlardan kurtulmanın hesabını yapan kimi mütedeyyin topluluklar için esaslı bir düşman olarak betimlendiği bir ortamda dinî olanın nasıl tanımlanıp içeriklendirileceği konusu devasa problemlerin kapısını aralar. Yeni dinsel hareketlerin Türkiye bağlamındaki vizyonunun geleneksel dinî tasavvurları yetersiz sayan bir bakiye üzerinden işlediği söylenebilir. İslam söz konusu olduğunda onu gerçeklik dünyasında makbul bir yaşam stili olarak tasavvur etmeyi reddeden bir arayış seküler bireysellik temaları içinde yepyeni dindarlık formlarının ortaya çıkmasına fırsat vermektedir.
Dini yeniden okumaya yönelik heyecan verici bir girişim için onu bilişsel açıdan çevreleyen şartlarla sınırlı olmaksızın verili evreni kuşatan sosyolojik bağlamları da yakından izlemek ve anlamaya çalışmak gerekir. Kavramlar pekâlâ çoğaltılabilir ancak dinin de sonuçta bu kavramlarla birlikte yaşanılan bir dünyada muhataplarına bir yol ve yordam öğretme iddiasında olduğu unutulmamalıdır. Din hayatsa mesela onun nerede nefes aldığını/alabileceğini, nerede bastırılıp hükümsüz kılındığını da göz ardı etmemek gerekir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *