“Bir zamanlar üç arkadaş varmış.. Aşk, Dostluk ve Güven.. Üçü bir arada oldu mu harikaymış her şey.. Gün gelmiş aşkın işi çıkmış.. Eh meslek bu, kolay mı? Ama dostlarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara beni özlediğinizde gelin demiş; uzaklarda olmayacağım. Nerede gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben oradayım. Ve ayrılmış yanlarından.. Peki
“Bir zamanlar üç arkadaş varmış.. Aşk, Dostluk ve Güven.. Üçü bir arada oldu mu harikaymış her şey..
Gün gelmiş aşkın işi çıkmış.. Eh meslek bu, kolay mı? Ama dostlarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara beni özlediğinizde gelin demiş; uzaklarda olmayacağım. Nerede gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben oradayım. Ve ayrılmış yanlarından..
Peki demiş Dostluk Güvene; madem öyle ben de yoluma düşeyim.. Görev çağırır.. Ama merak etme, nerede birlikte ağlayan iki insan görürsen işte beni orada bulursun..
Güven ağzını açmış veda etmek için ama Dostluk ayrılmış arkadaşının yanından onun son sözünü dinlemeden.. Ve gitmiş uzaklara..
Güven sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan.. Beni kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız.”
Bence burada önemi sebebiyle ilk tanışmamız gereken kişi “Güven” olmalı. Birbirlerimiz ile kurduğumuz ilişkilerde Güven’in söylediklerine kulak vermemiz gerek. Dostluğun aceleci tavrını birbirlerimize karşı göstermeyelim. Güvenin söylediklerini duymadan herhangi bir yolculuğa gitmeye karar vermeyelim.
Karşımızdaki kimseye karşı göstereceğimiz ciddiyet onu ciddi manada tanıyor olmamızla alakalı bir şeydir. Tanımadığımız, özelliklerini bilmediğimiz, tanımını yapamadığımız şeyler karşısında hatalı davranışlar yapmamızda kaçınılmazdır. Bu yanlış tanımlamalar hatalı bir yol üzerinde gidiyor olmamıza sebebiyet verebilir. O yüzden sabırlı olmalı Güvenin sözlerine kulak kabartmalı ve ilk önce Güveni tanımaya çalışmalıyız.
Güven; korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat etme demek. İnsanlar bir kez birbirlerine olan güvenlerini kaybederler ise bir daha birbirlerine güven duymaları çok zordur. Tabi ki hatasız kul olmaz bunun karşılığı herhalde tövbe ve karşı taraftan kendisini af etmesini istemektir. Burada sıkıntı çektiğimiz asıl konu ise bu tarz hataların çok sık yapılıyor olmasıdır. Yani ilişkilerde umursamazlık söz konusudur. Taraflar böyle şeylere o kadar alışmışlar ki ilişkilerini güvensizlik üzerine de sürdürebiliyorlar. İşte o yüzden liderlerimizi çıkaramıyoruz. İşte o yüzden birlikte yürüyecek yol bulamıyoruz. Tabi yol olmayınca yolcu da bulunmuyor.
Liderlik ve güvenin çok güzel resmedildiği bir dizi vardı ismi “Karayılan”dı galiba. Gaziantep’ in düşman işgalinden kurtuluşunu anlatan bir dizi idi. Bu tarz diziler laikler tarafından çok fazla ulusalcı formatta sunuluyor. Fakat o dizide bizler içinde önemsenecek bir sahne dikkatimi çekmişti. Dizi Karayılan diye efsaneleşmiş bir halk kahramanını anlatıyor. Mert ve güvenilir bir insan. Düşman karşısında mücadele veriyor ve haksızlıklara karşı direniyor. Halkı düşmana karşı mücadele vermesi için örgütlüyor. O yıllarda düşmana karşı mücadele verenlerin büyük bir kısmı hapishanedeler. Karayılan ve arkadaşları mücadelenin hapishaneden başlaması ve oradan örgütlenilmesi gerektiği üzerine karar kılıyorlar. Orada daha kaliteli mücadele erleri bulabileceklerini düşünüyorlar. Ve ufak bir hadise çıkartıp tutuklanıp o kimselerin olduğu koğuşa atılıyorlar. Karayılan’ın güven ve mertliğini herkes bir şekilde duymuş fakat hiç kimse yüzünü görememiş. Karayılan hapishanede etrafına topladığı kimselere şehirlerini düşmandan nasıl kurtaracaklarını anlatıyor. Bu mücadelede kendi safında yer almalarını istiyor. Epey dil dökmesine rağmen onca kalabalıktan sadece birkaç kişi karşı tarafa geçip onunla olacaklarını söylüyorlar. Fakat epey bir tartışma ve karşı duruştan sonra sinirlerde gerilmiş iken karşı tarafta birisi şöyle bir şey söylüyor.” İyi de kardeşim sen kimsin bunları neden ve kim adına bize anlatıyorsun” diyor. Karayılan başını önüne eğiyor bir müddet sonra “ben Karayılan’ım” diyor. O anda sürekli tartışan karşı taraftaki gurubun hepsi bir anda ayağa kalkıp karşı tarafa geçiyor ve ölümüne kadar yanında olduklarını beyan ediyorlar. Görüntülerle birlikte çok etkileyici bir sahne idi. İşte güven bu oluyor. Yani korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, bir kimseye şüphe duymadan itimat etmek.
Bu sahne gerçektende çok etkileyici. Hele ki toplumumuzdaki lider tiplemelerine bakınca bu sahne daha bir anlamlı geldi bana. Sadece eli kalem tutan kaprisli yazarlarımız, hayatında acıyı, açlığı, çileyi, hapishane duvarları arasındaki esareti hiç görmemiş tipler. Bu rahat yaşamlarından kalemlerine dökülen kelimeler ne olur ki? Sürekli itidalli olma çağrıları tabi ki. Tabi bu da olmalı ama verilen mücadele babında gidilen yol üzerinde de sürekli yürümek lazım. Önümüze çıkan engellerde ise sabırla yolumuza devam etmeliyiz. Tabi her şey güvenle başlamalı. Birlikte yol almak istediğimiz kardeşlerimiz güveni hak etmeliler. Bizlere onları sorgulayacak bir hatalı davranış içerisinde bulunmamalılar.
Bu sahnede bir başka dikkat çekici konu ise Karayılan’ın yanında yer almaya karar veren kimselerin sorgulayıcı üslupları idi. Bunu şunun için önemli buluyorum. Kendilerine sunulan mesajı ya da teklifleri sorgulamadan, muhasebesini yapmadan hemen kabul eden kimselerin çok kırılgan oldukları, ufak bir sorunda davayı ve de kardeşlerini taşıyamadıkları görülüyor. Bence kişiler mutlaka yapmak istedikleri şeyleri sorgulamalılar. Bir şeyi kabul edişleri ciddi bir sancı ile olmalı. Diğer kardeşler de soru soran yani sorgulayan kardeşlerini eğer gerçekten bir şeylerin tasasını çektiklerine inanıyorlarsa çok hoş karşılamalılar. Bu sorgulamalar bu kardeşlerin olayın ciddiyetini kavradıklarının ifadesidir.
Bu konular gerçekten üzerinde durulması gereken önemli konulardır. İnşallah bizler ilişkilerimizi böyle güven unsurları üzerine bina edebiliriz. Birbirlerimize güven duymadığımız bir yolu asla yürümemiz söz konusu olamaz. Bu konularda birbirlerimizden şüphe duymayacak şekilde güven duyulan kimseler olmaya çaba göstermeliyiz. Güvenin azığı ise söylenilen sözlerin bizzat hayatlarımızda yaşanıyor olmasıdır. Ayrıca her bir kardeşimizin diğer kardeşi için karşılıksız sevgilerinin pratiğinin görünüyor olması gerekir. Kalemleri ile İslam adına her türlü konuyu ustalıkla yorumlayan yazarlarımızın kardeşlerine karşı sıcak davranamıyor olmaları, onların dertleri ile hemhal olamamaları, onlara güler yüz gösteremiyor olmaları çok üzücü bir durumdur. Takva sahibi muvahhid büyüklerine karşı çok hafif davranışlar içerisinde olan, karşısındaki tecrübeli ağabeylerini önemsemeyen, herhangi biri ile konuşuyor gibi rahat tavırlar sergileyen, sözü dinlemeyen, ukala tavırlar gösteren, sürekli sözlerin üzerine söz söyleyen, uyarılanlar için ise bir başka kötü durum söz konusudur.
İnşallah Allah bizleri böyle davranışlardan korur, güven duyulan ve güveni de hak edilenlerden eyler. Tüm kardeşlerimiz birbirleri için güvenilen kimseler olmayı başarabilirler. Eğer güvensizlik üzerine bir yaşantıyı sürdürmekten vazgeçer isek güven üzere yürünecek yollar da kendiliğinden oluşacaktır. Söz ispat ister öyle ise hadi hepimiz söylediğimiz sözleri ispat etmeye çaba sarf edelim ve aynı dava üzerinde yürümekte ısrarcı olalım. Sözün özü birbirlerimize güvenelim ve güven duyulacak eylemler üzerinde gayret gösterelim.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *