ABD merkezli sömürgeci dünya sisteminin “kurucu kararsızlık” sonrasına hazırlanmasını bize “ABD çöküyor” diye yutturmak isteyenler aslında Türkiye’ye pranga vurmaya hazırlananlardır. Ercan Yıldırım’dan altı çizilmesi gereken satırlar…
Star gazetesi Açık Görüş ekinde bugün yayınlanan değerlendirmesinde Ercan Yıldırım, dünya sisteminin geçmeye hazırlandığı döneme ilişkin yorumunu paylaşıyor. Yıldırım, yutturulmak istenenler ile gerçekler arasındaki farka değinerek, bugün yükselen güçler olarak tanıtılanların aslında böyle olmadıklarının altını çiziyor. Ercan Yıldırım’ın dikkatle okunması gereken işte o değerlendirmesi:
Dünya sisteminin kurucu kararsızlığı
Dünya sistemi nicedir kıvranıyor, kabuk değiştirecek fakat kabuğunu kıramıyor, anlaşılan kesif muhafazakarlık güdüsü ilk defa kapitalizmi bağnaz bir tutuculuğa teslim etmiş. Hayır, dünya sistemi kıvranıyor derken müjdeci “çöküş meraklısı” stratejistlerin dediği gibi ne sistemin ne ABD’nin çökeceği iddiasının kuyruğuna takılacağız.
Dünya sistemi bugün “kurucu kararsızlık” aşamasında!
Öncelikle belirtmek gerekir ki Soğuk Savaş dinamiklerini göz önüne almayan herhangi bir yorumun, çıkarımın geçerliliği olmaz; dünya sistem kutuplaştırmalarla varlık alanını genişletir.
Kapitalist dünya sistemi, teknik ve teknolojinin gelişimine, kâr maksimizasyonunu sağlayacak mekanizmalara, ulaşım ağına ve askeri güce bağlı olarak merkezini değiştirdi, zaten yeri geldiğinde değiştirir.
Küreselleşme ve neoliberalizm döneminde şirket hegemonyasına bağlı olarak ulus devletler ikinci plana düşünce “merkezsizlik” evresine geçildi. Soğuk Savaş yıllarındaki ABD İmparatorluğunun duvarların yıkılmasıyla gücünün kırıldığı yorumları yapıldı.
Tuhaf değil mi “Medeniyetler Çatışması-Tarihin Sonu” çıkışlarıyla ABD gücünün gerilediği yorumlarının eş zamanlı piyasaya sürülmesi… Yine enteresan gelmiyor mu bugünlerde duvarlar tekrar yükseliyor, yıkılan ve yeniden inşa edilen duvarların arasında “dünya-süper gücü”nün çöktüğünü zihinlere kazıma gayreti… Buna yine günümüzde dolaşıma sokulan “aslında ABD’nin çokbaşlı çatışma içinde olduğu”, “oyun kurma yeteneğini kaybettiği”, “ipleri Avrasya’ya, Rusya ve Çin’e kaptırdığı” iddialı propagandayı da eklemek gerek.
Öyle ya ABD Ortadoğu’da “başarısız darbe girişimleri” yapıyor, DEAŞ’ı desteklediğini ayyuka çıkarıyor, Ortadoğu dizaynını Rusya’nın inisiyatifine kaptırmış… Üstelik bu “yeteneksizliklerini” gizlemek için Kudüs-YPG provokasyonları düzenliyor… bizden de hala Amerikan yüzyılının bittiğine, WASP’ın defansa çekildiğine ikna olmamız isteniyor!
İhtişamlı mağlubiyetler en başta çöküş ve büyüklük paranoyaları üzerinden gelir; ABD merkezli sömürgeci dünya sisteminin “kurucu kararsızlık” sonrasına hazırlanmasını bize “ABD çöküyor” diye yutturmak isteyenler aslında Türkiye’ye pranga vurmaya hazırlananlardır. Dünya sisteminde gözle görülen bir çatlaktan da söz edemeyiz, kurucu kararsızlığın verdiği yer bulma endişeleri aceleci ittifak arayışlarına götürüyor.
ABD “müttefiklerini kimseye kaptırmama” siyasetinden vazgeçmiş görünüyor; doğrusu müttefikleri serbest bıraktığında kimlerin hangi arkta akacağına baktığını hesap etmek gerek… Bu açıdan ABD’nin Ortadoğu politikasındaki stabil durum, beceriksizlik imgeleri meseleyi “Ortadoğu’nun Çözüm Süreci” biçiminde ele aldıklarını da anlatıyor.
Ortadoğu denkleminde aktörler, özneler ve piyonlar hangi iddiaların peşinde koşacak, eteklerindekileri ne şekilde ortaya saçacak, kimler kimlerle buluşacak… Kurucu kararsızlık aynı zamanda “izle ve gör” stratejisinin sonunda kararını verecek.
Soğuk Savaş’tan 11 Eylül’e geçen süre kurucu kararsızlık sonrasını belirleyecek “çatışmaların-istikrarsızlığın sürekliliği”, kaos ve düzensizliğin sta-tükosu biçimindeki doktrinle geçirildi. Konvansiyonel hiçbir çarpışma olmadan, terör-çapul sürüleriyle yoklanan bir saha hakimiyeti provası biçiminde… ABD’nin kontrolü kaybettiği, çöküşe geçtiği klişesi de Soğuk Savaş dönemi kontrol bölgelerinin, istikrarsızlığın sürekliliği ilkesi gereği serbest bırakılmasıyla ilgili…
Bu süre boyunca klasik dünya sistemi işleyişindeki “caydırıcılığı” kim üstlenecek? Hiç kimse… Kaos statükosu ittifakların, kontrol bölgelerinin görece kendi hallerine bırakılmasıyla ortaya çıkacak özgüllükleri takip etmeye yaradı.
Dünya sisteminin doğası
Tam da bu aşamada “dünya sisteminin doğası”na göz atmalı; sistem kıta Avrupası’nda ortaya çıkmış Batılı değerlerle vücut bulmuş, kapitaliz-min en rafine şekline İngiliz dünya sistemi döneminde ulaşmıştır. Dünya sistemi Avrupa-merkezlilik karakterini 1970’lerdeki neoliberalizm-küreselleşme-postmodernizm sacayağı ile aştı. Küresel medeniyet özü Batı değerleri olmak üzere kendine dünya üzerinde yeni yarı-merkezler bularak genişledi.
Şirket kapitalizmi kıta Avrupası’nın “dünyanın merkezi” statüsünü alaşağı etti. Artık yeni yeni üslerden bahsetmek gerekecekti. Yaşlanan nüfusuyla Avrupa zaten öne düşecek güçte bulunmuyordu, ihtiyarlar kulübünün reisi olarak kapitalist dünya sisteminin köküne kibrit suyu dökebilirdi.
Avrupa, kapitalizmin beyni, felsefesi, aklı iken bugün artık bilgesi, ihtiyarı, aksaçlısı! Görüntüde Avrupa birikimini Avrasya’ya hususen Çin’e kaptırmaktan korkuyor! Peki sahiden öyle mi, dünya sistemindeki merkez–çevre dikotomisi kırıldı mı, devletler ve medeniyetler kapitalist sistem açısından neyi ifade ediyor? Dünya sistemi antagonist siyasal biçimlendirmeye göre çalışır, özetle Soğuk Savaş mantığıyla işler… Sistemin ağababası kimse onun bir karşılığının var olduğu izlenimiyle hareket eder. Ruslar kapitalist dünya sisteminin her zaman figüranı olmuştur, sistem karşıtı ya da çevredekilerin “toplanma bölgesi”… Buna isterseniz kol gücü, kırbacı isterseniz çöpçü balığı da diyebilirsiniz!
Çin, kot taşlama atölyelerinin sigortasız işçisidir.
Japonya diye bir ülkeden bahsedemezsiniz, ABD’nin sanayi ve teknolojide faaliyet gösteren 51. eyaletinden söz ediyoruz zira… Hind aleminin beynine müracaat edilir, geri kalanı dünyadan el etek çekmiştir zaten!
İsrail-Yahudiler kapitalizmin geist’idir. Avrupa aklı-felsefesi, ABD hala imparatorluk merkezidir! Dünya sisteminin arka bahçesi olarak Doğu, dünyaya neler vaat ediyor, insanlığa hangi gelecekten bahsediyor?
Sadece Doğu’nun değil Batı’nın da ideolojileri bitti, ontolojilerinden yemeye başladılar.
Haliyle Doğu dünyasının üretim aracı olmaktan öte ne kapitalist sömürgeciliğe alternatif bir teklifi ne kendi milletlerine umut vadedecek büyük ekonomik programları var. Merkezin kararsızlığının sona erip yeni görev paylaşımında büyük “oligopol” olma kavgası yürütecek.
Yeni tekeller, ittifaklar
Neoliberal dönem merkezin büyük tekellerini dağıttı, yerlerine “seyyar tekeller” ikame etti. Üretim ve kârı zirveye çıkaracak her tür coğrafya, et-nik kimlik, devlet, din küreselleşme sürecine dahil edilerek merkez-çevre arasında konumlandırıldı. Kapitalizmin eski tekellerden cayması, dinamik ve üretken taliplilere yani “gelişmekte olan ülkelere” yönelmesi ABD’nin çöküşü olarak yorumlanmıştı.
11 Eylül statükosu çatışmaları süreklileştirerek yeni tekel alanlarını, güç merkezlerini belirlemek üzere küresel müdahalelere açık alanlar yaratmaya başladı.
Asya’da Afganistan, Ortadoğu’da Irak-Suriye, Afrika’da Mısır-Libya yeni tekeloligopoller için paylaşım savaşının sahası olarak karıştırıldı.
Liberalizm her zaman milliyetçiliği, dindarlığı ve muhafazakarlığı öne çeker; kurucu kararsızlık sona ererken ulus devletlerde milliyetçilik, dindarlık ve muhafazakarlık yükselmeye başladı. Avrupa yeniden “emperyal” güç olduğunu İslamofobi, ırkçılık, içe kapanma temrinleriyle hatırlıyor… Aynen ABD gibi.
Milliyetçilikler arttıkça dünya savaşlarına yaklaştığımızı anlayabilirsiniz!
Kurucu kararsızlık yerini safların oluşmasına bıraktı. İngiltere’nin Brexit’i, Almanya’nın AB’deki gücünü koruma kaygısı, Fransızların eski sömürgelerindeki prestijini harekete geçirmesi, oligopollerin lideri olmak isteyen Rusya ve Çin’in arayışları, yeni ittifakları, yeni tekel alanlarını, güç merkezlerini inşa edecek.
Hala çatışma, terör ve pasif diklenmelerle idare eden ülkeler konvansiyonel bir savaşımın içine girmekten imtina ediyor.
Büyük federasyonlar
Kurucu kararsızlık yeni dünya sistemini inşa ederken sistemin merkezini savaştırıp savaştırmayacağını belirleyemedi. Yeni dönemde öncelikle küreselleşmenin dağıttığı tekeller yeniden kurulacak, ittifaklar şekillenecek, yeni siyasi haritalar masadan sahaya geçiş yapacak.
Doğu–Batı, merkez-çevre çatışmasından, Avrupa’nın Çin korkusundan “Çin’i kimin devralacağı”na ilişkin kavgalar yaşanacak.
Rusya zaten kendini imparator ABD’nin muadili yahut havarisi gibi gördüğü için efelenerek geziniyor. Merkez onlara hiçbir zaman Akdeniz’i teslim etmeyecek, birkaç üsle devriye atmasına müsaade edecek; Akdeniz’e sahip olan zaten dünya sisteminde başta yer alır çünkü.
Haliyle İngiliz aklının ‘Güneş Batmayan İmparatorluğu’ ihya etmesi için sistemin ikinci sınıf bölgelerine yayılması gerekli.
ABD, bu süreçte sömürgeci dünya sisteminin imparatoru olarak tekel alanlarını, siyasi yapıları kurgulamakla meşgul. Burada en mühim olanı bölgemizdeki siyasi vaziyet…
ABD bir Kürt devleti eliyle İsrail’i “özgürleştirip korumaya alırken” aynı zamanda yeni oligopollerin rengini verecek. Kudüs kararı ve her tür İs-lami yönelime terörist muamelesi çekeceğini ikrar etmesi de bundan.
Yeni ittifaklar için merkezdeki kararsızlık yeni üretim alanlarının, yeni tür enerjilerin, biyopolitikanın, genetik ekonomisinin, biyotekniğin, enformatik devrimlerin yönünü de bekliyor.
Küreselleşmeyle, Küresel Medeniyet eliyle uç veren merkezsizlik dönemi kısa sürede “Ada”cıklarla çözüme kavuşturulacak. ABD bu ada’cıkların başında yer alacak. Burada kurucu kararsızlığı belirleyen bir başka mühim husus da ulus devletlerin konumu.
Sanayi kapitalizminden finans kapitalizmine geçerken İmparatorluklar tasfiye edildi; küreselleşme döneminde ulus devletler varlığını korusa da itibarsızlaştı, şirketlerin bağımsızlığına katlanmak zorunda kaldı.
Yeni oligopol ve tekelleşme döneminde ise güçlü devletlerin varlığı en ciddi tehdit. Bu nedenle ulus devletlerin bölünmesi, “büyük federasyonla-rın” teşekkül ettirilmesi gerekiyor.
Merkez, kıta Avrupa Katalonya, Bavyera, Belçika, Grönland, İskoçya, Padanya, Balkanlar gibi alanların özerkliği üzerinden bölünme tehlikesiyle karşı karşıya.
Kurucu kararsızlık merkezin federasyonlara yani modern feodalizme geçişine izin verecek mi? Mesele de burada düğümleniyor çünkü.
Kapitalist dünya sistemi dünyayı “Büyük Amerika” gibi yani “büyük federasyonlar” şeklinde örgütlemek istiyor… Klan-aşiret devletlere bağlı büyük federasyonlar ile dirençli ulus devletler kurucu kararsızlık sonrasının iki öznesi olacak. Türkiye dünya sisteminin kabuk değiştirdiği bu dönemde ciddi kararlar almak mecburiyetinde.
Öyle bir ülke ki Türkiye beka meselesini çözerse zaten büyüyecektir.
Güney sınırını boydan boya çevreleyecek bir Kürt devleti Türkiye’nin dirençli ulus devlete sahip olup olmadığını belirleyecek… Üstelik bu direnç onun Ortadoğu’yu da içine alacak büyük federasyonun-oligopolün lideri olma potansiyelini hareketlendirebilir.
Türkiye ya kurucu kararsızlık içindeki dünya sisteminin verili tercihlerinden birini yaparak özgür olduğu avuntusunu yaşayacak ya da seçim yapacağı şartları, ihtimalleri kendi belirleyip sahaya sürecek.
Bütünleşik bir devlet ve millet iradesine sahip olmadığı için Türkiye, kendi seçeneklerini oluşturma konusunda hala yekvücut irade ortaya koyamıyor. Bunu sağladığında reel politiğin gidişatını tersine çevirebilir.
Bu arada unutmadan sormak gerek; yeni ittifaklar, yeni İmparatorluklar, federasyonlar, yeni tekeller kurulurken dünya sisteminin kararsızlığını sona erdirecek o kurşun hangi çılgının silahından çıkacak acaba?
@Ercnyldrm1
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *