İslami bilincin tamamlanarak, özgürleştirilmesi, meşruiyet ve otorite kaynağı haline gelmesi, ancak, sahte mutlakların, tahakkümüne meydan okuyarak, bu tahakkümü reddederek ve bunları yerlerinden ederek sağlanabilir…
Atasoy Müftüoğlu
Aziz İslam tarihe girişiyle birlikte, dünyaya, insanlığa ve tarihe açılma yönünde radikal bir başlangıç, radikal bir değişim/dönüşüm gerçekleştirdi, Müslüman halkların/toplumların/kültürlerin, dünyayı/hayatı/tarihi algılama tarzlarını yeniledi. İslamın tarihe girişiyle birlikte bilinç/algı ufukları olağanüstü genişledi. İslamın tarihten çekilmesi, İslam toplumlarının ve kültürlerinin içe ve geçmişe kapanmalarıyla birlikte, ufkun/algının olağanüstü daralması ile başladı. Yeni bilgiler, bilgelikler, yeni bir insan ile insanlığın ufku açılırken, yeni bilgi/bilgelik ve içerik üretiminin durdurulması/dondurulmasıyla İslami ufuklar kapandı.
İslam toplumları tarihe, siyasal/bilimsel/kültürel/ felsefi/tarihi/ahlaki bir gerçeklik olarak girmişlerdi, bugün, İslam ülkeleri yalnızca coğrafi/folklorik bir gerçeklik olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Geleneği dokunulmaz/tartışılamaz kılan bir zihniyet dünyası, yeni başlangıçlar yapamıyor, yeni bilgi/düşünce/kültür alanları da açamıyor. Bu tür bir zihniyet hiç bir şekilde uzun vadeli süreçler ve vizyon oluşturamıyor. Ütopik kehanetlere inanan, bu nedenle de, bu doğrultuda sadece kehanetlerin gerçekleşmesini bekleyen toplum ve kültürler hiç bir dönüştürücü üretkenlik gerçekleştiremiyor, sürekli olarak aynı kalmaya çalışıyor.
İslam toplumlarında bütün din’i hareketler, cemaat hareketleri, bu hareketlerin liderlerinin yazdığı metinleri hiç bir eleştirel değerlendimeye/yenilemeye, yeni katkılarda bulunmaya tevessül etmeksizin yüzlerce yıldır okumaya/ezberlemeye/tekrar etmeye devam ediyor. İslami varoluşu/inşa’yı/tasavvuru tek kişininin ufkuna hapseden bu yanlış/çarpık gelenek, İslam toplumlarını, İslami dünya görüşüne yabancılaştırıyor. İçerisinde yaşadıkları zamanın/çağın sorumlu ve bilinçli tanığı/ifadesi olması gereken Müslüman genç kuşaklar, bugün, bu onurlu sorumluluğu en güzel şekilde yerine getirebilmeleri için, bir bilinç tarihi ve tarih bilinci eğitimi almaları gerekirken, böyle bir uğraşa hiç bir şekilde ihtiyaç duymuyor ve Türkiye’de de görüldüğü/yaşandığı üzere, Ortaçağ Türkiyesinin Batıni hareketlerinin önde gelen temsilcilerini (Yunus Emre, Mevlana, İbni Arabi) okumaya çalışıyor.
İslam toplumlarında, ütopik kehanetlere dayalı patolojik zihniyetin tayin edici etkisi sebebiyle, hiç bir şekilde, yeni gerçekliklere nüfuz etme, yeni gerçeklikleri tanımlama ve çözümleme yönünde bir çalışma yapılmıyor. İslamın ilk yüzyıllarında Müslümanlar, dünyanın tamamını içeren bir bilgi ve bilince sahip oldukları için, dünyanın ve tarihin farkındaydılar. Zihinsel sınırları evrensel anlamda genişleten Müslümanlar, bu yolla büyük fikirler ürettiler ve büyük zihinler yetiştirdiler. İçe, geçmişe ve coğrafi sınırlara, yerli/milli sınırlara kapatıldıktan sonra İslam toplumları ne büyük fikirler, ne de büyük zihinler yetiştirebiliyor. Günümüzde, toplumlarımızda, Türkiye’de de, entelektüel haçlı seferleri karşısında, büyük bir bozgun/teslimiyet/çöküş ve öykünme duygusu yaşadıkları için, İslami bir gelecek tasavvur/tahayyül iradesine/birikimine sahip olmayan Müslüman aydınlar/ilahiyatçılar, daha önce, seküler sömürgecilerin yaptığını yaparak, İslam’ı bir kez daha özel alana sürgün etmeye çalışıyor. Sözünü ettiğimiz zihinsel bozgun ve öykünmeyi İslamcılık tartışmalarında bütün boyutlarıyla görmek mümkündür. Bütün bunlar, bu tartışmalar, Müslümanlar olarak, sömürgeci-seküler-entelektüel otoriteye cevap verme yeteneğine sahip olmadığımızı açıkça gösteriyor. Hangi alanda olursa olsun, İslami referansları/yorumu özgürleştiremediğimizde, yetersizliğimizi ve yeteneksizliğimizi her zaman yardımcı bir araç olarak, bir maske olarak kullanılagelen “muhafazakarlık”la gizlemeye çalışıyoruz. Bugün de, İslami kesimler, İslami bilincin çöküşünü “muhafazakar demokrasi” klişesi ile örtbas etmeye çalışıyor. Muhafazakar demokrasi’nin para ve iktidar alanları dışında, kültürel/entelektüel alan, yankı uyandırabilecek bir katkıda bulundukları görülmemiş ve duyulmamıştır.
Ütopik ve romantik kehanetleri umut olarak okuyan ve anlayan ve bu kehanetleri umut olarak biriktiren toplumun ve kültürün geleceği olamaz. Taklit ve itaati kurumsallaştırarak, dokunulmaz kılarak, entelektüel sorumluluğa, üretkenliğe, mücadeleye, bilinçli ve eleştirel varoluşa son veren bir geleneğin umut’a istihkakı olamaz. Umut’tan söz edebilmemiz için, İslami bilinci tamamlamak, İslami bilincin otoritesini tesis etmek üzere, kolektif dayanışma temelinde, kolektif bir özgürleşme dili oluşturmamız gerekir.
İslam dünyası toplumları, günümüzde, bilinçsizliğin yakıcı ve yıkıcı sonuçlarını yaşıyor. Eleştirel düşünceye kapalı ve yabancı olan toplumlarımızda, her şey, her akım, her kişi kolaylıkla putlaştırılabiliyor, kutsallaştırılabiliyor, bütün duygusal dengesizlikler, aşağılık tahakküm tutkuları, narsist bencillikler, haksız amaçlar, ahlaki kirlilikler nomalleştirilebiliyor. Kolektif siyasal bilinci, bu bilincin temellerini, temel ilkelerini imkansız kılan kabilecilikler, mezhepçilikler, milliyetçilikler, putperestlikler bilinçli siyasal varoluşlara, siyasal özgün inşa’lara ve mücadelelere hayat hakkı tanımıyor. Kâr, çıkar ve iktidar yasaları karşısında ilkesel ahlaki tercihler, ilkesel duruş/tercih tutunamıyor. Hem yerel bağlamda, hem de küresel bağlamda kibir muhakeme yeteneğini, müşavere sorumluluğunu yok ediyor, Bunun içindir ki, savaşlar, katliamlar, işkence ve soykırımlar, ambargolar, tehditler vb. gibi yollarla siyaset yapılıyor. Emperyalist, ideolojik ve ırkçı kibrin hezeyanları/ihtirasları küresel belirsizlikleri, küresel istikrarsızlıkları ve karmaşayı derinleştiriyor.
İslami bilincin tamamlanarak, özgürleştirilmesi, meşruiyet ve otorite kaynağı haline gelmesi, ancak, sahte mutlakların, ideolojik kutsalların zihin dünyamız, algılarımız ve bilincimiz üzerindeki tahakkümüne meydan okuyarak, bu tahakkümü reddederek ve bunları yerlerinden ederek sağlanabilir. Bu tahakküm, İslam toplumlarını ve kültürlerini, İslami siyasal tercihlerden, bilinç ve varoluştan, daha doğru bir deyişle siyasal mücadeleden alıkoyarak/soyutlayarak kötürümleştirmek, İsIam’ı yerel-folklorik bir kültüre dönüştürmek istiyor. Zihin dünyamızın, bilinç dünyamızın topyekün bir bastırmayla karşı karşıya bulunduğunu bir türlü fark edemiyoruz. Bütün sınırları açması gereken İslami zihin, bugün, yerel-seküler-liberal sınırlar içerisine hapsedilmiş bulunuyor. İslam, uzak geleceğe ilişkin bir tahayyül olarak bile konuşulmuyor. Yerel-seküler-liberal sınırlar içerisine hapsedilen Müslümanlar, İslami ortak aidiyet bilincine, ortak İslami kimliğe, miras’a, düşünce ve kültüre yabancılaşıyor. Bu yabancılaşma sebebiyle ortak temsiliyet imkanını kaybediyor, ortak gelecekten söz edemiyoruz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *