‘İdrak’; bilinç, şuur, muhakeme-muhasebe, kıyas, muvazene/ölçü, tercih, kavrama gibi melekelerin bütüncül, kapsayıcı kavramıdır. ‘Salim akıl, sağduyu’, ‘vicdan’ ile de ilintilidir. Şimdi düşünsenize bunu enfeksiyon kaptığını! Halimiz nice olur!
İdrak Yolları Enfeksiyonu
Enfeksiyon, bir hastalık… Farklı etkenler ve zararlılar yoluyla bünyenin farklı noktalarında, farklı düzeylerde seyreden, bazen de kronik, müzmin hale dönüşen zafiyet hali. Bunun en dikkat çekenlerinden bir ‘idrar yolları enfeksiyonu’dur. Daha önce hatırlayamadığım bir yerden okumuş olarak, ondan mülhem ‘idrak yolları enfeksiyonu’ terkibiyle bir analiz yapmaya çalışacağız, bu kıyasla.
İnanın fiziki enfeksiyonların hem korunma yolları hem de kurtulma çareleri daha kolaydır. Geçicidir, hasarları onarılabilir kolayca… ‘Mikrop’ bilinci, sterilizasyona önem ve dahi şüpheli ortamlardan uzak kalmak, bünyenin bağışıklığını artırmak, egzersiz, dengeli ve sağlıklı beslenmek gibi alınacak tedbirler çözüm için yeterli olabilmektedir. Bu hususlara dikkat edilmediğinde ve ‘Bir şey olmaz!’ derseniz; çok şey olur, ayvayı yersiniz! Hem tedavi zor olur ve uzun sürer, masraflar bir tarafa hem de kronikleşme söz konusu olabilir. Alınacak ilaçların yan tesirleri başka yaralar açar ve dahi mikrobun ilaçtan etkilenmeden aksine form değiştirip karşı koyarak kalıcı hale gelmesi mümkün olabilir.
Gelelim ‘idrak yolları enfeksiyonu’na… Durum inanın, kıyasen söylersek, yukarıdaki aktarılan bedenin maruz kaldığı durumdan daha ağır ve onarılması güçtür. ‘İdrak’; bilinç, şuur, muhakeme-muhasebe, kıyas, muvazene/ölçü, tercih, kavrama gibi melekelerin bütüncül, kapsayıcı kavramıdır. ‘Salim akıl, sağduyu’, ‘vicdan’ ile de ilintilidir. Şimdi düşünsenize bunu enfeksiyon kaptığını! Halimiz nice olur!
‘İdrak yollarını’ açık, stabil/steril tutmak, korumak/vikaye/ittika için de; en az ‘idrar yollarını’ sağlıklı tutmak için gösterdiğimiz hassasiyetlerden daha güzelini, fazlasını, titizini göstermek zorundayız. Egzersizini, dostlarla murakabe ve istişareye, bir ve beraber olmaya; beslenmesini, sahih kaynak(larımız)la doğru irtibat ve sahih bilgilenmeye, kitabî, afakî, enfüsî tüm ayetleri doğru okumaya; aşılanmayı, bu sahih bilgilerin salih amele dönüşmesi ve enfeksiyonlu, mikrobik ve parazitli ortamlardan uzak durmaya benzetebiliriz.
Hani İsrailoğullarının hastalığı, marazlı hali, aymazlığı var ya, o örnekle söylersek; ‘zihnî/zihniyet köleliği’ konunun en uç boyutudur. Artık sözün tükendiği, yolun bittiği hal! Tuzun koktuğu an! İsrailoğullarının bedeni kölelikleri yetmezmiş gibi zihinsel olarak, mantalite olarak köleliklerini düşününüz! Musa’ya çektirdiklerini, ayak diretmelerini, iflah olmaz hallerini bir göz önüne getiriniz! Misal aynen böyle… İdrak yollarınız tıkandı mı, bir enfeksiyon kaptı mı, Allah muhafaza, dönülmez akşamın ufkundasınız demektir. Tez elden, tersi yoğunlukta bir çaba ile telafi için doğru yol ve yöntemlerle tedaviyi bulmanız, arınma/tezkiye sürecine girmeniz gerekmektedir. Aslında bu duruma düşmeden gerekli önleyici tedbirlerle bünyeyi, zihni arı duru hale getirmek, arıtmak, bağışıklığını artırmak, sahih bilgi ile bilinci takviye etmek gerekir. Bilgi ile bilinç arasındaki sıkı irtibatı koparmadan perçinlemek gerekir. (Burada bilgi ile bilimsel/filmsel bilgiyi, malumatı değil ‘ilm’i kastettiğimizi bilenler bilir.) O ‘bilenler’ zaten kendini de bilir, haddini de… Hakeza Rabbini de! Onlar söze kulak verip en güzeline uyanlardır aynı zamanda…
Kur’anın ‘atalar yoluna uyma’, ‘kalbin mühürlenmesi (2/7), paslanması (83/14), hastalanması (2/10), katılaşması-taşlaşması (2/74); Kuçuradi’nin ‘değer biçme’; Freud’un ‘süper ego’; Bergson’un ‘statik din’ ve ‘statik ahlak’; Ali Şeriati’nin ‘dört zindan’ dedikleri biçimiyle (İlhami Güler, Dine Yeni Yaklaşımlar s. 162-178) bir ‘akıl tutulması’, ‘at gözlüğüyle bakma’, ‘yanlış yerde durup yanlış açıyla bakma’, ‘şartlı refleks’, ‘öğrenilmiş çaresizlik’ kavramsallaştırmalarından ve dogmatik süreçlerin doğal sonucundan bahsediyoruz.
Yine bahsi geçen eserden rivayeten (s. 166) Erich Fromm’dan bir pasaj: ‘Düşüncenin yabancılaşması, kalbin ve duyguların yabancılaşmasından hiç de ayrı değildir. Kişi çoğu zaman bir fikir bulduğunu, bu fikrin kendi keşfi ve ürünü olduğuna –ya da ‘faydalı ve kendinin kullanıldığını fark etmeden kullanışlı olduğunu’ M.B.- inanır; oysa gerçekte benliğini kamuoyunun, gazetelerin veya devletin yarattığı putlara –‘helvadan ve yeri gelince yenilebilmek üzere’ M.B.- ya da bir lidere kaptırmış, düşüncesini onlara aktarmıştır. Bu putların kendi inançlarını simgelediğini sandığı halde, gerçekte, bu simgeleri bilgi ve bilgelik tanrıçaları olarak benimsediği için onların düşüncelerini kendi düşünceleri olarak kabul etmektedir. Ve salt bu nedenle tanrılarına bağımlı bir köle haline gelir. Çünkü kafasını, düşüncelerini onlara aktarmıştır.’
İrkilme melekesi yitirilir, vicdanlar köreltilir, küllendirilirse nesneye, oyuncağa, her amaca hizmet eden araca dönersiniz! Pergelin sabit ayağını yitirirseniz, merkezi şaşırırsanız, dıştaki ayak sizi ‘rüzgarın önündeki yaprak’ misali istediği gibi, keyfe keder döndürür, sürükler durur! Dolap beygiri gibi olursunuz! ‘İnsan olma’ durumundan çıkar, zihniniz de dumura uğrar ve hayvanat derekesine düşersiniz!
Bize yüklenen ‘emanet’ olgusuna hıyanet etmeye başlar da yine kendinizi doğru yolda sanırsınız! Kula kulluk, kapı kulluğu yol olur! Okyanusları geçerken bu kadar zorlanmadık; şimdi dereleri, çayları geçerken en sığ noktalarda boğulmak üzereyiz. Zemherileri atlattık, pastırma sıcaklarında donduk kaldık! Zira sığlık da biz de, zihnî donukluk da! Kayganlık da bizde, müsait olma hali de! Zindanlarımızı da ellerimizle yükseltiyor ve dahi çoğaltıyoruz! Meşguliyetlerimiz de, mensubiyetlerimiz de sorunlu! Makuliyetten çok uzak! Mantıktan da! Duygusallığın gerekli olanından ve miktarından da!
Bu arada eleştiriye de kulak tıkıyor, görmezden geliyoruz. Dahası kınıyor, pişmiş, pişmekte olan aşa ‘su katmak’ olarak addediyoruz! İçten (içeriden/dahili) ve dahi içten (samimi, hakkaniyetli, yürekten) olup olmadığını ayırt etmeksizin aymazlığa devam ediyoruz!
‘Söylenmiş sözlerin’; kim tarafından, niçin, ne adına, ne hakla söylendiğine, verilen talimatların, sunulan yönerge ve önerilerin hukukiliğine (yasal da olsa helalliğine haramlığına), ‘Allah ne der’ demeden, içeriğine, kapsamına, getirdiğine götürdüğüne bakmadan; üstüne altına, yanına karşısına, önüne ardına söz söyleyemeden içselleştirmek ‘iç edilmek’ anlamına gelmektedir. Zokanın yutulmasıdır! Sözün bittiği, çarenin kalmadığı, dönüşün neredeyse imkânsız hale geldiği, kritik eşiğin aşıldığı noktada olunduğunun resmidir. Tüm bunlar ‘idrak yolları enfeksiyonundan’ ve ‘kritik’ etme melekesinin eksikliğindendir netekim!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *