Uzmanlara göre, İngiltere Brexit sonrası küresel rolünü en üst düzeye çıkararak kayıp imparatorluğu yeniden canlandırmaya ve Brexit’in kalkınma bütçesi üzerindeki etkisine ilişkin endişeleri gidermeye çalışıyor.
Ahmed Abdulhakim / Şarku’l Avsat
İngiltere, ‘Küresel Britanya’ adlı yeni savunma stratejisi planının ayrıntılarını duyururken İngiliz çevreleri, uzmanlar ve dünyanın dört bir yanındaki askeri ve stratejik alanla ilgilenenler halen yaklaşık 100 sayfalık plandan neler çıkarılabileceğini anlamaya çalışıyor. Londra ise İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın da ifade ettiği üzere ‘nüfuzunun bir kısmını’ ve küresel post-Avrupa mirasını yeniden geri kazanmanın yanı sıra ‘daha riskli’ bir uluslararası ortamda güvenliğini koruma vizyonunu ifade etmeye çalışıyor.
İngiltere, mevcut Muhafazakar hükümetin ‘ana saldırı araçlarının eskimesi, değişim ve yenilenme süreçlerinin yavaşlığı ve yeni saldırı araçları üretmeye yönelik araştırmalar nedeniyle son yıllarda silahlanma sisteminde ortaya çıkmaya başlayan zayıflıklar’ olduğu şeklindeki değerlendirmesinin ardından silahlanmasının temellerini nükleer savaş başlıkları ve balistik füzeler dahil olmak üzere güçlendirmeyi hedefleyen ve daha önce benzerine rastlanmayan bir strateji duyurdu. Strateji, İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dış ve savunma politikasındaki en önemli sıfırlama olarak kabul ediliyor.
Stratejinin duyurulmasının üzerinden henüz bir hafta geçmedi. Ancak duyurulmasından bu yana ülkelerin bölgesel ve küresel kurumlar aracılığıyla ittifak ağları dokudukları bir dönemde, silahlı diplomasinin uygulanabilirliğinin yanı sıra Londra’nın uluslararası varlığını güçlendirmek için tarihi nüfuz alanlarına nasıl yatırım yapabileceği ve Brexit sonrası İngilizleri nükleer cephaneliğini ve silah yeteneklerini geliştirmeye iten riskler ve endişelere ilişkin ‘Rekabetçi Bir Çağda Küresel Britanya’ başlığı altında yayımlanan bu yeni savunma stratejisi ile ilgili çeşitli soru işaretleri ortaya çıktı. Ayrıca, mevcut Muhafazakar Parti hükümetinin yerine muhalefetteki İşçi Partisi’nin gelmesi durumunda bu 10 yıllık planın devam edip etmeyeceği de merak konusu.
Strateji nasıl okunmalı?
İngiltere’nin bu yeni savunma strateji belgesinde, Başbakan Boris Johnson’ın hükümeti, dünya çapında, özellikle Asya kıtasında İngiltere’nin diplomatik varlığının yoğunlaştırılması, askeri harcamaları ve nükleer savaş başlıklarını artırarak askeri yeteneklerin güçlendirilmesi ve bir dijital savaş ordusu yaratılmasının yanı sıra tüm dünyada hayati hareketliliklerin olduğu alanların belirlenmesi ve ‘müttefikler, düşmanlar ve rakipler’ arasında ayrım yapılması ile esas olarak Brexit sonrası yeni İngiltere’yi şekillendirdi.
Gözlemcilere göre Londra’nın Birleşik Krallık’ın eski ihtişamını canlandırmaya çalıştığı yeni strateji çerçevesinde İngiltere, ‘artan riskler’ olarak nitelediği durum karşısında caydırıcı gücünü artırmak için nükleer savaş başlıklarının sayısını yüzde 40 oranında yükseltecek.
İngiltere daha önce nükleer savaş başlıklarını azaltmıştı. İngiliz hükümeti, 2010 yılında 2020’lerin ortalarına kadar cephanelikteki nükleer savaş başlığı sayısını en fazla 180 olarak belirledi. Ancak Başbakan Johnson bu sınırlandırmayı kaldırdı ve cephanelikteki en fazla nükleer savaş başlığı sınırını 260’a yükseltileceğini duyurdu. Johnson, ülkesinin nükleer silahlara sahip ülkeler, gelişmekte olan nükleer silah sahibi ülkeler ve nükleer terör eylemlerine destek veren ülkeler tarafından gelen risklerle karşı karşıya olduğunu ve hem kendisinin hem de müttefiklerinin güvenliğini sağlamak için nükleer caydırıcılığa sahip olması gerektiğini söyleyerek aldığı kararı savundu.
İngiltere’nin duyurduğu yeni savunma stratejine göre Londra artık biri sürekli alarm durumunda olacak dört nükleer silahlı denizaltı bulunduracak. Yeni stratejinin en önemli maddelerinden biri ise ABD ile ilişkilere her zaman öncelik vermesini vurgulayan ve ABD’yi İngiltere’nin ‘en önemli ve en stratejik ortağı’ olarak nitelendiren maddesiydi. Yine stratejiye göre Londra, ‘başlıca ortaklar’ olarak Almanya ve Fransa’ya odaklanılarak AB ile çalışmak ve iş birliği yapmak için ‘yeni yollar’ arama taahhüdüyle sınırlı olan AB stratejisinin aksine, AB ile ilişkilerini güçlendirecek.
Gözlemcilerin İngiltere’nin yeni savunma yeteneklerini güçlendirme stratejisinin en önemli nedenleri olduklarını düşündükleri, Batı dünyasında bir takım zorlukların temeli olarak görülen Çin ve Rusya ile ilgili olarak ise belgede Çin’in büyüyen uluslararası konumunun bugün dünyadaki en önemli jeopolitik faktör olduğunun kabul edilmesiyle birlikte Pekin’in ‘Batılı ülkelerin değerlerinden farklı bir totaliter sistem’ tarafından yönetildiği, ancak İngiliz hükümetinin tam olarak Çin’i önümüzdeki on yıl içinde küresel büyümeye katkıda bulunacak ve aynı zamanda bu büyümeden en fazla yararlanacak olan en büyük ülke olarak görmediği’ belirtiliyor. Öte yandan, belgede ‘İngiltere’nin güvenliğine yönelik en büyük tehdit ve düşman ülke’ olarak nitelendirilen Rusya’ya yönelik strateji ile ilgili ifadeler ise farklılık gösteriyor. Belgeye göre Londra, iki ülkenin hükümetleri arasındaki ilişkilerde iyileşme sağlanana kadar ‘Rusya’dan gelen tüm tehditlere karşı caydırıcı ve etkili bir savunma’ taahhüdünde bulunuyor.
İngiltere, yaklaşık yarım asırdır geri planda durduktan sonra, yeni savunma stratejisiyle, doğuda Hindistan’dan Japonya’ya ve güneyde Çin’den Avustralya’ya en önemli ve hayati deniz yollarının geçtiği Hint ve Pasifik Okyanusları’nda yeniden askeri olarak boy göstereceğini de duyurdu. İngiltere’nin stratejisine göre bu bölge ‘jeopolitik rekabetin merkezi ve birçok potansiyel parlama noktasının kesiştiği yer’. Bu nedenle Londra, HMS Queen Elizabeth Uçak Gemisi ile birlikte bir grup askeri saldırı gemisini Hint ve Pasifik okyanuslarına göndermeye karar verdi. Aynı zamanda Birleşik Krallık Ordusu, 2030 yılına kadar ordunun dörtte birine tekabül eden, 30 bin robot askeri birliklerine katmak için harekete geçti. İngiltere Genelkurmay Başkanlığı’na göre robot askerlerin görevi, insan kayıplarını önlemek için savaşlarda ön saflarda yer almak olacak.
İngiliz The Telegraph gazetesinin haberine göre Londra, ‘resmi ve gayri resmi tehditler’ karşısında alınacak caydırıcı önlemlerle Birleşik Krallık’a bağlı 14 denizaşırı bölgeyi korumaya çalışacak.
Peki, neden şimdi?
Başbakan Johnson, 16 Mart’ta paylaştığı ve yeni savunma stratejisini duyurduğu tweette, “Tarih, demokratik toplumların açık ve dirençli bir uluslararası düzenin en güçlü destekçileri olduğunu ve açık olmak için de güvende olmamız gerektiğini göstermiştir. Bu da İngiltere’nin nükleer programını güçlendirmesini gerektiriyor” ifadelerini kullandı. Tweetin ardından İngiliz basını, ülkenin yeni savunma belgesini yorumlamak konusunda adeta bir yarışa girişse de herkes Soğuk Savaş’tan bu yana eşi benzeri görülmemiş bu adımın nedeninin, ‘büyüyen teknolojik ve ideolojik tehditler’ olduğunda hemfikirdi.
The Guardian ve The Sun gazeteleri, bu adımın, Londra’nın Brexit sonrası kendisini uluslararası sahnede büyük bir güç olarak yeniden empoze etmeye çalıştığı sırada atıldığına dikkat çektiler. The Guardian’a göre İngiltere’nin nükleer savaş başlığı stokunu güncellemesinin ardındaki başlıca neden Rusya’nın silahlarını hızla modernize etmesiydi. Aynı zamanda örneğin Salisbury’de eski Rus casus Sergey Skripal ve kızı Yulia’ya suikast girişimindeki gibi bir kısmı Birleşik Krallık topraklarını da etkileyen Rusya’nın askeri faaliyetlerine ilişkin korkular da atılan adımın başlıca nedenlerinden biri.
The Telegraph gazetesi ise İngiltere’nin önümüzdeki dört yıl içinde silahlı kuvvetlerini modernize etmek için 80 milyar sterlinin üzerinde (111,3 milyar dolar) kaynak ayırmayı planladığını ve bu amaçlara ayrılan fon miktarının 10 yıl içinde yaklaşık 200 milyar sterline (278,4 milyar dolar) ulaşabileceğini aktardı.
Birleşik Krallık’ta 2030 yılına kadar ‘bir terör örgütünün kimyasal, radyolojik veya nükleer saldırıda bulunacağına’ dair sürekli bir korku havası hakim.
İngiltere’nin yeni savunma stratejisine göre terörizm, daha çeşitli maddi ve politik nedenler, radikalizmin yayılması için yeni kaynaklar ve planlama süreçlerinin gelişmesiyle önümüzdeki on yıl boyunca büyük bir tehdit olarak kalmaya devam edecek. Bu yüzden, ‘terörle mücadeleye yönelik güçlü ve kapsamlı bir yaklaşım’ benimsenmesi gerekiyor.
Savunma stratejisi, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ve Savunma Bakanı Lloyd Austin’in geçtiğimiz hafta Washington Post gazetesinde yayımlanan ortak makalelerinde ‘NATO tarafından güvenliğin sağlanması için asgari, güvenilir ve bağımsız bir nükleer caydırıcılığın gerekli olmaya devam ettiğini’ vurgulayarak yaptıkları Rusya’nın ‘aktif bir tehdit’ ve Çin’den ise ‘yöntemsel bir meydan okuma’ olduğu yönündeki uyarılarıyla tutarlıydı. Makalede ayrıca ABD’nin dünyanın dört bir yanındaki dostları ve ortaklarıyla ya da ABD ordusunun ‘güç çoğaltıcıları’ olarak nitelediği ittifakları sayesinde birçok başarıya imza atabileceği ve bu ilişkileri ihmal etmenin ‘stratejik bir hata’ olacağı belirtildi.
ABD’li bakanlar, makalede, Hint ve Pasifik Okyanusu bölgesine ilk dış ziyaretlerinin birkaç nedeni olduğunu söylediler. Bunlardan biri, söz konusu bölgenin giderek önemli bir küresel jeopolitik merkeze dönüşmesi olduğunu belirttiler. Makalede dünyadaki milyarlarca insanın yanı sıra birçok yükselen güce ve müttefike ev sahipliği yaptığı ifade edilen bölgedeki deniz yollarından küresel ticaret hacminin önemli bir kısmının geçtiğine işaret edildi.
Cevap bekleyen sorular
Johnson’ın ülkesinin yeni savunma stratejisinin ayrıntılarını açıklamasının üzerinden birkaç gün geçmesine rağmen, özellikle stratejiye karşı çıkan iç seslerin yükselmesiyle birlikte, halen bir takım sorular cevap bekliyor. Dünya ülkelerinin, bölgesel ve küresel kurumlar aracılığıyla ittifak ağları dokudukları bir dönemde, silahlı diplomasinin uygulanabilirliğinin yanı sıra Londra’nın uluslararası varlığını güçlendirmek için tarihi nüfuz alanlarına nasıl yatırım yapabileceği ve mevcut Muhafazakar Parti hükümetinin yerine muhalefetteki İşçi Partisi’nin gelmesi halinde bu 10 yıllık planın devam edip etmeyeceği, cevabı beklenen sorulardan sadece birkaçıydı.
Independent Arabia, bu konuda uzmanların ve dünyanın dört bir yanındaki askeri ve stratejik alanla ilgilenenlerin en önemli analiz ve görüşlerini takip etti.
İngiltere’de ulusal düzeyde, muhalefetteki İşçi Partisi, diğer bazı partiler ve çevreciler, yeni savunma stratejisinin, özellikle de nükleer savaş başlıklarının artırılmasıyla ilgili bölümün en önde gelen eleştirmenleri olmaya devam ediyorlar. Ana muhalefetteki İşçi Partisi lideri Keir Starmer, The Telegraph gazetesinin aktardığı açıklamasında, “Bu adım, Londra’nın nükleer silahların yayılmasını önleme taahhüdü ile tutarsızdır. Bu strateji, eski başbakanların amacı ve tüm tarafların İngiltere’nin nükleer silah stokunu azaltma çabalarıyla çelişmektedir” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, İşçi Partisi’nin ülkede iktidara gelmesi durumunda planda bir değişiklik yapma olasılığının işareti olarak görüldü.
İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn ise dünyayı daha güvenli olmaktan çok daha tehlikeli bir yer haline getirebileceğini söyleyerek stratejiyi eleştirdi. Corbyn, stratejiyi, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nın (NPT) 6. maddesinin ihlali olarak gördü.
Corbyn, LabourList internet sitesinde kaleme aldığı makalede, İngiltere Başbakanı’nın açıkladığı stratejinin, ‘ulusal savunma için bir plan değil, hesap verebilirlik ve hesap verme sorumluluğu olmadan denizaşırı ülkelerde daha uzun süreli operasyonlar ve tıpkı Irak ve Afganistan’da olduğu gibi uzun savaşlar için bir plan’ olduğunu söyledi. Corbyn, “Yeni bir silahlanma yarışı ve yeni nükleer silahlar için bir plan, NPT’deki yükümlülüklerimizin ihlalidir” yazdı. Corbyn, gerçek tehditlerle mücadele için kaynakların çekilmesinin, uluslararası kalkınma bütçesini azaltırken aynı zamanda askeri riskleri artırdığını söyledi.
Öte yandan 2007 yılında Irak’ın güneyinde Basra’daki İngiliz kuvvetlerinin eski komutanı Tümgeneral Jonathan Shaw ise The Independent’da kaleme aldığı makalede, yeni savunma stratejisinin, İngiltere’nin Soğuk Savaş’tan bu yana dış ve savunma politikasındaki en büyük sıfırlama olabileceğini söyledi. Shaw, Rekabetçi Bir Çağda Küresel Britanya: Güvenlik, Savunma, Kalkınma ve Dış Politikanın Entegre İncelemesi (Global Britain in a Competitive Age: the Integrated Review of Security, Defence, Development and Foreign Policy – IR) okunduğunda, Savunma Bakanlığı’nın caydırıcılık teorisinin temel teolojisini ve Birleşik Krallık’ın nükleer duruşunu unutmadığına dair hiçbir güvence vermediğini, dolayısıyla stratejinin duyurusuyla işaret edilen değişikliklerin derinliğinin anlaşılamadığını söyledi.
Shaw makalesine şöyle devam etti: “Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) çıkılması, Avrupa’da nükleer silahlanma yarışı korkusunu şimdiden artırdı. Ancak INF, İngiltere’nin benimsemediği kısa ve orta menzilli silahlarla ilgiliydi. Bu nedenle, konuyu Fransa ve ABD’ye bırakmak mantıklıydı. Rusya’nın artan potansiyel tehdidine karşı stratejik cephaneliğimizde bir artış yapılması, uygunsuz ve orantısız görünmektedir.”
Atlantic Council’in başkanı ve CEO’su Frederick Kempe ise CNBC’ye şöyle yazdı:
“Johnson’ın Brexit sonrası ülkesi için küresel bir rol oluşturma planı, Birleşik Krallık’ın kayıp imparatorluğunu yeniden kurma arayışıdır.”
Kempe, yeni savunma stratejisiyle ilgili olarak “Planla ilgili en önemli şey, pratik, ideolojik ve gelecek için akıllıca olmayan çerçevesidir. Plan, bir eylem rehberi olarak tasarlanan belgesinde gelecekteki herhangi bir tehdide işaret etmiyor” ifadelerini kullandı. Kempe, “Bu belge, Oprah Winfrey’in kraliyet ailesi unvanlarını bırakan Prens Harry ve eşi Meghan Markle ile röportajı sonrası İngiltere’nin küresel rolünün azalmasına ilişkin şikayetlerin artmasının ardından Birleşik Krallık’ın stratejik ciddiyetinin hoş bir hatırlatıcısı olarak mı yayımlandı?” diye sordu.
Diğer yandan, Mısırlı strateji ve güvenlik analisti emekli Tuğgeneral Safvet ez-Zeyyat’a göre İngiltere’nin yeni savunma stratejisi, temelde İngiltere’nin Brexit sonrası rolünü en üst düzeye çıkarma girişimine ve ABD ile ortaklığını teyit ederek Avrupalılardan uzak bir rol arayışına’ dayanıyor. Independent Arabia’ya konuşan Zeyyat, “Londra’nın son yirmi yıldır ihmal ettiği askeri yeteneklerini geliştirmek için gerekli olan bu rolü yeniden kazanmasının önünde halen büyük zorluklar var” değerlendirmesinde bulundu.
Zeyyat’a göre İngiltere’nin önümüzdeki yıllarda diplomatik ve stratejik hedeflerine ulaşmada karşılaşabileceği zorluklardan biri, şu an İngilizlerin vizyonlarıyla çelişen Hindistan başta olmak üzere ‘eski sömürge ülkeleriyle’ olan tartışmalı mirasıdır. Zeyyat, söz konusu ülkelerin aynı zamanda karşılıklı bağımlılık, okyanuslarda devam eden iş birlikleri ve ekonomik ittifaklara ilişkin strateji ve küresel eğilimler konularında da İngilizlerin vizyonlarıyla çeliştiğini söyledi.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre, İngiltere’nin artık eski imparatorluk hırslarına sahip olmadığını düşünen Zeyyat, nükleer savaş başlıklarının artırılmasını ve Avrupa’nın geçtiğimiz yıllarda askeri yeteneklerini geliştirme konusunda gösterdiği gevşekliğin terk edilmesini, Hint ve Pasifik bölgesindeki uluslararası stratejik rekabet alanlarında küresel olarak kendisine bir yer bulma yönünde ciddi bir girişim olarak değerlendirdi.
Son olarak ABD merkezli Foreign Policy dergisi, İngiltere’nin AB’den ayrılmasından kaynaklanan kayıplarını telafi etme ve küresel nüfuzunu yeniden kazanma fırsatlarını tartışırken, ‘Batılı ülkelerin sömürge geçmişinin, genellikle siyasi, güvenlik, ekonomik ve ticari ortaklıklar kurma konularının önünde bir engel olmaya devam ettiğini vurguladı. Sömürge ülkelerinin eski sömürgecileri için bir engel haline gelen büyük siyasi dönüşümlere tanık olduklarına dikkati çeken dergi, ‘tarihin geri alınamayacağının’ altını çizdi.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *