İktidarın diliyle konuşmayı içerisine sindirmek İslami bir topluluk için bir tükeniştir. İddialarından da vaz geçmek anlamına gelir. O yüzden İslam’a aykırı olan bir takım uygulamaların destekçisi olan iktidarlar ile aynı dili konuşmaktan onların gündeme aldığı kavramlar ile kendimizi, ifade etmekten vaz geçmeliyiz.
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine: ” İçinde hangi yiyecek var acaba?” diye düşündü.
Bir süre sonra gördüğü paketin, bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkıldı.
“Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.
Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırıp gıdakladı: “Zavallı farecik… Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” dedi.
Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve ” Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye adeta çırpındı.
Domuz anlayışla karşıladı ama” Çok üzgünüm fare kardeş, dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol” dedi.
Minik fare çaresizlik içinde inekten yardım istedi. İnek; “Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor.” Diyerek arkasını dönüp “ mö” lemeye devam etti.
Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.
O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu.
Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.
Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı. Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor, zehri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.
Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti. Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.
Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.
Demek ki bizleri ilgilendirmediğini düşündüğümüz bir tehlike ile karşı karşıya isek tehlike bir gün hepimiz içindir unutmayalım!.
Hikâyede ki taraflar gibi her şeyi öylece seyrediyor olamayız. Tabi ki eğer bizler hikâyede anlatıldığı gibi evcil olmayı içimize sindirebiliyorsak ve bir iradeye sahip değilsek amacımız sadece hayatta kalmaya çalışmak, kendimiz adına kazanımlarda bulunmaya çalışmak ise ortada önemli bir şey de yoktur demektir. O zaman sahibiniz olarak gördüğünüz kimselerin dili ile konuşmanızda da bir sakınca yoktur. Fakat bizler buna rağmen kendimizi her şeyin üzerinde bir güç olarak gördüğümüz Allah’a kul olmaya nispet ediyorsak yapa geldiğimiz söz ve eylemlerimizde de büyük sorunlar var demektir. Öncelikle Müslümanlar Allah’tan başka hiçbir şeye kul olmazlar. Kendilerine iletilen vahye ters bir söylem içerisinde bulunmazlar. Şartlara göre değişik söylem ve eylemler içerisinde de bulunmazlar. En azından mevcut iktidarın dili ile konuşmazlar. İktidarın diliyle konuşmayı içerisine sindirmek İslami bir topluluk için bir tükeniştir. İddialarından da vaz geçmek anlamına gelir. O yüzden İslam’a aykırı olan bir takım uygulamaların destekçisi olan iktidarlar ile aynı dili konuşmaktan onların gündeme aldığı kavramlar ile kendimizi, ifade etmekten vaz geçmeliyiz.
Yoksa farklılıklar yaşadığımız bir ortamda gücü elinde bulunduranların yaptıklarına öylece sessiz kalır isek sıranın bizlere de geleceğini aklımızdan çıkarmayalım. Hoşumuza gitmese de bir başka toplulukların haksızlığa uğramalarına sessiz kalmamalıyız. En azından nerede durduğumuzu açıklamaya çalışmalıyız. Allah’ın hükümlerinin uygulayıcılığını ret eden böylesi bir gücün söylemleri ile bir diğer gurubun zarar görmesini istemek çok doğru bir yöntem değildir. Bizler kendi güç ve imkânımız ile mücadele etmeliyiz. Allah bize yetmeli O’na güvenmeli ve bu uğurda çalışıyor olmalıyız.
Bakın Alman Rahip Martin Nemoer neler söylüyor;
“Almanya’da önce komünistleri yok etmek için geldiler. Ses çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra Yahudileri yok etmeye geldiler. Ve yine ses çıkarmadım. Çünkü Yahudi değildim. Adından sendikacıları yok etmeye geldiler. Ve ses çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikleri yok etmeye geldiler. Ve yine ses çıkarmadım. Çünkü ben bir Protestan’dım. Sonra beni yok etmeye geldiler. Ve o an geldiğinde… geriye sesimi duyacak kimse kalmamıştı…”
Bu güç sarmalında oynanan oyunları iyi analiz edemez isek yakında muhalif olabilecek hiçbir ses kalmayacak. İslami duruş ve ilkelerimizden taviz vermeden hak ve hakikati görünür kılarak haksızlığa uğrayan her kim olursa olsun, konuşulan şey düşünceler ve bunların doğru ya da yanlış olmalarına yönelik olmalıdır. Bir tarafa yaslanmak ya da o tarafı savunmak değil doğruları her iki tarafa da korkmadan söyleyebilmeliyiz. Sayılarımız az da olsa gerçek olan sürekli olacak olan doğru ve hak olanlardır. Belki bunlar o kesimlerin bir şeyleri anlamasını ileriki dönemlerde sağlayacaktır. Çünkü kişisel şeyleri değil ilkeleri savunduğumuz ortadadır. Öyle ki artık İslam’ın toplumların yönetimine layık tek güç olduğunu artık anlamak zorundayız. Demokrasi toplumların kurtuluşu için bir dayanak olmaktan çıkarılmalıdır. Bunun içinde samimi, dik duran dava erlerine ihtiyaç var. İnşallah o günleri de görürüz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *