Gerçeklik, yerini sanala, simülasyona bırakıyor. Baudrillard haklıydı, her şey uzayda bir yörüngeye yerleşti, eski yerinden fırladı. Artık gerçek ile sanal olan, ayırt edilemeyecek derecede birbirinin içinde eridi.
Ahmet Ferhat Öksüz
• Toplumsal Alanlarda Üretim ve Özgürlük Krizi
Bugün dünya bütüncül bir krizin içerisinde debelenip duruyor. Gerçi bu kriz uzun bir zamandan bu yana süregeliyor. Fakat bugün neredeyse patlama noktasına yaklaşmış durumda. Sürekli bir entropi artımı/artırımı yaşanıyor. Baudrillard bunu bir nevi “patlamaya yakın şişme” olarak nitelemişti. Ki bugün tam da bu durumu yaşıyor gibiyiz. Sürekli, doymayan bir üretimin dışavurumu bu. Ama bu doymazlık, açgözlülük dünyayı derin bir uçuruma yâr edecek gibi. Bütün tabi kaynaklar peşkeş çekilmiş durumda. Halihazırda yaşanan birçok felaket bunların en tabi sonucu. Sermaye, hep daha fazlasını istiyor. Durmadan, yorulmadan hep daha fazla üretim…
Oysa bu durum üretimin içini boşaltmaktan başka bir şey de değil aslında. Bir kere üretilen ne? Asıl mesele burada. Üretilen şey sadece ama sadece aynı’nın/aynı’lığın basit, ucuz birer prototipi ve bunların birçok basit çoğulu. İçi boşaltılan kavramlar sadece üretimden ibaret değil elbette. Birçok kavram sürekli en öne çıkarılarak, gündem malzemesi yapılarak daha çok sömürüye araç haline getiriliyor. Bunlardan bir tanesi belki de en önemli ve girift olanı da özgürlük! Ne hikmetse herkes her yerde özgürlükten bahsediyor. Lâkin ortada özgürlük yok. Çünkü eylemler, söylemlerin tam tersi bir halde. Üretilen, ortaya koyulan özgürlük değil, sürekli daha da çoğalıp duran hamaset.
Bugün insanlar kendilerini başka bir tabiyetten bambaşka hatta daha da ağır bir tabiyete vakfetmiş durumda. Evet, vakfetmiş durumda. Çünkü ortada bir gönüllülük var. İstemsiz bir tabiyet yerini ironik bir şekilde gayet istemli bir tabiyet haline bıraktı. Bu normal değil elbette. Ki zaten halihazırda da olağan işleyen bir durum da yok. Ne demeye çalışıyoruz? Çok basit aslında. Daha düne kadar dışsal baskı ve süreçlerle kendini başkalarına tabi kılmak zorunda kalan birey, bugün ise tersi halde – hem de gayet gönüllü olarak – kendi içsel süreç ve baskılarına tabi kılıyor kendini. Dışsal baskı ibresi içe dönüyor. Birey, kendi kendini hedef alıyor.
Hâli hazırda durum öyle bir hal almış ki, bizzat özgürlük, esarete ve baskıya yol açıyor. Özgürlük ile esaret arasındaki mesafe daralıyor hatta yer yer kayboluyor. Mesafesiz bir ortam düşünün, tamamen belirsizliğin ve kaygının çoğaldığı meçhul, renksiz ve şekilsiz bir yer. Bugünün insanının kaygı bozukluklarının sebepleri de aslında ortaya çıkmış bulunuyor. Dikkat edelim, bugün sermaye dilinden bir kelimeyi düşürmüyor; yapabilirsin! Bu kelime çok güzel geliyor kulağa değil mi? Her şeyi yapabilme özgürlüğü sunuyor sanki sizlere. Oysa geçmişte size şunu diyordu aynı sermaye; yapmalısın! Yapabilirsin ile yapmalısın arasında çok güzel ve ince bir fark var. O da şöyle ki; “yapmalısın” sizi dışsal olarak zorluyor ve sizi harici bir baskı ile kendine köle ediyor. Bu aslında daha samimi ve göz önünde olan bir kölelik. Peki “yapabilirsin”de ne var? O da seni güya kendi özgürlüğüne bırakıyor gibi yapıyor. Oysa seni kendi içsel süreçlerine, dahili baskılarına oyuncak ediyor. Bu şekilde sen kendi kendini sömürüp duruyorsun. Üstelik hem bunu gönüllü yapıyorsun hem de kendini özgür sanıyorsun. Ve sermaye bir taşla bilmem kaç kuş vurmuş oluyor!
Yapmalısın kelimesi bir yere kadardır, yani elbet bir sınırı, süremi ve uzamı vardır. Oysa yapabilirsin kelimesinde bu kısıtlayıcı/sınırlayıcı durumlar yoktur. Sınırların olmadığı bir yer, her şeyin mübah olduğu bir yerdir aslında. Çünkü sizi durduracak bir şey yoktur. Duramazsınız ve bu durum sizi eni sonu bir “yanmaya” hatta “kül olmaya” götürür. İşte bu durum aslında bugünün bir özetidir. Bugünki üretim ilişkileri ve özgürlük fikri bu “sınırsızlık” üzerine inşa edilmiştir. Mesafesizlik, insanı narsisist; sınırsızlıksa, insanı hem esir hem de kendi kendinin kölesi ve katili yapmıştır. Üstelik aynı sınırsızlık insanın ahlaki yapısını da çökertmiş bulunmaktadır. Ruhsal birçok hastalığın altında yatan nedenler bunlardır işte.
Bugünün neoliberal insanı bir girişimcidir ve neredeyse tüm ilişkileri bir amaç uğrunadır. Bu amaçlar aslında “amaç haline dönmüş araçlardır.” Yani maddiyat gibi birçok araç bugün insan için birer amaca dönmüştür. Bu durumda ne olur? İnsan, karşılıksız bir dostluktan bahsedemez. Her şey ama her şey bir karşılıklılık içerisinde cereyan eder durur. Bu durum insanları birbirinden de uzaklaştırır. Araçsal ilişkilerle çevrili bir dünyada insan, “topluluk” olmaktan ziyade “bireyselliğe” doğru ivme alır. Bugün patlayan bireyselleşme söylemi boşa değildir. Aslında bu durum sermayenin çok bariz bir tuzağıdır. Sizi topluluk olma gücünden alıkoyan sermaye, sizi bireyselleştirerek daha zayıf bir konuma getirir. Tabi sonuç olarak da daha kolay bir şekilde sömürme imkanı yaratır kendine. Siz de bu şekilde kendinizi sahte bir özgürlük havası içerisinde aldatır durursunuz; makineleştiğinizden, araç haline geldiğinizden, metâ hale evrildiğinizden bihaber…
Özgürlük aslında tahmin edildiği gibi tek başına olmakla değil nitelikli bir toplum olmakla ortaya konur. Bunu Marx da ifade etmiştir. Özgürlüğün, toplumsallıktan – ama bilinçli, nitelikli bir toplumsallıktan – tezahür edebildiğini ifade etmiştir. Bu “toplu olma, toplumsallaşma” ibaresini özellikle dinlerde de görebilirsiniz. Hatta bunu en fazla ifade eden dinlerdir de diyebiliriz. İslâm kezâ insanı toplumsal bir varlık olarak, topluma yararlı olması gereken bir birey olarak ele alır. Yani burada da nicelikten öte niteliksel bir birliktelik esastır. Ancak bu haliyle var olabilmiş bir toplum bütün sömürü düzenlerinden kendini kurtarabilir ve aynı zamanda bu toplumdur ki sömürüye baş kaldırabilir. Edilgen değil bizzat etken bir toplum tahayyülü…
• Dijital Alanlardaki Özgürlük Krizi/Yanılsaması
Bugün özgürlük krizi ya da yanılsaması aynı zamanda kendini dijital alanda da gösteriyor. Hatta bugün dijital alandaki kriz, başlı başına her şeye tesir edebiliyor. İlk ortaya çıktıkları dönemde sözde bir özgürlük telkin/vaat eden bu alanlar bugün tam manasıyla küresel bir kontrol ve gözetleme mecrasına dönüşmüş durumda. Bugün sosyal medya sömürünün tavan yaptığı birer gözetleme kulesidir. Chul Han bu durumu kavramsallaştırarak buna “dijital panaptikon” der. Bu durum disipliner panaptikonlardan daha sancılı ve baskılı bir hal alır. Foucault’un sistemleştirdiği klasik panaptikonun sizi her an her yerde gözetleme imkanı yoktur. Bunu başaramaz. Oysa bugün dijitalleşme ile beraber her an ve alanda tam bir gözetlemeye tabiyiz. Dünya büyük bir köye dönüştü. “Küreselleşme”nin getirdiği sonuçlar da ortada. Düşünün bir virüs bile çok kısa zamanda dünyanın her yerine bulaşabilecek bir kaabiliyet bulabiliyor kendine.
Bentham’ın panaptikonu, kendi dahilindeki bireyleri bir iletişimsizliğe tabi tutar. Yani ortada bir iletişim yoktur. Klasik panaptikon bir yasaklar silsilesidir. Oysa bugün bu durum sınırsız(!) bir iletişime erişmiştir. Bu sınırsız işbirliği(!) özgürlüğün daha aşırı bir şekilde sömürülmesine yol açar. Artık herkes kendinin “gözetleme kulesi” olur çıkar. Ama bu görevi kendi için değil sermaye adına yapar. Kısaca gönüllü olarak kendi kendini sömürüye açar.
Bir düşünelim. Bugün ortada mahremiyet var mıdır? Cevap basittir; neredeyse kalmamıştır. Bu durum ise şeffaflığın ortaya çıkardığı bir durumdur. İnsanlar bütün sırlarını, yasaklarını enformasyona dönüştürmüştür. Bu haliyle ortada artık ne bir sınır kalmıştır ne de mahremiyet. Her şey, kendilik’inden soyunmuş, arınmıştır. Çıplaklık sadece bedensel halde değil ruhsal/içsel halde de vuku bulmuştur. Her iki örtüsüzlük durumu insanı hayadan da ırak hale getirmiştir. Sosyal medyada giderek daha fazla gördüğümüz “ar damarı çatlamışlar” sıradan hale gelmiştir.
Bugün gözetleme işinde büyük bir verim de söz konusudur. Gözetleme, daha sinsi ve derinden yapılmaktadır. Küresel sermaye, gözetleme işini herkese dağıtmıştır. Sizler, sosyal medyada birbirinizi takip ederken aslında birbirinizi gözetlemiş, kontrol etmiş de oluyorsunuz. Bu durumda “Büyük Göz” hiç yorulmadan, kendini açığa çıkarmadan sizi birbirinizin yardımıyla gözetlemiş bulunuyor. Farklı olan bizzat toplum tarafından dışlanıyor. Herkes düzleşiyor ve aynı’lığa tabi oluyor. Sanki aynı torna tezgahından çıkma bir hal alıyor insanlar.
Bugün bizler her alanda dijitalleşmeye doğru gidiyoruz gibi. Bütün her şey sanki oradan dizayn ediliyor artık. Bir şeyler yapılmadan evvel orada kendine ortam yaratıyor, orada test ediliyor. Toplumsal hareketler oradan ilerliyor. Gerçeklik, yerini sanala, simülasyona bırakıyor. Baudrillard haklıydı, her şey uzayda bir yörüngeye yerleşti, eski yerinden fırladı. Artık gerçek ile sanal olan, ayırt edilemeyecek derecede birbirinin içinde eridi. Sosyal medya, kendini bir Tanrı merhalesinde üstelik bizzat insanlar tarafından var etmiş oldu.
Chul Han; “akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aygıtı değil aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir.” der. “Facebook dijitalin kilisesi, sinagogudur.” diye özetler.
Yazının ikinci bölümü: Modern Zamanlarda Topyekûn Krizler – II
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *