Kovid-19 salgını sadece insan sağlığını tehdit etmekle kalmıyor, toplumsal ve politik düzenleri de sarsıyor. Öncelikle, Kovid-19, siyasete ket vuran bir özelliğe sahip.
Bir küresel siyaset krizi olarak Kovid-19 salgını
Prof. Dr. Ali Balcı, Prof. Dr. Tuncay Kardaş / AA
Dünya yaklaşık iki aydır yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgının etkisi altında. 15 bine yakın insan hayatını kaybederken, yaklaşık 340 bin kişi de virüsten doğrudan etkilendi. İnsan hayatı ve sağlık sektörü üzerindeki sarsıcı tesirlerinin yanında, küresel bir salgın haline gelen bu durumun birçok politik sonucunun olacağını da söylemek gerekiyor.
Bu tür beklenmedik ve geniş kitlelerin hayatını altüst eden olayların yerleşik politika yapma biçimlerini altüst ettiği, yeni politik söylemlere ve pratiklere geçişi de mümkün kıldığı sosyal bilimlerin önemli bulgularından biri. Biz bu yazıda Kovid-19 salgınının kısa ve orta vadede küresel siyasette ne tür siyasi sonuçlar üretebileceğine dair bazı değerlendirmelerde bulunmayı amaçlıyoruz. Bu değerlendirmeleri şu şekilde tasnif etmek mümkün; önce Kovid-19 salgınının genel/normalleşmiş siyaset yapma biçimlerini nasıl etkilediğini inceledikten sonra, analizi üç düzeyde kuruyoruz: Spesifik devlet örneği, bölgesel düzenler, küresel güç mücadelesi.
Yeni normal: Tekno-Siyaset
Kovid-19 salgını sadece insan sağlığını tehdit etmekle kalmıyor, toplumsal ve politik düzenleri de sarsıyor. Öncelikle, Kovid-19, siyasete ket vuran bir özelliğe sahip. Bunun en önemli sebebi, siyasetin dost-düşman ayrımı gözeten geleneksel mantığıyla, sağlık temelli tekno-politika arasındaki uyuşmazlık. Bu uyuşmazlık karar verme dinamiklerini de etkiliyor. Bir ülkenin geleceğiyle ilgili kritik sosyo-ekonomik kararlar özel-teknik bilgi rejimlerine ve temsilcilerine bırakılıyor artık. Kovid-19 salgını gösterdi ki, krizin ilk anında devreye sokulan siyasi refleksler dramatik bir şekilde işlevsiz kalıyor ve teknolojinin/teknik bilgilerin ön aldığı yeni bir siyaset tarzı ortaya çıkıyor. İngiltere’de hazırlanan bir bilimsel raporun, sağ popülist bir iktidarı nasıl tavır almaya zorladığı bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri. Açmak gerekirse, İngiltere’de Boris Johnson hükümeti ilk aşamada inisiyatif kullanarak ve siyasi risk alarak virüsü “yayma” politikasını uygulamış ancak Imperial College’dan bilim insanlarının yeni raporuna binaen apar topar virüsü “baskılama” politikasına geçmişti. Bu hataya düşmeyen Türkiye’de virüs salgını politikasının baştan beri bir bilim kurulu marifetine bırakılması bu anlamda dikkat çekicidir. Bir hekim olan sağlık bakanının uhdesinde süren başarılı kriz yönetiminin, mevcut siyasi iktidarı muhaliflerin gözünde bile nasıl daha makbul hale getirdiği bu anlamda bir başka önemli örnek.
İkinci olarak, tüm dünyada sivil toplumcu ve dayanışmacı siyaset, yerini devletin katı kontrolünün tekrar ele aldığı, tepeden inmeci ve sosyal izolasyonu öncelikli hale getiren politikalarına bırakıyor. Bu, siyaset tekniğiyle de yakından ilgili bir gelişme. Gerçekten de siyasetin tekno-politik bir form içine girmesi, ortalama vatandaşı kurumsal siyasetin daha da dışına itmekle kalmıyor, devletin işleyiş ve doğasıyla ilgili ön kabulleri de zorluyor. Bu yeni form, sağlık-teknik rejimlerini kontrol etme aygıtlarını elinde tutan devleti birey karşısında daha da avantajlı hale getiriyor. Sarsıcı ekonomik yapı ve değişken siyasi pratikler arasında yolunu bulmaya çalışan toplumun ise kafası daha da karışıyor. Toplum, yeni bir ideolojik aygıt olarak zuhur eden bu sağlık diline ve siyasetine kendini teslim etmekten başka bir yol bulamıyor. Bu yeni form radikal ve sarsıcı. Çünkü malum ideolojik aygıtlardan farklı olarak kültüre/geleneğe sarılmadan, hatta tüketim fetişi gibi “yeniden üretim” imkânlarına karşı şekillerde ortaya çıkıyor. Örneğin, sadece cami ve Cuma namazı kısıtlamaları değil, yaklaşmakta olan Ramazan ayında cemaatle ibadet ve diğer sosyal pratiklerin büyük ihtimalle gerçekleşmeyecek olması önemli bir sonuç.
Üçüncü ve bağlantılı olarak, toplumsal oluşum ve iletişimin daha fazla sanal âleme kaydığı bir sıçrama yaşanıyor. İdeolojinin bireyi özne olarak “çağırdığı” vasatlar yok oluyor. Toplumsal yeniden üretimin en önemli vasatı olan okulun biçim ve içerik değiştirerek dijital alana kayıyor olması radikal bir değişimin habercisi. Bu durum, içinde uzun süredir yaşadığımız bir trend olsa da, son küresel Kovid-19 salgınıyla birlikte bireyi muhatap alan (öğretmen-öğrenci ilişkisinden pazar alışverişine) geleneksel sosyalleşme mekanizmaları ciddi ölçülerde sarsılıyor. Bu yeni halin bir başka sonucu da bireysel imkân ve inisiyatiflerin tek yönlü olarak kontrol edilebilmesinin kolaylaşması. Koronavirüs salgını kriziyle birlikte, liberal kapitalizmin “devletten özgürleşme imkânı” olarak kutsadığı sanal iletişim ile (yanlış) haberleşmenin artması ve (acil/alarmist) sektörel dile kayılması toplumsal hareketlerin geleceğini daha karamsar bir hale sokuyor.
Avrupa Birliği’nin geleceği
Avrupa Birliği (AB), salgından en çok yara alan bölgesel kurumların başında geliyor. Soğuk Savaş’tan bu yana en temel iddialarından olan “ortak iyi” ve “kamusal faydayı” krizlerde kullanmayı beceremeyen bir görüntü vermeye devam ediyor. Son dönemde ise Avrupa’da radikal sağın yükselişiyle birlikte kimlik siyaseti ciddi bir ivme kazanmış ve aşırı sağ partiler ya doğrudan ya da ana akım partileri kendilerine benzeterek iktidara ortak olmuş bulunuyor.
Birliğin kimliğini parçalamanın yanında Kovid-19’un yerinden edeceği ilk politik trendin aşırı sağ-kimlik siyaseti olduğu söylenebilir. Ancak bahsettiğimiz İngiltere örneğinin ve diğer örneklerin yanında kimlik siyasetinin sekteye uğraması, birliğin geleceğini kurtarması anlamına da gelmiyor. Çünkü kimlik siyasetinin yerini alan tekno-siyaset de topraksal ve toplumsal sınırların kapatılmasını tercih ediyor. Her ülkenin kendi sağlık sorununu öncelikli hale getirmesi AB’nin en önemli motoru olan politik-ekonomik bütünlük ve dayanışmayı ortadan kaldırıyor. Özetle, kimlik siyasetinin tahrip ettiği AB, kimlik siyaseti mevzi kaybetse bile tekno-siyasetin yeni izolasyoncu dinamikleriyle tahrip olmaya devam ediyor.
İran faciası
Dünya siyasetinin gidişatı ile bazı ülke tecrübeleri de önemli ipuçları veriyor. Özellikle İran’ın Kovid-19 tecrübesi kayda değer özelliklere sahip. İran da Çin gibi otoriter bir rejim tipine sahip. Fakat İran ile Çin arasında kriz anında önemli farklar ortaya çıktı. Kovid-19 salgınında teokratik bir yönetim biçimine sahip olan İran’ın kimlik siyasetini devreye sokarak halkına yalan söylemesi büyük bir facianın önünü açtı. İran bu dini-kimlik siyasetinin gereği olarak örneğin Kum’dan ibadetten gelenlere uzun süre müdahale etmediği gibi yeni tip koronavirüs salgınıyla mücadelede alması gereken tedbirleri de almakta çok gecikti. Çin ise kriz anında otoriterliğini çözüm siyasetinin bir aracı olarak kullandı ve hızlı, yerinde tedbirlerle virüsün yayılımını engelledi. Dolayısıyla kimlik yoluyla inşa edilen otoriter yönetimlerin yerine teknik aygıtlar üzerinden işleyen otoriter yönetimlerin çok daha etkin bir şekilde krizlere müdahale ettiği ortaya çıktı.
İran tecrübesinin gösterdiği bir başka gerçek de ABD’nin İran ambargolarını dünyadan yapılan tüm çağrılara rağmen hafifletmemesi ve hatta bu süreçte İran’a askeri müdahaleyi bile düşünebilmesidir. Bu, ABD Başkanı Donald Trump’ın dayattığı yeni hegemonya siyasetinin kriz anında nasıl bir şekil alacağını daha açık gösteriyor. Ülke olarak büyük bir sağlık krizi yaşayan İran’a ambargo politikasını acımasızca sürdüren ABD’nin ortaya koyduğu yeni imajı kimseye güven vermiyor. Burada hiçbir insani perspektifi referans kabul etmeyen, derin bir sağlık krizini bile muarızına karşı bir koz olarak kullanan fırsatçı bir hegemon imajı söz konusu. Bu yaklaşımla müttefiklerine dahi güven vermeyen Amerika imajı iyice pekişmiş durumda. Unutmamak gerekir ki ABD bu küresel sağlık krizinde, sadece İran gibi bir muarızını değil İtalya gibi bir müttefikini de yardım çağrılarına kulaklarını tıkayarak yüzüstü bıraktı. İronik bir şekilde İtalya’nın yardımına Çin koştu ve bu da Çin’in yeni hegemonya siyaseti hakkında bazı ayrıntılar veriyor.
Amerika ve hoşnutsuz müttefikleri
ABD bir süredir Trump yönetimiyle beraber “maliyetlerin paylaşımı” mottosuyla, uluslararası sorunlar karşısında sorumluluğu müttefiklerine atan yeni milliyetçi bir dış politika çizgisine girmiş bulunuyor. Bu yeni yönetim biçiminin ilk sonucu, ABD ile müttefik olmanın maliyetinin artmasıdır. Son krize kadar ABD müttefikleri, maliyetleri paylaşmanın karşılığında ne gibi kazançları olduğunu henüz test edebilmiş değildi. Kovid-19 salgını karşısında ilk ciddi test gerçekleşti ve ABD müttefiklerine (mesela İtalya’nın dramatik yardım çağrıları karşısında) destek olmak yerine onlara sınırlarını kapatmayı tercih etti. Çözümü daha fazla izolasyonda arayan Amerikan düzeninin “normalliği” müttefikleri gözünde artık yok olmuştur. Üstelik Kovid-19 krizini çözmede kendi ülkesinde yaşadığı muazzam beceriksizlik ve iptidai yaklaşım ABD’nin süper güç olma beceri ve meşruiyetini fazlaca yıpratmıştır. Kovid-19 hastalığını test edecek kitleri, bunca ileri teknolojisine rağmen kendine ve müttefiklerine tedarik etmekte yetersiz kalan ABD’nin maliyetli müttefikliği ne kadar sürdürülebilir?
Kovid-19 salgını tecrübesi Çin-ABD küresel rekabetinde yeni bir sertleşmenin de sinyalini veriyor. ABD’li gazetecileri tek tek sınır dışı eden Çin’e karşılık, Trump Amerikası virüsü ısrarla “Çin virüsü” şeklinde tanımlayarak hem içeride hem dışarıda pozisyon almayı tercih ediyor. Oysa Soğuk Savaş döneminde dahi ABD ve Sovyetler Birliği küresel rekabeti bir kenara bırakarak çiçek hastalığı gibi sorunlara karşı ortak politika geliştirebilmişti. Yeni tip koronavirüs salgını tecrübesi bu yüzden bu yeni dönemde büyük güçler arası rekabetin acımasız ve istisnasız olabileceğini gösteriyor. Kriz anlarında küresel sorumluluk bilincinde işbirliğini ilk elden yürütmesi beklenen bu iki büyük gücün rekabeti tüm dünyaya zarar veriyor.
Çin’in maddi üstünlüğü
Çin, küresel çapta kamusal fayda sağlayan “müşfik” lider ülke rolünü Amerika’dan kapmış görünüyor. Ayrıca Vuhan’da Kasım 2019’da başlayan salgını aylarca gizlemiş olmanın sorumluluğunu unutturmayı da başarmış durumda.
Peki, bunu nasıl yapıyor?
Kovid-19 salgını krizinin gelişiminde Çin’in diplomatik ve maddi olmak üzere iki önemli avantajı bulunuyor. Birincisi, salgını yaşamış ve önemli ölçüde durdurmuş olmanın getirdiği deneyim avantajı. Onlarca ülkeyle çeşitli diplomatik kanallar ve video konferanslar üzerinden irtibata geçiyor, salgınla mücadelede kritik bilgi paylaşımı yapıyor, deneyimlerini aktarıyor.
İkincisiyse salgın girdabından çıkmış olmanın akabinde salgınla boğuşan ülkelere maddi yardımda bulunma ve teknik-bilgi sağlama avantajı. Çin salgınla boğuşan geniş bir coğrafyaya hastalığı test etme kitlerini ulaştırmaya başlamış durumda. Üstelik bunu en önemli küresel ticaret ağlarından biri olan Ali Baba üzerinden bağış olarak yapıyor. Afrika’nın pek çok ülkesine ve özellikle İtalya’ya yaptığı on binlerce maske, ventilatör ve test kiti yardımının reklamını da ustaca yapıyor.
Elbette bu sayılan yeni siyaset teknikleri vasıtasıyla Çin kriz yönetiminin dünya siyasetinde ciddi yansımaları olacaktır. Kovid-19 salgınında toplumun denetimini maksimum teknolojiye yaslanarak çözen Çin, salgının akut hale gelmesiyle birlikte kendi örnekliğini tüm dünyaya dayatıyor. Akıllı uygulamalarla Kovid-19 hastalığına yakalanan isimlerin haritada yerinin gösterilmesi ve hasta olmayanlarla bile temas imkânının ortadan kaldırılması gibi normal şartlarda korkutucu pek çok enstrüman, salgının yayılmasını önlemede artık dünyanın arzuladığı mekanizmalar haline geliyor.
Bu maddi üstünlüğün yanında Çin’in dünya siyasetinde moral-psikolojik üstünlüğü de ele geçirip geçiremeyeceği henüz belli değil. Ancak bu konuda büyük çaba sarf ettiğini not etmek gerekiyor. Virüsün Çin’e dışarıdan getirildiği propagandasını yayıyor, rakiplerinin krizi acemice yönetmesini fırsat biliyor. AB ve özellikle ABD’nin dünyaya yardım etmek bir yana kendi derdine düşüp eli kolu bağlı biçimde beklemekten başka bir şey yapmaması da Çin’in işini kolaylaştırıyor.
[Prof. Dr. Ali Balcı Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
[Prof. Dr. Tuncay Kardaş Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Müdürüdür]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *