İnsan Mehmet Alagaş / “Öyle değildi bu türkü bilirim”

İnsan Mehmet Alagaş / “Öyle değildi bu türkü bilirim”

Alagaş’ ın yapılmadan söylemediği örnekliği üzerinde durulup; çok şey yapılmalı ve söylenmeli. Söylenmeli. Çünkü İslam toplumlarında İslamcılık/İslamcı camia paramparça oldu ve çok değişti. O yüzden düne dair güzel örneklerin üzerine titremek ve küllerini karıştırmak adına söylenmeli.

İsa Dervişoğlu / Gazete İpekyol

“Karmaşık ve çalkantılı bir dönemde yaşıyoruz. Neyin ne olduğu veya nelerin ne olmadığı açıklık kazanmış değil. Hatta meseleler o kadar girift bir hal almış ki, birbirine zıt unsurlar dahi, birbiriyle ilintili ve birbiriyle benzer olarak algılanabiliyor. Bunun en açık örneği, İslam ile demokrasiyi veya Müslümanlık ile laikliği ideolojik kardeş görme eğilimleridir.

İdeolojik düzlemdeki bu kavram kargaşası tabi ki topluma da yansımış ve içinde yaşadığımız toplum, ne idiğü belirsiz bir kimlik girdabına sürüklenmiştir.”

KİMLİK TERCİHİ / İnsan Dergisi yayınları / Mehmed ALAGAŞ

***

İnsan Dergisi kurucusu Yazar Mehmet Alagaş, İzmir’de, 28 Şubat 2021 tarihinde aort damarındaki yırtık nedeniyle yapılan ameliyatın ardından kötüleşmiş ve tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmişti. Allah’ın, ondan rahmetini esirgememesini, geride kalanlara da sabırlar vermesini dileriz.

Yukarıdaki alıntı, çizgisi, duruşu ve kavramlara yaklaşımı noktasında yakaladığı seviyeyi özetliyor gibi…

***

Öncelikle kendi hakkında söylediklerinden kesitlerle devam etmek istiyorum:

“1953 yılında İzmir’in Basmane semtinde doğdum. Kendilerini rahmetle andığım babamın aldığı işçi maaşı ve annemin oldukça tutumlu ev idaresi sayesinde aç ve açıkta kalmadan büyüdüm. İki yaşında dilimin tutulması ve bu tutukluk nedeniyle meramımı en kısa şekilde anlatabilme zorunluluğu, beni çok düşünen az konuşan biri olmaya yönlendirdi. Varlık ve yaratılış hakkında yoğunlaşan düşüncelerim yirmili yaşlara geldiğimde ve bana “Allah’a inanıyor musun?” denildiğinde, beni “İnanıyorum dememin ötesinde kesinlikle Var” noktasına getirdi…

22-23 yaşıma geldiğimde, o zamana kadar sadece Arapçasının olduğunu bildiğim Kur’an-ı Kerim’in Türkçe mealinin de olduğunu ilk kez öğrendim. Bu beni çok heyecanlandırmıştı. Çünkü o zamana kadar “Var, Var” dediğim Rabbimin kelamını yani Rabbimi dinleyebilecektim. İşte Rabbimin lütfuyla ilk kez yöneldiğim ve dikkatle okuduğum bu Kur’an bana pürüzsüz bir ayna olmuş ve “Var” dediğim Rabbimin karşısında bir kul vasfıyla var olmadığımı göstermişti. Bu yüce Kitap’ta Rabbimi daha iyi fark ettiğim gibi şeytanı ve bazı şeytani yaklaşımları da fark etmiştim.

Mesela o zamana kadar bana “Madem Allah’a inanıyorsun, neden namaz kılmıyorsun?” diyenlere üst perdeden bakarak “Namaza durmak, Allah’ın huzuruna durmaktır. Şu an ki kirim ve pisliğimle o huzura durmaktan utanırım” cevabını veriyordum.

Ne güzel bir cevap ve şeytanın ne kadar süslü bir vesvesesi değil mi?

İşte Kur’an’ı okuduğum zaman üzerimdeki kiri ve pisliği giderebileceğim yegane banyonun, “Kirimle girmem” dediğim o İlahi huzur olduğunu gördüm. Gösterene hamdolsun, şükürler olsun…

1980’e geldiğimde dıştan umudunu kesmiş ve dış dünyada bir şey aramaktan vazgeçmiş bir Müslüman olarak, sadece kendi kulluğumla ilgili sorularıma cevap bulabilmek için Kur’an çalışmalarına başladım. Baştan sona okuyup fişleyerek devamlı tekrar ettiğim bu çalışmalarda belli bir aşamaya gelince, aradığımız bütün önemli soruların Kur’an’da cevaplandığını gördüm.

İlk yıllarda yakın çevremdeki kardeşlerimle paylaştığım bu gerçekler, 1985’e geldiğimizde bütün Müslümanlarla paylaşılması gereken gerçekler durumuna gelince İnsan Dergisini yayınlamaya başladık. Yazar olma hevesinin de etkisiyle fazla düşünmeden aldığım bu karar, kısa bir süre sonra beni ciddi sıkıntılara ve pişmanlıklara düşüren bir karar olmuştu. Çünkü suskunluğun güvenli gölgesine çekilip, kulluğumu yaşamak varken, Allah’ın razı olacağı din adına konuşmak ve böylesine bir sorumluluğu yüklenmek bana çok ağır gelmişti…

Bilinmesini isterim ki bütün çalışmalarımı önce kendim, kendi kulluğum için yapıyor ve bu çalışmalardan öncelikle kendim faydalanıyorum. Zaten sizlerin de bildiği gibi ben de bana hayrı olmayan bir çalışmanın, başkalarına da hayır getiremeyeceğini biliyorum…” http://www.insandergisi.com/mehmed-alagas-kimdir-biyografi.html

***

Alagaş’ ın; radikalliğin de köpürtüldüğü İslamcı hareketler döneminde; hamasetten, gürültü patırtıdan uzak verimli ve ayakları yere basan özgün bir duruş ve çalışma metodu sergileyebilmesinin hakkını teslim etmek gerekir.

Okumayı, yazmayı, aydınlanmayı ve sahada olmayı/toplumdan kopmamayı birlikte yürütebilmiş ve İslami inşada gözle görülür eserler ortaya koymuştur.

Alagaş hakkında, özellikle vefatı dolayısıyla çok şey söylendi, söyleniyor. Söylenmeli de. Söylenenlerin faydalı olabilmesi için onu tanımak ve bu güne taşınabilecek eylemlerini tahlil etmek daha sağlıklı olacaktır.

Öncelikle metodu ve müktesebatını bu çağa/nesle intikal ettirilebilir. ‘Müslüman dava adamı’ kimliğinin bu özgün ve kirlenmemiş örneklerinin daha dün var olduğunu dikkate sunulup; bugünkü gençliğin çoook uzak kaldıkları/uzaklaştırıldıkları “dava adamı” kimliğinin mümkün olduğu hatırlatılabilir.

Alagaş’ ın yapılmadan söylemediği örnekliği üzerinde durulup; çok şey yapılmalı ve söylenmeli.

Söylenmeli. Çünkü İslam toplumlarında İslamcılık/İslamcı camia paramparça oldu ve çok değişti. O yüzden düne dair güzel örneklerin üzerine titremek ve küllerini karıştırmak adına söylenmeli.

Söylenmeli. Çünkü bir kesimi istisna edilerek belirtmek gerekirse; İslamcılık/dindarlık iddiasında olanlar yerlerde sürünüyor.

Ne o eski heyecan ne de davalarına sadakat kaldı. Ne o eski takvaları ne de şuurları kaldı.

Ne o eski izzetleri kaldı ne de çabaları.

İstisna edilmesi gereken bir yüzdelik kesim hariç, öylesine değiştiler ki;

Celladına aşık oldular. Nefislerine toz kondurmaz oldular. Mevki ve makam sahibi oldular.

Sezai Karakoç’un deyimiyle: “Geceleyin kravat bağlamasını öğrendiler”

Öyle çok şey öğrendiler ki; uzmanlaştılar, kıvraklaştılar. İkna yetenekleri arttı. Adeta Bel’am oldular.

Adaleti, merhameti, mazlumun yanında durmayı, yoksulu kayırmayı, helali, haramı unuttular; zalimlerin yanında durdular.

Öyle değiştiler ki; o istisna edilen küçük bir kesimi; işini bilmez, saf, beceriksiz, akılsız gördüler.

Öyle değiştiler ki; normal kavramını kadim bağlamından koparıldığı bu kirli çağın modasına uydular ve zalimle iş tutmanın adına normalleşme dediler.

Güncellendiler ve dinlerini de güncellediler.

Yusuf’ u kuyuya atmayı, Veysel’ e dayak atmayı Hayber’ de hak iddia edenlerle aynı safta olmayı da normalleştirdiler.

Allah’ın, ‘savaşın’ dediği birçok odağı/otoriteyi/eylemi/yöntemi normal kabul ettiler.

Mezheplerini, kavimlerini, sürdürülebilir olmasını istedikleri Karun’luklarını, Firavun’luklarını ve en çok da Haman’lıklarını ön plana aldılar.

Söylenmeli.

Çünkü Adil Erdem Beyazıt’ın dediği gibi: “Öyle değildi bu türkü bilirim”

“Müslüman yürekler bilirim daha,

Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet,

Eller bilirim haşin hoyrat mert,

Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır.

Her kırışığı sorulacak bir hesabı, her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır. Bütün bunların üstüne; hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim. Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim.”

Evet, şahsiyetsizliğin tavan yaptığı bu kokuşmuş çağda; Alagaş gibi şaibesiz ve duru şahsiyetleri tanıma ve hakkında yapılabilecekleri yapma ve söylemesi gerekenleri söylemeli hiç olmazsa.

Söylenmeli. Çünkü bu normalleşme lağımından bir an olsun çıkıp derin bir nefes almak için eski külleri karıştırmak adına da olsa söylemeli.

Söylenmeli çünkü “Öyle değildi bu türkü” Biliriz.

Selam ve dua ile.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *