Çökmüş bir limbik sistemin yönetiminde ancak debelenir organizma. Şair işte bunu ifşa ediyor. Çökmüşlük, tükenmişlik, iflas halini zafer olarak alkışlayan bir ‘avam’îlik…
Esir almış bizi sayılar ve şeyler
Son çeyrekte büyüme rakamları
İstatistiklere göre ölüme daha çok var
Haberlere göre çok ölüm var
Vahim bir hata var sabit değişkende
Vergilendirilmiş zamanı kutsayalım
Kaçıralım vergiden hayatın ek ders ücretini
Bir çiçeğe su verirsek kaç kişi beğenir bunu
Sosyal bilgiler, sosyal medya, sosyal mesafe
Kaç dostun var, gözgöze geldiğinde gözünü kaçırmayan
Hamam böceği ters dönmüş çırpınıyor
Karadeniz sütliman, batan gemilerin yasını tutuyor
Hileli terazi, kumaştan çalan terzi, irfan hep mirasyedi
Haylaz çocukları camlarını taşlıyor masum Anadolu’nun
Yerli ve milli yalnızlık yükselişe geçiyor
Çökmüş bir limbik sistemle yenilgiden dönerken
Bir zafer edasıyla selamlayalım bunu istiyor avam
Biz bize yeteriz göstergeler olumlu seyrediyor
Tüm parametreler, paradigmalar, paradokslar içinde
Çare göstergebilim, anlam yitik bir ülke
(Hüseyin Karaca, İstanbul BirNokta Dergisi, S. 226, [Kasım, 2020], s. 9.)
Cevat Akkanat
Sanat araştırmalarında ve eser yorumlamalarında eser ile eserin oluşturulduğu dönem arasındaki ilişkinin tespit ve tahlili hayli değerlidir. Devrin ruhu, çağın alamet-i fârikaları gibi anahtar kavramların yanı sıra “zihniyet” terimiyle de dikkatlere sunulan bu ilişkiye, psiko-sosyolojik bir kazı faaliyeti denilse yeridir. Şöyle ki, eserde yer alan ve bir döneme ait dini, siyasi, sosyal, ekonomik, adlî, askerî, sivil, vb. faaliyetlerin birlikte oluşturduğu duygu, düşünce, anlayış ve zevk atmosferi zihniyeti oluşturur. Teorik olarak bunlar, gizli veya aşikâr, sanat eserinin yapısına dâhildir. Fakat gerek devrin havası (egemen olanın baskısı), gerekse eser sahibinin bireysel tercihleri, zihniyetin tezahür ediş hal ve biçimini belirler. Diğer bir ifadeyle, kimisinde bir geri çekilme silikliği şeklinde belirirken, kimisinde bir netlik görünümü sunar.
Bütün sanat eserleri için geçerli olan zihniyet kuramı, kendisini en kolay şekilde edebiyat eserlerinde, onlar arasında da şiirde gerçekleştirir. Bunun nedeni, şiirin başlangıçtan bu yana merkezî bir sanat olması; evrenselliği kapsayan, hayatı kuşatan bir muharrik cevher konumunda bulunması olsa gerektir. Şairlerin, kuşkusuz sahici şairlerin, toplumsal rol model oluşları da unutulmamalıdır.
Bu noktada sözü Hüseyin Karaca’nın “Geçmiş Olsun” şiirine getireceğim. Hemen belirteyim, “Geçmiş Olsun”u yayımlandığı dergiden okur okumaz “Ayın Şiiri” derkenarını düştüm. Ardından heyecanımı bir adım daha öteye götürüp, sosyal medya platformlarında şu notla paylaştım:
“Uzun bir zamandan sonra, edebiyat dergilerinde pek bulunmayan bir şey @istbirnokta’da karşıma çıktı. Yaşanan hayata dair bir şiir: ‘Geçmiş Olsun’”.
Evet, paylaşım notumdan da anlaşılacağı gibi, bu şiir, içerdiği zihniyet unsurları bakımından son yıllar Türkiye’sine tahmil olmuş, a-sosyal, mistik, sözde metafizik, dahası sinik ve sümsük bir şiir kanonu ortamına, ışıltılı bir biçimde inivermişti. Bize düşen de, bu metni takdim etmekti. Devam edelim:
“Geçmiş Olsun”, toplu halde yaşanan bir esaret hali tespiti ile başlıyor. “Sayılar”ın, “şeyler”in, “büyüme rakamları”nın, “istatistikler”in kuşattığı bu esir oluş hali, “bizi” kendisine kanıksatmış, dahası “ölüm”le terbiye eder kılmıştır. Şair, söz konusu vehameti, hatalı “sabit değişken”e eklemlenmiş oluşumuza izafe etmektedir; birey veya toplum olarak, Hak ve hakikatten sapma gösteren duyuş ve düşünüşlerimize, oluş ve kılışlarımıza. Bu noktada, söz konusu sayısal ve istatistikî unsurlar, pratiğimize yansıyan ve her bakımdan negatif olan dokümanlara tekabül etmektedir. Haydi bir miktar somutlandıralım: Ekonomik olarak, sözgelimi üretim ve tüketimdeki açmazları; sağlık sektörü açısından aylardır sürmekte olan pandemik ölüm kalım çizelgelerini; hukuk ve adalet bağlamında suçlu ve cezalı oranlarını, OHAL verilerini, KHK çıkmazlarını; dinde intihar vak’ası sayılarını; siyasette makulden sapma tutanaklarını…
Şiirin ikinci bendine ekonomik arka planı olan “vergi”, “ek ders ücreti” gibi kavramlarla giriliyor. Bunlar, bu bendi bir bakıma ilk bend ile anlam bakımından bağlar. Fakat bir yandan da “zaman”la, “hayat”la ilişkilidirler. Şunu diyor sanki şair: Sayılara olan esaretimiz, zamanımızı, hayatımızı berheva etmektedir. Bu izlenimi verdikten hemen sonra ise, bir başka esaret ortamına geçiş yapılıyor: “Bir çiçeğe su verirsek kaç kişi beğenir bunu” dizesi her ne kadar “çiçek” ve “su” gibi iki iç açıcı unsuru içerse de, son yıllarda yoğun bir şekilde kullanılır olduğu ortamlar itibariyle itici hale gelen “beğeni” kelimesinin uladığı unsurlarla okununca, bir değer yitimi yaşıyor: “Sosyal bilgiler, sosyal medya, sosyal mesafe”. Tabii her şey “sosyal” olunca, göz göze gelebileceğimiz kaç dostumuz olduğuna dair bir soruya da muhatap oluveriyoruz. A-sosyallik mahkumiyeti çıkıyor karşımıza.
Şiirin üçüncü bendi kültürel unsurlara yaptığı atıflarla dikkat çekmektedir. “Hamam böceği” ile Kafka ve Dönüşüm romanına; “Karadeniz” ve “gemiler” ile “Karadeniz’de gemilerin batması” deyimine; “Hileli terazi” ve “kumaştan çalan terzi” ile günümüz bazı şair ve yazarlarının eserlerine telmihler yapılmaktadır. Fakat bunlar doğrudan doğruya değil, dolaylı ilişkilendirmeler, hatta tahrifatlar yoluyla icra edilmektedir. Zira hamam böceği ile birlikte her şey tersine dönmüştür, çırpınmaktadır. Sanki bir yıkım dip yapmaktadır. “İrfan”ın mirastan yemesi, “masum Anadolu”nun camlarının (Canlarının mı yoksa?) kendi “haylaz çocukları” tarafından taşlanması, söz konusu yıkımı afişe etmektedir. Şu dize ise mevcut dibe dönük hâl ve gidişi sürmanşete çıkarmaktadır: “Yerli ve milli yalnızlık yükselişe geçiyor.”
Son bentteki “limbik sistem” bu şiirin bence en önemli dil unsurudur, dahası özeti, ‘bilgi notu’dur: “Çökmüş bir limbik sistemle…” Bu biyolojik (anatomik) kavramı kullanarak şairin büyük bir başarı gösterdiğini belirterek, şiire kazandırdığı zenginliği açıklamaya çalışalım. Şöyle ki, limbik sistem, kafatasında, beyne komşu bir sistem olup insanın duygu sistemini kontrol eden bir yapıdır. Hafıza için hayati bir öneme sahiptir. Hormon bezlerinin merkezidir. Sinir sistemi buradan yönetilmektedir. Vücutta kütle ve hacimce çok az yer kaplayan limbik sistem, denilebilir ki bir organizma için en hayati sistemdir. Gelin görün ki bizim limbik sistemimizin vasfı, “çökmüş”tür.
Çökmüş bir limbik sistemin yönetiminde ancak debelenir organizma. Şair işte bunu ifşa ediyor. Çökmüşlük, tükenmişlik, iflas halini zafer olarak alkışlayan bir ‘avam’îlik. Kendinde olamamanın göstergesi “biz bize yeteriz”cilik… Dolayısıyla tüm göstergeler “yitik bir ülke”yi yansıtmaktadır. Bunca iş işten geçmişlik ve sayrılık manzarası karşısında “geçmiş olsun” demekten başka çare kalmıyor.
“Geçmiş Olsun” şiirinin zayıf halkaları yok mu? Var elbette. Sözgelimi doldurma sözler, dizeler? İki dize üzerinde gösterelim: “Sosyal bilgiler, sosyal medya, sosyal mesafe” ve “Tüm parametreler, paradigmalar, paradokslar içinde”. Bu dizelerdeki sıralamalar yığma, doldurma sayılabilir. Fakat bunlar günün manzarasını aşikâr kılmak için kullanılmış değil mi? Üstelik bir tekrir sanatı da icra edilmiyor mu? Şu halde, bize zayıf halka gibi gelen bu kullanımlar, şiirde başka bir işlevi gerçekleştiriyor. Bu da başka açıdan bir ustalığa denk düşüyor.
Toparlayalım: “Geçmiş Olsun” bir Türkiye betimlemesi yapıyor. Her bakımdan hâle ve vakte sinen bir soysuzlaşmanın sosyolojisine dair tespitlerde bulunuyor. Şiirin imkânlarıyla, bunu başarıyor…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *