Huzurun içinde huzursuzluktan bahsedeceksin belki de. Anlatabilecek misin bilmiyorum! Doğrusu büyük bir yürek ve hüner ister bu tarifi yapmak. Var mı sende o yürek?..
Çok Yakınsın, Uzak Dur
Elif İsmailoğlu
Dilimin ucunda kelimeler,
Açmamış gül goncası gibi!
Söylemek zamanı artık,
Gül yaprakları gibi dökülecekler!..
Darmadağın olmuş bir yazının ilk cümlesi olacaksın belki de. Açmamış bir gülün goncasında değil açıp da artık çoktan geçmiş gül yaprakları gibi dökülecek belki de kelimeler. Belki de tarifi imkansız bir güzelliği tarif etmek için uğraşacaksın da bir türlü başaramayacakmışsın gibi gelecek.
Huzurun içinde huzursuzluktan bahsedeceksin belki de. Anlatabilecek misin bilmiyorum! Doğrusu büyük bir yürek ve hüner ister bu tarifi yapmak. Var mı sende o yürek?..
Mesela turkuazın son nokta oluşundan bahsetmek yerine bu sefer manolyanın saf beyazlığından ve asaletinden bahsetsen olur mu?
Her çiçeğin bir anlamı var değil mi? Manolyaya da düşen itibar, asalet ve görkemli güzellik… Aynen kendisine yakışan bir tarif doğrusu. Koklamaya bile kıyılamayan zira koklamak için değen burundan bile sararan narin ve zarif bir çiçek manolya…
…
Bu sefer her şey en koyu rengindeydi ve ben bırakıp geldim çaresiz. Tutmak istedim tutamadım, bırakmayı denedim başaramadım. Ne yaptımsa hep yarım kaldı!.. Acı bir kahve beni sarstı, bitiremedim. Açmış bir gül elime verildi darmadağın oldu yaprakları, tutamadım. Beyaz, bembeyaz bir manolyaydı hediyem, ben içime çektikçe sararıp soldu, bilemedim. Bu sefer yeşildi yollar, daha çok yeşil ama tutamadılar, kaçtım!..
Nereye kaçtığımı ben bile bilemedim, sadece uzak çok daha uzak olmaktı niyetim.
Yeşilden uzaklaştıkça ölümün bembeyaz ve soğuk yüzüyle karşılaştım.
Bu sefer alıştıra alıştıra geliyordu, gelişi ani değildi. O buz gibi yüzünü ağır bir hastalığın arkasından arada bir gösterdi.
Nedenleri niçinleri yoktu, bilmediğimiz bir şey sebep olabilirdi, oldu da!..
Yaşarken kıymetini bilmediğimiz sabahlara uyandık her gün. Ve uyandığımız her günün kıymetini bilmeden israf ettik belki de. Oysa kendisine günlerinin sayılı olduğu söylenen kişi artık her sabah bir sandalye çekip camın önüne güneşin doğuşunu seyrediyor. Belki de ömründe yapmadığı şeylerden biriydi bu, hiç merak etmemişti daha önceleri belki de ya da hiç vakit bulamamıştı yaşadığını sandığı zamanlarda. Bir daha göremeyeceği güneşin doğuşu ona kimbilir neler neler anlatıyordu.
Boğazım çok uzun zamandır unuttuğum yumruklarla tıkalıydı şimdi. Peki ya ben ve benim gibi daha nice kendini sağlıklı zannedenler? Onların sayılı günleri var da biz çivi mi çaktık bu dünyaya? Daha kaç gün görmeyi umud ediyoruz güneşin doğuşunu hiç sorduk mu kendimize? Bu köhne yüreğimiz daha kaç gün dayanacak biliyor muyuz yaşamaya?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *