“Bugün, her şeyden önce, ideolojik egemenliğin-tahakkümün sorgulanması gerekiyor. Bu sorgulama, etnik-mezhepçi-kabileci sınırlara-sembollere, yerli-milli sınırlara kapanarak yapılamaz.”
İdeolojik Egemenliğin Sorgulanması
Atasoy Müftüoğlu
İslam dünyası toplumları, dini ve politik popülizm aracılığıyla, sistematik bir biçimde İslamın istismar edildiği, edilebildiği toplumlar haline getirildiği için, bu toplumlarda, yanlış/çarpık/popülist bilinç, bugün, büyük ölçüde toplumsallaşmış bulunuyor. Dini ya da politik popülizm ve hamasetle bütünleşen toplumlar ve kültürler, hiç bir zaman tarihsel gerçeklikle yüzleşemiyor, hesaplaşamıyor. Bu tür toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, derin ve büyük bayağılıklar/yozlaşmalar ve çürüme, büyük sayılar, kalabalıklar tarafından içselleştirildiği için, bu bayağılıklarla da yüzleşilemiyor. Yanlış-çarpık bilinç malûlü toplumlarda, büyük sayıların, niceliksel sayıların, demokratik sayıların, oylarına ihtiyaç duyan siyasal iktidarlar, bu bağımlılık sebebiyle, büyük sayıların bayağılıkları karşısında sessiz ve kayıtsız kalarak, bu bayağılıklara katlanıyor.
Yukarıda sözünü ettiğimiz toplumlar ve kültürler, yanlış ve çarpık bilincin etkili olması nedeniyle, duygusal manipülasyon dili/söylemi ve politikalarıyla rahatlıkla yönlendirilebiliyor. Her alanda toplumsal denetimin duygusal manipülasyonlarla sağlanabildiği toplumlarda, bugün, düşünmeye ve anlamaya ihtiyaç duymayan bir düşüncesizleştirme kampanyası yürütülüyor. Bu konuda özellikle online altkültür kültürsüzlüğü derinleştiriyor. Toplumlarımızda kültürsüzlükleriyle iftihar eden aparatçikler, eleştirel düşünceye ve eleştirel düşünce adamlarına meydan okuyor. Duygusal manipülasyon politikaları yoluyla topluma tek algılama biçimi dayatıldığı için kamusal müzakere/müşavere/tartışma alanı bir şekilde etkisiz hale getiriliyor, bireylerin kanaat edinme yetenekleri yok ediliyor, gerçekler bu yolla örtülüyor. Duygusal manipülasyon politikaları aracılığıyla resmi bakışın-yorumun-gündemin-tavrın-ilginin nesnesi haline getirilen bireyler, özgür ve eleştirel bilince yabancılaştırılıyor.
Erdemli bir toplum, karşılıklı diğergâmlık duygusunun, ahlakının, bilincinin etkili olduğu bir toplumdur. Hangi toplumda olursa olsun hiyerarşi oluşturan her politik uygulama, her milliyetçi tercih, derin karşıtlık duyguları oluşturur. Kodlanmış düşünsel çerçevelerle entelektüel bağımsızlık kazanılamaz. Maruz bırakıldıkları dini ve politik popülizm sebebiyle, duygusal manipülasyon politikalarıyla/uygulamalarıyla bütünleşen İslam toplumları ve kültürleri, bugün, anlaşılması ve anlatılması mümkün olmayan çok yönlü bir tahakküme/dehşete mahkûm edildikleri halde, akla/bilince/bağımsız düşünceye yabancılaştıkları, evrensel dikkate ve sorumluluğa kayıtsız kaldıkları için, maruz kaldıkları sınırsız dehşeti insanlık vicdanında yankılanabilecek şekilde anlatabilecek bir dil bulamıyor, bir dil oluşturamıyor.
İslam toplumları, iletişimden yoksun hayatlar, varoluşlar, yalnızlıklar ve acılar biriktiriyor. Yerli ve milli kategorilerinden bağımsız, eleştirel/politik ve tarihsel sorumluluk alan, bir bilgi/hukuk/siyaset/tarih ve edebiyat felsefemiz ve bilincimiz yok. İslam toplumları bağımsız bir entelektüel dil ve düşünceye sahip olmadıkları için, bugün, batı merkezli, ideolojik-ırkçı söylem yoluyla yargılanmayı, tanımlanmayı, konumlandırılmayı içine sindiriyor, bu söylem tarafından kurgulanan İslam algısını reddetmeye cesaret edemiyor. Sözünü ettiğimiz, ideolojik/ırkçı söylem yoluyla oluşturulan İslam algısı temelinde, hiç bir zaman, İslam ve İslam toplumlarıyla ilgili doğru-geçerli-sahih bir yorumlama-çözümleme yapılamayacağını bilmek-anlamak gerekir. Sömürgeci-ideolojik entelektüel iktidar diline mahkûm olan İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının, İslam ve siyaset, İslam ve demokrasi vb. gibi konuları tartışabilecek ölçüde özgür olmadıklarını kaydetmek önemlidir.
Dünyayı, hayatı, toplumu, siyaseti, farklı bir değer ve referans sistemiyle algılamaya, tanımlamaya, yorumlamaya, tahayyül ve tecrübe etmeye çalıştıkları için, sistematik bir biçimde çok yönlü asimetrik saldırılara maruz kalan İslami düşünce-kültür-ilahiyat hayatı, bu saldırılar karşısında, hakikatin ifadesi olmakta güçlük çekiyor. İslam, bir tür mahcubiyet duygusu içerisinde savunulabiliyor.
Irkçılıkların, ekonomik-politik bencilliklerin, keyfiliklerin, algılarımızı ve kavrayış yeteneğimizi sınırlandırmış olması sebebiyle, bugünün dünyasının anlamını çözümlemek büyük ölçüde imkansız hale geliyor. Irkçılıkların, bencilliklerin, keyfiliklerin, aşırılıkların belirleyiciliği hakikatin sonuna geldiğimize işaret ediyor. Hakikatin sonuna gelmek demek, adaletin de sonuna gelmek demektir. Duygusal manipülasyon politikalarıyla düşüncenin sınırlandırılması, düşüncesizliği cesaretlendiriyor. İtaat ve sadakat’in düşüncesizlik olmadığını bilmek gerekiyor. Sınırlandırılmış, baskı altına alınmış bir düşünceyle hiç bir biçimde, ideolojik entelektüel iktidara karşı etkili bir mücadele verilemez. Günümüzde ideolojik iktidar, insan hakları söylemini, ideolojik bir maske olarak kullanıyor. Bu nedenledir ki, Müslümanların hakları söz konusu olduğunda her tür hukuk askıya alınabiliyor. İslam toplumlarında, zihinsel-entelektüel hayat, ideolojik meşruiyet temelinde uzaktan kontrol edildiği ve baskılandığı için, İslami referans sisteminin hayata geçirilmesi konusu gündeme taşınamıyor.
İnsanlık devam ediyorsa eğer, İslamın ve Müslümanların maruz bırakıldığı çok yönlü, çok boyutlu şiddete kayıtsız kalınamaz.
Günümüz dünyasında, devlet ve siyaset çıkarlarının, iktidar çıkarlarının üstünde olması gereken insanlık değerleri ve hakları, hukuki-ahlaki meşruiyeti ve misyonu olmayan çıkarlar tarafından belirleniyor. Devlet ve siyasetin çıkarları da, bugün, yaşadığımız üzere, büyük ölçüde, hukukun adaletsizliği pahasına sürdürülebiliyor. Bugün, emperyalizm ve sömürgecilik, insan hakları, özgürlük ve demokrasi klişelerinin şemsiyesi altında sürdürülüyor. Pragmatizm hiç bir hak ve değer sistemine hayat hakkı tanımıyor. Dini-ahlaki-vicdani otoritenin bütünüyle etkisiz kılındığı seküler bir dünyada, ideolojik kibrin ve küstahlığın dünyasında, nihilizm bir değere dönüşüyor. Nihilizm bütün niteliklere ve bilgeliklere meydan okuyor.
Bugün, her şeyden önce, ideolojik egemenliğin-tahakkümün sorgulanması gerekiyor. Bu sorgulama, etnik-mezhepçi-kabileci sınırlara-sembollere, yerli-milli sınırlara kapanarak yapılamaz. Bu tür bir sorgulama, evrensel insani-ahlaki sorumluluğu üstlenerek yapılabilir.
İktibas, Mart 2020, sayı 495
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *