Hepsi tek bir kişi, aynı şeyi düşünüyorlar, aynı şeyleri fısıldaşıyorlar. Sonra yüksek sesle de konuşacaklar. Vaat edilen o korkunç güne kadar da susmayacaklar. İçlerinde sakladıkları, gizli ibareli binlerce zafiyet kodları çözülene kadar da bu böyle devam edecek. Biri vardır bir söz söyler dünya ayakları önünde secde eder. Biri vardır bir söz söyler anlamsızdır, yeryüzündeki hiçbir
Hepsi tek bir kişi, aynı şeyi düşünüyorlar, aynı şeyleri fısıldaşıyorlar. Sonra yüksek sesle de konuşacaklar. Vaat edilen o korkunç güne kadar da susmayacaklar. İçlerinde sakladıkları, gizli ibareli binlerce zafiyet kodları çözülene kadar da bu böyle devam edecek.
Biri vardır bir söz söyler dünya ayakları önünde secde eder. Biri vardır bir söz söyler anlamsızdır, yeryüzündeki hiçbir şey kımıldamaz, ses vermez ona. O halde söz sahibine sadıktır. Nasıl yaşarsak öyle etki verir, dil de onu söyler.
Ama zamana öfkeyle baksak, boşluğa haykırsak onlar itiraz eder mi? Ya zaman durmak isterse, boşluk kapanırsa ansızın, dizlerim taşır mı bedeni mi? Ben de denizlerle konuşurum o zaman ya da dağlarda yankılanır sesim. Onların fısıltılarını dinlerim, rüzgârın sesinde yürürüm. İşte o zaman ayak izlerim de belli olmaz. Sessizce ayrılırım dedikodular, ihanetler şehrinden.
Avuçlarımdan kan damlasın ama yıkılmasın bedenim. Aşka dair sevda türküleri söylensin hayata, direnmişliğimize inat. Yasak şehirlerin küskün insanlarında yorulup kaybolmadan gitmek, yürümek sürekli yol alan düşüncelerin büyüsüne…
Kelimelerin gücü bizim olsun / benim olsun, varsın o zaman bedenim de olmasın. İşte o zaman biz bildiklerimiz bakmaz ama denizler gelir arkamızdan, dağlar yürür peşimiz sıra, belki rüzgâr sırdaş olur ezilmişliğimize, arkadan vurulmuşluğumuza.
Kan kırmızısı kızıl bir lalenin çıplak ayaklarıyla yürüyeceğiz, yüreğimiz acıyacak, yanacak ama o zaman eriyecek taşların kalpleri. İşte o gün güller açsın yüreğimde, izlerim belli olsun artık, çünkü karda da yürümek lazım sessizce. Belki ayak izlerimize masum bir kız çocuğu takılır, bir nesil olur, sahip çıkar gökyüzüne, terk etmez oraları umursamazların fısıltılarına. Biz de hesaba doğru yol alırız, bilinmezlerin bilgisine doğru. Kan pususunda öylece kalakalırız.
Ne gözyaşlarımıza, ne korkularımıza, ne de bedenimize söz geçmez artık. Olsun korkularla da büyürüz artık. Hıçkırıklarda da kaybolmadan severiz, seherlerde ölürüz hiç ardımıza bakmadan.
Ölüm tekrar dirildiğinde bir çiçeğin çiğ damlalarındayızdır artık. Çiçeklere darılmayız, bir papatya çiçeğinin ‘’Seviyor mu? Sevmiyor mu?’’ların da da hatırlanırız bundan sonra. Sevgi düştü mü yere, ihanet gezer karakolların puslu camlarında. Söz susmaktır artık, gözlerimizde buluşmak, bir ömür yaşlı kalmak.
Sonra sıkılmış ellere de uzatacağız ellerimizi. Belki çileye git demesek, kalsa, ellerimize nasır bağlansa, o zaman acımaz yüreğimiz. Uçup gideriz esir şehirlerin üzerinden sonra gökyüzüne savrulur küllerimiz. Ya bir kuşun kanadında da düşüncelerimiz sürgününü yaşarsa! Artık sürgünse hayaller hüzün ve ayrılıklar saçalım avuçlarımızdan.
Cennette kır çiçekleri açarsa bir gün, işte o gün ellerimiz kelepçeli olacak, ayaklarımız prangalı. Şimdi düşmek olmasın bize. Yıldızlarda kaybolsun paslı ellerimiz. Özgürlük, kan kırmızısı bir çiçeğin beyaz tomurcuklarında açsın. Ama bakmasın, öylece kalsın, gelirler diye aldanmasın, her şey, ortada öylece yarım kalsın…
Kömürden bir de gülümseme olsun yüzlerimizde… Sonra döndüğümüzde, özlemişse kömürden yüzlerimiz birbirimizi, yağmura inat silinmemişse, tutunmuşsa hayata, bir resim kalsın bizden, sonsuzluğa uzanan, solmayan…
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *