Nereden Başlamalı?

Nereden Başlamalı?

Peki bizler onca yıl İslam adına bilgi edinen düşün dünyamıza sürekli bilgi ekleyen bizler sorunların neresindeyiz. Ben öyle sanıyorum ki bizleri de kendi koşullarımızdan düşüncelerimizin yaşanacağı koşullara aktarsalar orada da büyük sorunlar ile karşılaşacağız.

Nereden Başlamalı?

Tabi ki kendimizden.

Bireyler öncelikli olarak kendilerinde olan eksiklikleri giderecek, değişecek fakat sonrasında vahye göre değişen bu bireylerin bir araya gelmeleri gerekecek. İşte burada sıkıntılar yaşıyoruz. Her kesim kendince anladığı yorumları, çıkarımları din haline dönüştürüyor. Anladıkları şeyler bazen akidevi konular haline gelebiliyor. Aslında buralarda ısrarcı olunmasa birlikte yapılacak çok anlamlı şeyler var. Fakat her ne olursa olsun öncelikli şey değişimin nereden başlayacağını tespit etmekten geçiyor.

Bunu tespit edenlerimiz var. Fakat burada da şöyle bir sorun var. Elde edilen vahye dair bilgiler sadece sözde kalıyor ve sadece vahyi olumlayıcı kelimelere dönüşüyor. Bu yüzden her şeyi yapıyor gibi görün sekte düşüncemizin ürün vermediği ortada. Çünkü bilgiyi sürekli biriktiriyor harcamıyoruz. Elimizde ki malzemeleri kullanmıyor bir şeyler üretmiyoruz.

Fakat şuanda çevremizde öylesine şeyler oluyor ki değişen olayları takip etmekte zorlanıyoruz. Belli bir yetkinliğe gelememiş belli düşünsel guruplar sahadalar ve bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Yapılan şeyleri eleştirenler ise adım atmıyorken sanki bir şeylerini ispat edebilmiş gibi her sözü kolayca sarf edebiliyorlar. Sözü söyleyenin önce kendi yapıp ettiklerine de bakmak lazım. Sözün etkisi de zaten burada değil midir? Elinizde bir şeyler varsa sözünüz de güçlü çıkar ve dikkate alınır. Hedeflediğimiz şeyleri güzel bir şekilde sona ulaştırmak istiyorsak bir şeyleri yaşanır kılmak, toplumsallaştırmak, geleneğe sürekli yapılabiliyora dönüştürmek için adımlar atmak zorundayız. Yoksa bir ömür boyu sadece konuşarak hayatlarımızı tüketmiş olacağız.

Fakat düşünmek, doğrular üzere kültür oluşturmak önemlidir. Ve işin başlanacağı yerdir. Yani gerçekte doğru yerden başlar isek bir şeyleri de başara biliriz.

Şöyleki;

“Bizimle birlikte amazon ormanlarında ya da Afrika’nın kuş uçmaz kervan geçmez çöllerinde yaşayan bir kavim hayal ediniz. Bu topluluğun bütün ibtidai düşün yapıları ve ilkellikleri ile Almanya’ya Almanya’da yaşayan halkın da Afrika ya da amazon ormanlarına taşındıklarını düşünelim. Bu durumda ne olur? Aslında cevap hepimizin zihninde belirmiştir. Almanlar Afrika ve amazon ormanlarını imar ve inşa ederlerken, geldikleri ülkenin binaları, yapıtları, caddeleri ibtidai topluluğun elinde harap olacaktır.

Bu senaryonun doğruluğunu kanıtlayan şey; bir toplumda var olan fikri gelişmişliğin o toplumun yaşadığı bölgenin imarı ve kalkınmasının asıl etkin amili olduğudur. Bunun aksi doğru değildir. Gelişmiş fikirler yoksa madde dünyası köhne fikirlerle tahrip olacaktır. Tablo en sade düşünen insanın bile tasavvur edebileceği kadar açık ve nettir. O halde düşün dünyası büyük değişimlerin öncelikle yaşandığı alandır. Bu verdiğimiz örnekte olduğu gibi toplumları kendi koşullarından başka koşullara yerleştirdiğimizde açıkça ortaya çıkan bir gerçekliktir. “1

Toplulukları kendi koşullarında başka koşullara yerleştirdiğimizde açıkça ortaya çıkan gerçeklik nedir?

Peki bizler onca yıl İslam adına bilgi edinen düşün dünyamıza sürekli bilgi ekleyen bizler sorunların neresindeyiz. Ben öyle sanıyorum ki bizleri de kendi koşullarımızdan düşüncelerimizin yaşanacağı koşullara aktarsalar orada da büyük sorunlar ile karşılaşacağız. Çünkü bizler daha çok başlarda gerçekten bir şeylere tam anlamı ile içtenlikle karar vermiş değiliz. Düşüncemiz yerinde sayıyor ve medeniyet oluşturmuyor. Zamanı oyalayıp duruyoruz, kararsızız fakat kararlı olduğumuz gibi görünmeye çalışıyoruz. Yani insan ilk başlarda, gömleklerinin düğmesini ilk ilklediğinde doğru ilikleyip karar vermeli. Yoksa kararsız tam inanmamış, yanlış düğmeleri ilikleyen bizler her daim geriye dönüp bir şeyleri düzeltmekle bir ömür tüketebiliriz. Aslında bize ait kılmadığımız ayaklarımız, ellerimiz zamanı geldiğinde bir şeyler yapamıyorlar. Sahici düşünceleri sahici bir şekilde içselleştirerek yola devam etmeliyiz. Elde ettiğimiz medeniyetler kuracak bilgileri yeri geldiğinde kullanmaz isek bu bilgilerin hiçbir değeri olmayacaktır. Yani aslında düşün dünyamız Amazonda ya da Afrika’da yaşayan kişilere göre oldukça gelişmiş olsa da yaptıkları etki ya da oluşturacakları şeyler babında aynı seviyede yani etkisiz olacaktır. Edindiğimiz azıklar bir toplum projesi olarak harcanabilir olmalıdır. Yani onları kullanmalıyız. Anladığımız ve doğru yaptığımız doğru konuştuğumuz şeylerin toplumda görülebilir olması lazım. Bizlerin belki de en büyük sorunu da bu olsa gerek.

Son noktada yapamadığımız şeyleri neden yapamıyor olduğumuz ile ilgili belki gerekçeler vardır. O yüzden kendimizi doğru anlamaya çalışmak lazım.

Maslow’un psikoloji ve davranış bilimleri açısından önem kazanmasına neden olan teorisi ise ‘Maslow Teorisi’ olarak da anılan meşhur ‘İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi diye bir şey var. Belki buralardan konumuzla ilgili bazı ipuçları yakalayabiliriz. Buna göre bireyin davranışlarında iki ana çıkış noktası vardır: Birincisi, her davranış belli bir ihtiyacı karşılamaya yöneliktir. İkincisi ise bu ihtiyaçların bir hiyerarşisi vardır.

Bu hiyerarşideki kademeler ise şöyledir:

Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha “üst ihtiyaçlar”ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir. Maslow’un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez.

Bu ifadeler önemli. Eğer kişilik gelişimini ihtiyaç kategorisinin niteliği belirliyor ise Maslow’un yapmış olduğu kademelere dikkatlice göz atmak lazım. Çünkü burada bizlerinde bu sınıflamadaki sıralamayı yani bir kategorideki ihtiyaçlarımızı tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine geçtiğimiz olmaktadır. Belki buralarda sorunlar yaşıyor olabiliriz. Yani bizlerinde inançlarımız ile ilgili bir sıralamamız olmalı.”La” demeden “İlahe illallah” diyemeyeceğimiz gibi İslam adına temel sayılabilecek şeyleri dahi yapamıyorken büyük sözler sarf etmek sanki söylenen şeyleri yapıyor gibi bir dil kullanmak bizlerin gerçeklikleri olmayacaktır. Böylesi şeyler ile yapılan uğraşlar boş uğraşlardır.

Şimdi Maslow’un bu kategorilerine bir göz atalım.

Fizyolojik-Psikolojik gereksinimler: Temel içgüdüsel ihtiyaçlardır. Yemek, içmek, uyumak, solumak, gibi,

Güvenlik gereksinimi: Can ve mal varlıklarının korunması ihtiyacı, barınma ihtiyacı gibi

Sevgi, sevecenlik gereksinimi: Sevme, sevilme, bir gruba mensup olma, yardımseverlik, şefkat gibi,

Saygınlık gereksinimi: Sevmek, sevilmek dışında bireylerin kendilerine saygı duyulması ihtiyacı. Tanınma, sosyal statü sahibi olma, başarı elde etme, takdir edilme gibi…

Kendini gerçekleştirme gereksinimi: Alt kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kendini geliştirmek, zorlu hedefleri başarmak ve kapasiteyi artırmak gibi idealleri ve yetenekleri gerçekleştirme ihtiyaçları duyulur.

(Maslow’un ölümünden önce altıncı basamak olarak “Topluma Katkı Gereksinimi”ni de eklediği söylenmektedir.)

Teoriye göre bireylerin bu aşamaları gerçekleştirme oranları kişiden kişiye farklılık gösterir ve üst basamağa çıktıkça bunun gerçekleştirilme oranları azalma gösterir. Hatta bazı bireyler üst basamaklara hiç çıkamazlar.

Gördüğümüz kadarı ile bizler içinde de İslami düşün hayatında üst basamaklara çıkamayanlarımız oldukça fazladır. Belki böyle bir şeyin farkında da değilizdir. Ve böylelikle bazı şeylerde neden başarılı olamadığımızı anlayamıyoruz. Ve aynı hatalar üzerinde ısrarcı olabiliyoruz.

İhtiyaç kategorileri bizlerin İslam üzere yol alışımızı da etkileyebilmektedir. Hepimizin yeme içme, barınma gibi en temel ihtiyaçlarımızın karşılanması gerekiyor. Bunun içinde çalışmak zorundayız. Eğer burada iş ile ilgili sorunlar yaşıyor isek İslam’a dair ayıracağımız zamanımız çok fazla olmayacaktır. İslam adına davette bulunacak ise en başta kimseye karşı bir minnet borcumuzun da olmaması gerekir.

Peygamberimiz (s) de belli bir ekonomik güce sahiptir ve sahip olduğu mal, mülk, para nedeniyle kimseye minnet borçlusu değildir. Elindekilere kimseden yardım, borç, lütuf alarak sahip olmamış, her şeyi kendi elinin emeği, kendi gücü ile alnının teriyle kazanmıştır. Kısaca kimseye minnet borçlu değildir. Bundan dolayı hiç çekinmeden yüzünün aklığıyla, alnının açıklığıyla herkesin karşısına açıkça çıkabilmiş, tebliğde bulunmuştur.

Hz Muhammed (s), peygamberliği boyunca bu konuya çok önem vermiştir. Minnet borcu olanların alacaklıları karşısında boynu bükük olacağından, kendisi ile beraber soyundan da hiç kimsenin sadaka ve zekât almaması konusunda duyarlılık göstermiştir.

Peygamberimizin zenginliği ve servetinin temizliği Kur’an’ın ve tarihin tanıklığıyla sabit olmasına rağmen fakir olduğu, fakirliği övdüğü ve fakirliğiyle övündüğü yolunda birçok söylenti/hadis çıkarılmıştır. Hatta borçlu yaşadığı ve borçlu öldüğü bile ileri sürülmüştür. Alacaklısının bir Yahudi olarak gösterilmesi bu söylentilerin amacının ne olduğunu anlamamızı kolaylaştırmaktadır.

Şunu görmekteyiz ki bizlerin inançlarımızı yaşamamızda da bir sıranın takip edilmesi gerekmektedir. İlk sırada yapmamız gerekeni yapmıyor iken ikinci üçüncü aşamalara geçmemeliyiz.Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde olduğu gibi daha ihtiyaçlarımızı karşılayamıyor, güvenlik ve barınma ile ilgili sorunlar yaşıyorken kendimizi gerçekleştirme aşamasına gelmiş gibi hal ve tavır sergilememiz boş bir şekilden ibarettir. Bizlerin toplum adına yaptığımız davet adına hiçbir etkimiz söz konusu olamaz. Çünkü saygınlık kazanmamış Müslüman bir birey üstelik başkalarına muhtaç halde de yaşıyorsa başkaları üzerinde etki kurması düşünülemez. Öncesinde sıralamadaki aşamaları geçmesi gerekmektedir.

İslami şahitliklerinin olduğunu gördüğümüz bazı kimselerin bir araya geldikleri kardeşleri ile dünyaya dair geçimliklerinde çok büyük farklılıklar gözlemlenmektedir. Bu kimseler kardeşlerinin açlık sınırında yaşadığını görmelerine rağmen kendileri rahat yaşamlarından ödün vermemekte kendinde olanlardan paylaşmayı aklından bile geçirmemektedir. Yanında ki kardeşinin derdini göremeyen böylesi birliktelikler çok zayıf birlikteliklerdir. İslam diye anlamaya çalıştığımız öğretilerin anlaşılmadığını göstermektedir. İslam’ın öğretilerinin toplum içerisinde yönlendiren etki eden bir işleve sahip olmasını istiyorsak İnançlarımızın aşama aşama yaşamaya çalışmalı, ilkini yapmıyorken diğerlerine geçmemeliyiz. Ve geride kalanlarımıza paylaşımda ve yardımda bulunarak öncülük etmeliyiz.

Tıpkı Maslow’un kategorilere ayırdığı özellikler gibi bizler okullaşan, neyi nerede yapmamız gerektiğini bilen bir eylemsellikle işe başladığımızda ortaya kendini İslam’a göre gerçekleştirmiş bir kimlik ortaya çıkacaktır.

Maslow’a göre kendini gerçekleştiren insanın özelliklerin sıraladığımızda;

Gerçekliğin verimli bir şekilde algılandığını ve belirsizliğe de tahammül edilebildiğini görüyoruz.

Ayrıca;
a. Kendilerini ve başkalarını oldukları gibi kabul ederler.
b. Düşünce ve davranış içtendir.
c. Kendi üzerinde yoğunlaşmaktan çok sorun üzerinde yoğunlaşırlar.
d. İyi bir mizah anlayışları vardır.
e. Çok yaratıcıdırlar.
f. Maksatlı olarak gelenek dışı olmamalarına karşın öz kültürlerinin içselleştirilmesine dirençlidirler.
g. İnsanlığın refahı ile ilgilenirler.
h. Yaşamın temel deneyimlerini değerlendirebilirler.
ı. Çok değil az insanla derin, tatmin edici kişiler arası ilişkiler kurarlar.
i. Hayata nesnel bir açıdan bakabilirler.

Aşağı yukarı İslami özelliklerde yansıtılmış. Tabi bizlerin insanları oldukları gibi kabul etme gibi bir seçimimiz söz konusu olamaz. Ama düşünce ve davranışlarımızın sahici olacağı içten olacağı doğrudur. En azından hayal dünyasında yaşamaktan kurtulabiliriz. Yapmadıklarımız üzerinden fikir üretmeyi bırakabiliriz. Yapıyormuş gibi “mış” gibi yaşamayı bırakabiliriz. Ne kadarını yapabildiğimizi gözlemleyebiliriz. Böylelikle yapamadığımız şeyleri bilmiş oluruz ve kaldığımız yerden devam etme şansına sahip oluruz. Yani tekrar başa dönmeyiz.

İnşallah ne demek istediğimiz anlaşılıyordur. Bu eksiklerimizi bir an önce gidermeye çalışmalıyız. Düşüncemizin bir sistematiğinin olması gerekiyor. Ne yapmamız gerektiğini bir sıraya koymamız lazım. Öylesine yaşanılan bir hayattan kendimizi kurtarmalıyız. İslam bizlerden öncesinde düşünülen inançlarımızın hayata karıştırılmasını istiyor. Öyle ise bizlerde böyle yapmalıyız.

Selam ve dua ile…

 

Dipnotlar

1 Stratejik Tarih Yorumu, Dr.Casim M.Sultan, sayfa 50

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *