Postmodern darbe yıl 1997 yılı Şubat ayı. Milli Güvenlik Kurulu’nun aylık toplantılarından birinde alınan 28 Şubat Kararları ile gelişen olaylar bu şekilde isimlendirilmiş. Biz bu darbe günlerinin çok yakından tanığı olduk. Ben o günlerde Güneydoğu’nun şirin bir ilçesinde görev yapmakta idim. 28 Şubat öncesi çok heyecanlı, canlı bir İslami hareketlilik vardı. Bu yıllar öğrendiğimiz Kur’an
Postmodern darbe yıl 1997 yılı Şubat ayı. Milli Güvenlik Kurulu’nun aylık toplantılarından birinde alınan 28 Şubat Kararları ile gelişen olaylar bu şekilde isimlendirilmiş. Biz bu darbe günlerinin çok yakından tanığı olduk. Ben o günlerde Güneydoğu’nun şirin bir ilçesinde görev yapmakta idim.
28 Şubat öncesi çok heyecanlı, canlı bir İslami hareketlilik vardı. Bu yıllar öğrendiğimiz Kur’an ayetlerini hayatımızda yaşanır kılmak uğrana toplumun büyük kesimi ile çatışma yaşadığımız yıllardı. İnandığımız değerleri ailelerimiz bile kabul etmiyordu. Geleneğin oluşturduğu büyük bir baskı vardı. Ve olanlar oldu 28 Şubat günü yeni filizlenen ekinler gözaltılar ile sindirilmeye çalışıldı. Çevremizden birçok kardeşimize de gözdağı verildi.
Bu yıllar öncesinde çok büyük endişelerim vardı. Müslümanların içi doldurulamayan sözlerinden oluşan duruşları beni ürkütüyordu. Söylemler hep slogan tarzı idi. Bu konuda yanılmadığımı gördüm. Esen bu dozajı düşük rüzgârda herkes ayrı ayrı köşelere dağıldı. Zaten içimizdeki 28 Şubatlar çok öncelerden bizlerde çözülmelere sebebiyet vermişti. Bu Müslümanlar açısından bir kırılma noktası idi. Çevremizde gördüğümüz koca koca dağlar eriyip un ufak oluvermişti.
Biz herhalde sudan çıkmış balıklar oluyorduk. Yıllarca emek verdiğimiz bir arada yürüdüğümüz kardeşlerimizden birkaç kişi bile ayakta kalamamıştı. Benim için bu yıllar bir yerde çok uzun süre duramadığım yıllar idi. Çünkü hiçbir zaman Allah karşısında ki esas duruşumu bozmayı düşünmedim. Bu sürgünlerin aslında çok da iyi yönleri oluyordu. Her defasında yeni kişilerin hidayetine vesile oluyorduk. Tabi sonrasında yine ailelerin çocukları adına duydukları endişeler ile karşılaşıyorduk. Ve yine başka sürgünler geliyordu.
O yıllarda yapılan bu ve benzeri şeyleri hiçbir zaman çok büyük zulümler olarak görmedim. Hele ki ümmetin evlatlarının katliamlara uğradığı o dönemlerde bizlerin yaşadığı bu şeyler çok basit şeylerdi. Şu anda Ergenekon davaları nedeniyle gözaltına alınan kişilerin gözaltına alınış şekillerine itiraz ediyor olmaları bana o dönemin göz altılarını hatırlattı. Hallerine şükretseler yeridir yani… Bizim ailelerimizin hiçbir zaman sistemle sorunu olmamış. Bu yüzden çocuklarının sistemi savunmuyor olmaları ya da başlarının bu bağlamda derde girmesi onların çok ağırlarına gidiyor. Tercihleri de hiçbir zaman bizde yana olmuyordu. Ailelerimiz bizleri o dönemde hep “evlatlıktan ret etme” ile tehdit ediyorlardı. Anlayacağınız o dönemde sistemin zulümlerin yanında bir de daha zoru olan ailelerimizle uğraşmak zorunda kalıyorduk. Zaten yaşadığımız toplumda bizim İslami düşüncemizi onaylamıyordu. O günlerde halkın içerisinden birileri zaten özellikle ben evde yokken evimizi arayıp tehditler savururdu. Ne hikmetse bizlerin telefonlarını dinleyen güvenlik güçleri bizlerin evini arayıp oturduğumuz yeri bombalamakla tehdit eden bu kimseleri araştırmayı hiç düşünmezdi.
Bir keresinde küçük kardeşimin kanser hastalığı sebebiyle bütün ailemiz bizim evde misafir iken böylesi trajik bir olayla karşılaşmıştım. Aslında biz evimizin polis tarafından aranmasına alışıktık fakat bu hepsi kardeşlerim ve yakın akrabalarımdan oluşan misafirler için bayağı tedirgin edici olmuştu. Hele ki sabahın dördü beşinde ellerinde savcılıktan aldıkları arama kâğıdı ile kapımıza dikilmeleri hiç hoş bir görüntü değildi. Yine bir şey çıkmayacaktı çünkü tüm bunlar asılsız bir sürü şikâyet nedeniyle yapılıyordu. Misafirlerimizi uyandırdık bir odadan diğer odaya aktardık evimizi de bir güzel aradılar.
Öylesine komik bir durum ki; kaldığınız yer devlet lojmanları ve orada bir sürü memur görevli var sizde çalışıyorsunuz. Binanın etrafı otomatik silahlı askerlerce sarılıyor. Ve gözaltına alınıp şubeye götürülüyorsunuz. Sanırsınız ki çok azılı bir suçlu var karşılarında. Sonrasında da polisler “korkmanıza gerek yok sadece birkaç soru soracağız, bir iki gün misafirimiz olacaksınız o kadar” diyebiliyor. Maden suçumuz yok bunca şey ne adına yapılıyor.
O günün akşamı göz altılardan sonra karşılaştığım bir durum beni çok fazla üzmüştü. O dönemlerde her kesimden kişiyi belki gözdağı olsun diye gözaltına almışlardı. Demirlikli hücrelere hapsedilen bu kişilerin çoğu Tıp, Hukuk ve Mühendislik fakültesinde okuyan ya da memur kimselerdi. Hemen hemen her meslekten kimseler vardı. Oradaki polislerin bu kimselere davranış biçimleri çok çirkindi. Bu hücrelerdeki kimselerden birisini seçiyor eline bir paspas veriyor ve koridorları temizlettiriyorlardı. Benim tuhafıma giden şey ise aslı olmayan herhangi bir örgüte üye olmakla suçlanan bu kardeşlerimizin buna hiç itiraz etmiyor olmaları idi. Ben bunu kesinlikle kabul etmezdim ki böyle bir şey de başıma gelmedi. Sorun kaldığımız yeri temizlemeyi ret etmek, büyüklenmek sorunu değildi. Kendi işleri olan böyle bir şeyi çaresiz görülen bu kimselere yaptırıyor olmakla onları bir nevi küçük görmeleri ve aşağılamaları idi. Bu olay şunu gösteriyordu ki Müslümanlar henüz dirençli bir siyasi bilince sahip olamıyorlardı. Bu tarz küçük baskılarda bile hemen uysallaşabiliyorlar. Üstelik de hayali suçlamalar ile buralara getirilmişler iken.
Neyse o dönemler geçti o dönemin aktörleri o günlerde aslında ne kadar yanlış metotlar uyguladıklarının herhalde farkındadırlar. Çünkü toplumların değişimleri böyle olmuyor. Şimdilerde uygulanan metotlar Müslümanlar üzerinde daha etkili oldu. Müslümanların büyük bir bölümü de demokrasiyi müspetleştirip sorunlarını hallettiler!
Benim o günlerde özlemini duyduğum şey Müslüman anne ve babamın, yani ailemin, bana destek olmaları idi. Fakat o günlerde kendi çocuklarımın bu konuda daha rahat edeceklerini düşünüyordum. Şu an genel olarak Müslüman ailelerin çocuklarını gözlemliyorum. Bu öngörümde yanıldığımı anladım. Çünkü bu ailelerin çocuklarında İslami mücadele anlamında bir heyecan yok. Çocuklar böylesi bir şeye aday değiller. O yüzden de Müslüman bir ailede yaşıyor olmanın onlar adına bir anlamı yok. Buradan şu sonuç çıkıyor ki çile çekilmeden hazır bulunan bir düşüncenin taşıyıcılığını da yapılamıyor. İnşallah bu sorunumuzu görebiliyoruzdur. Çünkü bu tarz Müslüman aileler gerçekten çok az durumda.
Şimdi yeni oluşan bu tabloda yeni bir 28 Şubat gelir mi bilinmez. Fakat şurası bir gerçek ki yeni taktiklere yeni projelere hazırlıklı olmak zorundayız. Bu işler her zaman baskı ve sindirme ile olmuyor. O yüzden bizler kendi evimizi bu tür olaylara hazır hale getirmeliyiz. Çünkü grupsal taassuplar hala atılamadı ve bizler hala bu taassuplar nedeniyle kendi mahallemizde oturan, aynı düşünceyi paylaştığımız kardeşlerimizle bile birlikte yürüyemiyoruz.
Birleştirilmesi gereken değerlerimizi olabildiğince birbirlerinden uzaklaştırıyoruz. Ne hikmetse yapılan samimi çabalar hiç de İslam’ın emrettiği sonuçları doğurmuyor. Yapılan şeyler bizleri İslam’ın emrettiği sonuçlara götürmüyorsa burada önemli bir sorun var demektir. Demek ki kocaman gövdesi olan ağacı yıkan kuvvetli esen rüzgârlar değil. Ağaç içten çürümüş, zaten yıkılacak rüzgâr burada sadece ufak bir etken. Ağacı içten çürüten ağaç kurtlarına karşı önceden önlem alınsa bu ağaç sert rüzgârlar karşısında direnç gösterebilirdi. O halde Müslümanlar dıştan yıkılmıyorlar içsel sorunları sebebiyle sert geçen kışta yatağa düşüyorlar ve uzun süre ayağa kalkamıyorlar.
O yüzden birbirlerimiz ile olan ilişkilerimizi tekrardan gözden geçirmeliyiz. Yani yeniden o günlerde olduğu gibi içten sıcak kardeşlikler kurmalıyız. Tüm bunlar adına “Sakın (sebepsiz ve kötü) zanna yer vermeyelim; zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyelim (gizli kusurları araştırmayalım), rekabet etmeyelim, hasetleşmeyelim, birbirimize buğz etmeyelim, birbirimize sırt çevirmeyelim. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeşler olalım. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahrik etmez. Kişiye kötülük olarak, Müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın canı, malı, kanı ve ırzı diğer Müslüman’lara haramdır. Allah sizin sûret ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Sakın ha, birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeşler olalım. Bir Müslüman’ın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.” (Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28–34; Ebû Dâvud, Edeb 40; Tirmizî, Birr 18)
Bu bağlamda birbirlerinden haberleri bile olmayan kendilerini Kur’an’ın belirttiği kardeşler zanneden binlerce Müslüman var. Ama hiç birisi bir diğerinin derdi ile ilgilenmiyor. Kardeşim dediği kimseye karşı herhangi bir özlem duymuyor. Aralarında geçilmez setler mevcut. Kardeşlerinin sıkıntılarından bile habersizler. İslam adına çok verimli olabilecek birçok Müslüman diyar diyar gezip rızık arıyorlar. Kafalarını kaldıracak arta kalan zamana sahip değiller. Birçoğumuz ise elimizde olan rızkın kaybolma endişesini taşıyoruz. Hiç kimse kendinde olan malını paylaşmaya yanaşmıyor. Ortak birlikteliklerden olabildiğince kaçıyor. Öyle ki çoğu zaman birbirlerine müşteri gözü ile bakıyorlar. İşi hiçbir paylaşıma yanaşmadan sadece benim kalabalığımı oluştursunlar demeye getiriyorlar. Davaları uğrunda bedel ödeyen sıkıntıya düşen kardeşlerimizin acılarını kendi acılarımız olarak göremezsek İslam adına yaptığımız konuşmalarımızın hiçbir anlamı olmaz. Acılar ümmetin ortak acılarıdır bu acıların paylaşımı oluşturulan küçük küçük guruplar ile sınırlandırılmamalıdır. Bizler bu hayali kardeşlik görüntümüzden uzaklaşmak zorundayız. Ellerimizdeki sahte kardeşlik belgeleriyle bir davanın neferleri olamayız.
Bizler İslam’ın emrettiği şekilde ilişkilerimizi düzenlemez isek şu halimizle aslında bizleri dikkate alıp böyle şeyler yapmalarına gerek yok. Biz kendimizde bu etkiyi kendimize yapabiliyoruz. Bizim 28 Şubatlarımız onların bize yaptıklarından çok daha yıkıcı olabiliyor. O yüzden de sorunları başka yerlerde aramamıza gerek yok. Eğer bu sorunlarımızı çözebilirsek hiç kimse bizleri mağdur edemez. Zaten buna cesaretleri de olmayacaktır. Onlar bizleri çok iyi tahlil ediyorlar. Onlar Allah’tan korkmazlar onlar sadece bizlerin sahiplendiği, bedel ödemeyi göze aldığımız Allah’tan korkarlar. Yani toplumların sayısı âdetince inandıkları Allah’tan korkarlar. İnşallah bizler bu gerçekler ışığında takvayı kuşanır, bir ve beraber olmaya ikna oluruz. Gerçek manada birbirlerimizle kardeşler olmaya razı oluruz. Kurtuluşumuz için tek ve yegâne gerçek budur. İnşallah, Allah bu konularda kalplerimize gerçek takva ve imanı bahşeder.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *