Düşünüş biçimini genel olarak iki kategoriye ayırdığımızda, her meselede olduğu gibi bu meselede de nasıl düşündüğümüz, dolayısıyla nasıl anlayıp tepki vereceğimiz vuzuha kavuşabilir.
Çağımızın etkin ve yaygın düşünüş biçimi, ‘olguyu/olanı/realiteyi’ gerçek varsayarak, mevcudu düzenleyici kavramsal ve değerler sisteminden hareketle oluşturulmuş dünya görüşü, buna dayalı toplumsal ve siyasal örgütlenme modeli içinden düşünmektir. Diğeri, olması gerekeni esas alarak, olguyu/olanı yeniden anlamlandırıp düzenlemeye işaret eden ilahi mesaja dayalı olarak düşünmektir.
İki düşünüş biçiminde olgu ve değer arasındaki ilişki farklı bir düzlemde, farklı ilişki içinde, farklı kavrayış, tepki ve münasebet biçimlerine yol açacak; varoluşun gayesi, dünya görüşü, tarihe bakış, mevcudun anlamı ve gelecek tasavvuru bu sebepten çatışacaktır.
Çatışma cephelerinden birisinin peygamberlik vazifesi ve örnekliği bağlamıyla irtibatlı, soruşturma konumuz olan “Medine, Medine Sözleşmesi, Medeniyet” kavramları ve çağrışımlarıdır. Bu sebeple, kavramların günümüz gerçekliğinin, olması gerekene uygun olarak düzenlenmesi için bir referans mı, yoksa olanın/mevcudun ihtiyacına cevap verecek bir meşruiyet arayışı mı olduğu, açıklığa kavuşmayı hak ediyor.
Şu halde derdimiz, meseleye Müslümanca nasıl bakılması gerektiğinin açıklığa kavuşturulmasıdır…
Genel kabullerden hareketle diyebiliriz ki (Şura suresi 38-42), eni sonu İslam inancı etrafında birleşip kardeşler olan, kavim yapılanmasından bağımsız olarak örgütlenmiş, iktisadi ve siyasi işlerini kendi içinde çözmüş, diğerleriyle olan münasebetini kendi hukuk sistemine dayanarak kurmuş müminlerden müteşekkil Mekke’deki Müslüman cemaat, Yesrib’e hicretten sonra, Yesrib’li Müslüman/Ensar kardeşleriyle bütünleşip birlik olduğunda İslam milletine dönüşürler. Yesrib’in sakinlerinden müşrik Araplar, Yahudi cemaatleri ve Şuub/diğerleri arasında yapılan sözleşmeyle, şehir siyasi temelde yeni bir yapılanmaya kavuşur, Medine’ye dönüşür.
Sözleşme maddeleri, tarafları ve şartlarına bakıldığında, İslam hukuk sisteminin hükümranlığı, dini kriterlerle tasnif edilmiş toplum yapısı, siyasi itaat şartıyla kendi içinde ve işlerinde özerk ve özgür yaşayan diğer milletler topluluğu, sünnete uygun yaşam tarzıyla şekillenmiş bir mekân, şehirdir; Medine.
Daha evveline bakıldığında yarımadada ve o günkü dünyada yaygın olan Karye toplumlarından biriydi Yesrib: Kabileler federasyonu biçiminde örgütlenmiş, geleneksel ahlak ve hukuk kurallarının cari olduğu, şeflik, liderlik ve krallık idaresiyle yönetilen, kabilesine ve atalar dinine dolayısıyla ikili temsile mensubiyetle aidiyet, izzet ve şeref bulan insan modeli ile şekillenmiş kent toplumudur.
Bu kent/site, sünnete uygun şekilde Medine olması için değiştirilip dönüştürülen ilk model, sonradan fethedilerek yeniden inşa edilecek Medinelere de modellik yapacak örnek olarak ele alındığında, hem mekanı hem orada birlikte yaşayan toplumsal gruplarıyla, hem kültürü, hem toplumsal hayat tarzıyla farklılaşan, bu farklılıkla kendisini yeniden üretme şartlarını da tanzim etmiş bir şehre dönüşmüştür.
Biz, aşağıda sıralanan sorularla bu Medine’yi anlamak ve tanımak istiyoruz. Ama önce ve izninizle, mahiyet ve şekil itibarıyla Medine/şehir ve medeni/kent isimli iki farklı şeyi kıyaslamak adına günümüz gerçekliğini temsil eden, kendini yeniden üretmek için gerekli şartları olgunlaştıran, bizlerin de içinde yaşamakta olduğumuz mekânsal mimarisiyle belirginleşen kentin, kent kültürünün, kent insanının, kent kimlik ve toplumunun yaşam biçiminin tarihsel köklerine ve gelişimine dair kısa bir özet yapmak istiyoruz…
Bir yerden başlatmak için diyelim, 15. yüzyıldan itibaren sivil kentin, onun modern insan modelinin, toplumunun, kültürünün, belirleyici olarak öne çıkan iktisadi anlayış ve uygulayış temelli yaşam biçiminin, buna dayalı kurumlaşan hukuki ve siyasi düzenin tarihe girdiğini görüyoruz.
Bu kentler “civil/sivil insanı; civilization/modern/uygar/sivil/medeni toplumu; ticari kurallara dayalı ilişki biçimi; seküler hukuku; belediye meclislerince icra edilen yönetimi; endüstriyel yapının ihtiyaçları için düzenlenen zaman ve mekan planlamasıyla” eskisinden farklılaşır.
Bu kentler, dünya hayatıyla sınırlı bireysel serbest girişim, kazanç, servet, refah, haz amaçlı yaşam ve gelecek uğruna var olan özgür bireyi, bu model insandan oluşan sivil-politik kategorili toplumu ve yaşamı, cumhuriyet tarzı yönetim biçimiyle farklı bir mekan, farklı bir dünyadır.
Bu kentlerin ilkin tarihin belli bir döneminde, belli bir coğrafyada, belli bir toplumsal siyasal süreçte yani Batı Avrupa’da çıktığını biliyoruz. Tanrısal kaynaklı yasamanın; kral yetkili icranın; aristokrasi kaynaklı mülkiyet ve tarım ekonomisinin; mümin kullardan müteşekkil cemaat tarzı örgütlenmiş Katolik Hıristiyan ümmetinin mekanı olan, klasik şehirlerin yakınında, yeni kentler olarak kurulduklarını görüyoruz.
Yeni kentler, İngiltere’de başlayan sanayi devrimi, Fransa’da ortaya çıkan siyasi devrim neticesinde ulus devlet biçimiyle, ulusal sınırları içinde kendi pazarını rakibinden korumak gayesiyle nation temelde, homojen/sadık/vatansever toplumsal yapıda birleşerek kurumsallaşır.
Sanayileşme, üretim biçimi, standartlaşma, teknik icatlar, enerjinin üretim sürecinde kullanımı vs derken oluşan ekonomik güç, ateşli silahların ve savaş gemilerinin keşfiyle saldırı gücüne ve işgal üstünlüğüne dönüşür. Bu üstünlük ucuz emek, bedava hammadde, pazar ve lojistik ihtiyacı için dünyanın geri kalanını istila etmeye çıkartır.
İstila, ekonomik ve askeri güç kaynaklı zorbalıkla giderek tüm dünyada klasik/geleneksel şehir yaşamları ve devlet sistemlerini, iktisadi ve siyasi düzenleri değiştirip dönüştürecek, kendi kültürüne ve menfaatine uygun biçimde yeniden düzenleyecektir. Müstemleke/istilacının mülkü yapılan iller ve ülkeler mağlubiyetin verdiği kompleksle galibini taklit, fennini tekniğini, üretim ve yönetim biçimi transfer edip güçlenerek kendini savunacağını düşünür.
Nihayetinde tüm dünyalılar için gelinen yer, Batı merkezli kültür ve çıkar hegemonyasını taşıyan evrensel değerlerin her yerde savunulması, eğitim sistemi başta siyasi, iktisadi ve sosyal hayatını batılı modele uygun hale getirilmesidir.
Bu denli etkin ve yaygın dönüşümün başarısı, işin sonunda ilkin zihinsel, kalbi, düşünüş tarafında mahiyet dönüşümüyle, ardından milli, örfi ve şekli tarafta içeriksiz temsil ve semboller alanında iktidar imkanı bulmanın gururuyla ölçülebilir.
Müslümanlar bakımından bilginin kaynağının ve bilgi üretim sisteminin batılı yöntemle ele alınışının sonucu benzer dönüşüme meşruiyet arayışı, onlarda olan bitenin bu tarafta benzerinin icadı gayreti ilginçtir. Tarih yorumu ve referans yerlerinin modern yaşam biçimi kaynaklı çıkarımlar neticesinde olması gerekenin hayal ve ideale, olanın gerçeklik sayılmasına yol açması başka nasıl izah edilebilir?…
Diyeceğimiz o ki, ilahi bildirim kaynaklı muhkemlerden/değişmez sabit değerlerden bağımsız olarak kurgulanıp gerçekleştirilmiş olan çağdaş toplumsal/olgusal/verili yaşamdan hareketle düşünülüp değerlendirildiğinde Medine, Medine sözleşmesi ve Medeniyetin,
Doğal olarak kendi tarihsel bağlam ve sosyal gerçeklik referansından kopartılıp olması gerekene yol açması beklenirken, başka tarihsel bağlam ve sosyal gerçeklikte olana meşruiyet arayışına mı istihdam edilmektedir?
SORULAR
1.Kavram olarak Medine ile (Kur’an’ın Karye dediği) Kent arasında literal bir fark; kavramın tarihsel kökü, mekânsal ve toplumsal yaşam ve gelişim sürecinde nitelik ve şekil olarak farklılıklar var mıdır?
2.Müslüman toplumların modernleşme tarihinde ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerde, Batıda ne varsa bizde de onun karşılığını bulma, yoksa icat etme zihniyetiyle ortaya atılan “Hars-Umran-Hadariyet-Medeniyet” gibi kavramlar, İslam’ın da öngördüğü ve teşvik ettiği toplumsal örgütlenme ve yaşam biçimini karşılar mı?
3.Medine sözleşmesini, İslam temelinde kurulmuş siyasi bir hükümranlıktan, orada geçerli sözün Müslümanlara has olmasından, toplumsal yaşamı “kendi içinde özerk ve özgür kitap ehli” hukukuna göre düzenlemekten bağımsız bir anlaşma olarak görebilir miyiz?
4.Bir “nation temelinde örgütlü, onun yaşadığı sınırlarda mukim olanları ‘çoğunluk-azınlık’ ölçüsü dahilinde homojen bir toplum olma” ön şartıyla şekillenen laik ulus toplum mantığı ve anayasal ulus devlet modeliyle, dini temelde örgütlü millet ve dini devlet modeline dayalı Medine sözleşmesi arasında mantık ve şekil benzerliği kurulabilir mi?
5.Sosyal sözleşme temelli “devlet-toplum” ve “toplum-birey” ikilemi ve ilişkisi, “insan hak ve özgürlükleri” bağlamlı anayasal teminatlı yurttaş hukukuna karşılık, şahsileştirdiği devleti ayrı bir varlık, ferdi ve toplumu ayrı bir varlık olarak görmeyen, bunları aynı hukuk ve haklarla sorumlu ve sınırlı tutan, aralarındaki ilişkiyi de buna göre kuran Medine sözleşmesi;
Çağdaş dünyada ‘dil-etni-yurt-tarih-mezhep-cinsiyet-kültür’ gibi çeşitli farklılıklarla atomize olmuş grupların, verili siyasi şartlarda bir arada yaşama ihtiyaçlarına bir çözüm olarak gösterilebilir mi?
6.Yesrib, kendisini Medine yapan şartları haiz sözleşmeyle, Müslüman ümmetin siyasi olarak şekillenmesinde, İslam hukuk sisteminin hükümranlığında, ümmetler toplumunun bir arada yaşamasına beldelik yapmıyor da;
Muhacirlerin de dahil olmasıyla kabileler federasyonu dahilinde, siyasi otoriteden bağımsız bir ‘hakemlik müessesi’ ihdas edilen mekan oluyorsa, peygamber ve arkadaşlarının Mekke’den niye hicret ettiğini sormak icap etmez mi?
Herkes biliyor ki, Müslümanların kendi kavimleri olan Kureyş, Yesriblilerden hem daha üstün ve hem daha da güçlü, üstelik yarımadanın hem ticari ve hem de dini liderleri iken, ortak bir noktada buluşup aralarındaki ‘din çatışmasını’ bitirmek üzere Peygamberi başlarına kral yapmak dahil uzlaşma/rüşvet teklifleri yaptığında, hakemlikle kıyaslanamayacak kadar değerli olan o teklifleri niye kabul etmedi, onlarla bir sözleşme yapmadı?
SORUŞTURMA YAZILARI:
Atasoy Müftüoğlu: Medine ve Medeniyet Üzerine
Ümit Aktaş: Medine, Medine Sözleşmesi, Medeniyet
Şinasi Gündüz: Medine Vesikası: Anayasal Bir Sözleşme mi Yoksa Bir Arada Yaşamaya Dair Bir Model mi?
Ramazan Yazçiçek: Medine, Medine Sözleşmesi, Medeniyet Kavramları Dolayımında Mülahazalar
Hüseyin Alan: Medine-Medine Sözleşmesi-Medeniyet
İKTİBAS
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *