Çin önemli bir ülke ve bölgede stratejik atılımlar gerçekleştirdi. Ancak nihayetinde mevcut sistemin dışında değil de içinde rekabet eden, rekabetin istikrar çatısı altında tutulmasında stratejik çıkarı olan bir ülke.
Çin-İran anlaşması yanılsamaları
Nedim Kuteyş (Lübnanlı gazeteci) / The Independentturkish
Çin ve İran arasındaki stratejik anlaşma, İran içinde yurtdışında tetiklediğinden daha önemli bir tartışmayı tetikledi.
İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, hakkında pek doğru resmi veriye sahip olmadığımız anlaşmayı ya da Çinlilerin verdiği ad ile planı, “ABD’nin düşüşünü hızlandıran aktif direniş” çerçevesine yerleştirdi.
Şemhani’ye karşılık, İran Cumhurbaşkanı’nın uluslararası ilişkilerden sorumlu eski danışmanı Hamid Ebu Talibi’den geldi. Resmi haber ajansı IRNA’nın aktardığına göre Ebu Talibi, “Çin, başkalarıyla, özellikle Batı ile etkili bir direniş veya stratejik çatışma değil, gerçekçi çıkarlar peşinde koşuyor” diyerek, ‘Çin’i iyi tanıma’ çağrısı yaptı.
Bu tartışma, bir ‘statüko’ ülkesi olarak Çin’e, çıkarlarına ve bölgedeki konumuna dair dar anlayışı özetliyor, İran İslam Cumhuriyeti’nin İran-Çin anlaşmasını propaganda savaşı bağlamında kullanmaya yönelik ‘devrimci’ aceleciliğini ifşa ediyor.
Malum olduğu üzere İran propaganda makinesi, ekonomik daralmanın doruğunda, nükleer anlaşmanın kaderi, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin anlaşmaya dönüp dönmeyeceği veya ne zaman döneceği ya da bunun ne zaman ve hangi koşullar altında olacağı konusundaki belirsizlik ortamında kendisine manevi zaferler arıyor.
Öncelikle anlaşmanın form olarak Çin’in büyük Ortadoğu bölgesindeki ülkelerle imzaladığı 15 stratejik iş birliği anlaşmasına eşdeğer olduğu, tek başına İran’ı veya İran’ın bölgedeki çatışmalarını ilgilendiren herhangi bir stratejik özellik taşımadığı gerçeğinden başlayalım.
Haberlerin büyüklüğünün 400 milyar ile 650 milyar dolar arasında olduğundan bahsettiği anlaşmanın hala spekülasyon ve sızıntılar çerçevesinde ve pek çok şüpheye konu olduğunu belirtelim.
Anlaşma, ayrıntılı uygulama planlarına göre belirli bütçelerle belirli anlaşmalar içeriyor gibi görünmezken, Çin ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasındaki mevcut ticari çıkarlar 260 milyar doları aşıyor.
Çin-İran anlaşmasının boyutunu sorgulayanlar, Çin’in 2013’ten 2027’ye kadar “Kuşak ve Yol Girişimi” için harcayacaklarının tamamının 1,2 trilyon dolar civarında olacağı gerçeğine dayanıyor. Bu da Çin’in bu bütçenin üçte birini yalnızca İran’da harcayacağı fikrini kabul etmeyi mantıksız kılıyor.
Ayrıca, Çin-İran anlaşmasını, çekişme fikrinin ötesinde Çin-Amerikan çatışması stratejisinin bir parçası olarak tasvir etmek, Washington ve Pekin arasındaki ilişkilerin gerçekliğine uymayan ve Soğuk Savaş kültürüne bağlı pek çok abartı içeriyor.
Mevcut Çin-Amerikan ilişkilerini karakterize eden çatışma ortamına rağmen, Ruhani’nin danışmanı Ebu Talibi, “ABD’siz Çin ve Çin’siz ABD, dünya ekonomisinin yıkımı anlamına gelir” derken haklıydı.
Aslında Çin, olağanüstü ekonomik yükselişini her şeyden önce ABD’ye borçlu. Çin ile ABD arasındaki ticaret hacminin, 2019 yılında 558 milyar dolar değerinde olan Çin’in toplam dış ticaret hacminin yüzde 13’üne eşit olması ve ticaret dengesinin 345 milyar dolar tutarında Çin’in lehine olması bunu kanıtlanıyor.
Çin’in elinde ayrıca 1 trilyon dolardan fazla ABD devlet tahvili var, bu da ABD ekonomisinin sağlıklı olmasının kesinlikle Çin’in çıkarına olduğunu gösteriyor. Bu verileri ABD ile eski Sovyetler Birliği arasında yüzde 1 sınırında kalan dış ticaret hacmiyle karşılaştıralım.
Yine Çin, İran’ın düşük fiyatlı petrolü dahil bölgenin petrolüne bağımlı bir ülke olarak, deniz yollarının istikrarı konusunda stratejik bir çıkara sahip.
Aynı şekilde hem kendisine hem de Ortadoğu’daki aynı petrol kaynaklarına bağımlı ve ekonomileri Çin ekonomisi ile iç içe geçmiş Asyalı komşularına petrol tedarik eden hatların güvenli olması da onun çıkarına.
Bu nedenle, Washington’un Asyalı müttefiklerini Pekin’in insafına bırakacak şekilde Ortadoğu’dan çekilip, bölgenin güvenliği, koridorları ve ticareti üzerindeki kontrolü tamamen Çin’e teslim etmesi bana gerçekçi görünmüyor. Çin de ne bunu tek başına yapabilir ne de buna benzer roller arayışında.
Çin, askeri stratejik anlamda sınırlarının farkında. Dünyada 70’den fazla ülkeye dağılmış yaklaşık 800 Amerikan askeri üssüne karşılık, Çin’in yalnızca Cibuti’de 1 askeri üssü ve Pakistan’ın limanlarından birini askeri amaçlarla kullanma ihtimali var.
Ayrıca ABD’nin 11 uçak gemisine karşılık, Çin’in sadece 2 uçak gemisi var ki, teknik yetenekleri ve kapasite konusunda aralarındaki büyük farklılıklardan bahsetmiyoruz bile. Amerikan uçak gemilerinin toplam alanı ve yetenekleri, dünyadaki tüm uçak gemilerinin toplamının iki katından fazla.
Nihayetinde, Çin, bakım maliyetini Washington’un karşıladığı uluslararası gerçeklikten yararlanarak yükseldi ve büyüdü. Bundan kendisi de faydalandı. Nitekim bu, eski başkan Donald Trump döneminde iki ülke arasında tartışmalı bir mesele olarak öne çıkmıştı.
Bu anlamda Çin, hiç kimseye müttefik olmayan dost bir ülke olma statüsünü tercih ediyor. Yani kendisini başka bir eksene karşı tutarlı, uyumlu ve benzer bir eksenin ideolojik ve kültürel bir alternatifi olarak sunmuyor.
Çin’in dostları, çeşitli hükümet sistemleri ve siyasi ittifaklar arasında dağılıyor, hatta çoğu Batı’ya ve değer sistemine daha yakın.
Çin-İran anlaşmasının vaatleri ve bilinmezlik aleminde gizli beklentilerine karşılık, Çin ile Washington’un müttefiki KİK ülkeleri arasındaki mevcut ticaretin tahmini 260 milyar dolar olduğu gerçeğine dikkat edilmeli.
Çin, Kovid-19’a karşı geliştirilen Sinopharma aşısının yıllık 200 milyon aşı kapasiteli ilk dış üretim hattına ev sahipliği yapması için, dünyadaki tüm ülkeler arasından ABD’ye en yakın başkentlerden biri olan Abu Dabi’yi seçti.
Ayrıca BAE, Suudi Arabistan ve diğer ülkeler, Çinli Huawei şirketinin sahip olduğu 5G telekomünikasyon teknolojisinin altyapısının geliştirilmesinde Çin ile iş birliği yapıyor.
Çin’i gözlemleyenler, Pekin’in Çin modelinden bahsetme takıntısının, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi uluslararası bir alternatif sunmayı, daha sonra bu alternatifi dayatmak için dışarıdan müdahale etmeyi amaçlamadığına dikkat çekiyorlar.
Daha ziyade başkalarını Çin’e ve Çin Komünist Partisi’nin devasa kapitalist makineye önderlik ettiği melez sistemine müdahale etmesini önleme amaçladığını gözlemliyorlar.
Çin, korkunç olduğu ölçüde korkuyor. Çin’in çevresi ile ABD’nin çevresine ilişkin karşılaştırmalı bir bakış açısı, Çin’in komşularının çoğunun ABD’nin müttefiki olduğundan ve Pekin’in arzularını dizginlemek için onunla iş birliği yapmaya hazır olduklarından emin olmak için yeterli. Buna karşılık, ABD’nin komşularından hiçbiri Çin ile ABD’ye karşı benzer bir ilişki arzu etmiyor.
Halihazırda Çin’in öncelikleri, askeri ve güvenlik alanlarındaki bazı küçük eklemelerle birlikte ekonomik görünüyor. Çinlilerin çoğu hala nispeten fakir, 600 milyon Çinli, yani, toplam nüfusun yüzde 45’i ayda 300 doların altında yaşıyor.
Buna paralel olarak, talepkar bir orta sınıf var ve bu sınıfın beklentileri, büyüme ve iş fırsatları yaratma oyununa devam etmeden karşılanamaz. İstikrarın kendisine getirdiği çıkarlar korunamaz. Bunun gerçekleşmemesi durumunda Çin, Kovid-19 salgının yankıları ile başlayıp “Kuşak ve Yol Girişimi”ni etkileyecek tökezlemelerle sınırlı kalmayacak sayısız engelle karşı karşıya kalacak.
Çin önemli bir ülke ve bölgede stratejik atılımlar gerçekleştirdi. Ancak nihayetinde mevcut sistemin dışında değil de içinde rekabet eden, rekabetin istikrar çatısı altında tutulmasında stratejik çıkarı olan bir ülke.
En önemlisi de dünyadaki birinci rakibi ile arasındaki ihtilaflar ne kadar büyük olursa olsun gözü Washington ile uzlaşma pastasında olan bir ülke.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Büşra Abay
Şarku’l Avsat
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *