Yine bir oy’unun arefesindeyiz! Müslümanlar olarak dolgu malzemesi olarak görülmeye devam ediyoruz! “Yine Seçim Yeni Seçim” başlıklı yazımızdan hayli zaman geçmesine ve de sürecin bizi haklı çıkaran bir sürü verisine rağmen aynı senaryolar yine vizyonda! Ne acıdır ki, “Bir Müslüman aynı keler deliğinden iki kere ısırılmaz!” sözünü bilip kullanırken bu kaçıncı kez ısırılıştır! Demek ki
Yine bir oy’unun arefesindeyiz! Müslümanlar olarak dolgu malzemesi olarak görülmeye devam ediyoruz! “Yine Seçim Yeni Seçim” başlıklı yazımızdan hayli zaman geçmesine ve de sürecin bizi haklı çıkaran bir sürü verisine rağmen aynı senaryolar yine vizyonda!
Ne acıdır ki, “Bir Müslüman aynı keler deliğinden iki kere ısırılmaz!” sözünü bilip kullanırken bu kaçıncı kez ısırılıştır! Demek ki bu bilmeler bilmek değildir! Ne ders alan var, ne de ibret! Her defasında yeni bir mazeret, yeni bir sığınış, yeni bir halüsinasyon; yine kanış, yine kandırılış!
Tamam, görece edinimler, kazanımlar söz konusudur! Sistemin alan açması, geri adım atması olasıdır! Her kesimden baskı, pres, zor altında olanların bir rahatlaması, nefes alması, mevzi kazanması mümkündür! Nihayetinde bu bir iki taraflılık ilkesi gereği pazarlıktır, “Al gülüm, ver gülüm!” durumudur! Gerçekte kimin kazandığı iyi düşünülmelidir! “Ne verdik?” de “Ne aldık?” durumları tartışılmalıdır!
Kopara kopara kılların tükeneceğini mi zannediyoruz! Bu sözde kazanımlar peşinde koşarken neleri kaybettiğimizi bir düşünelim: Sistemin meşruiyet kazanması, rahatlaması, Müslümanların sisteme eklenmesi, mücadele ve mücahede bilincinin dumura uğraması, yanlış uğraşlar peşinde gücün etkisizleş(tiril)mesi, asıl hedeften sapılması.. daha eklemeye, bilmem gerek var mı?
Umutlar kaçıncı kez erteleniyor bir başka bahara, bir başka iktidara! Pardon hükümete! Şimdiye kadar Müslümanlar lehine olacak hangi meseleye derman oldular!? Şunu da eklemek gerekir ki, karşılıklı oyalamalar, idare-i maslahatlar, “mış-miş” tavırları sürdürülüyor! Oy’a talip olanlar kadar verenler de bir güvensizlik hali içinde, herkes vaziyeti idare etmek peşinde! Oy verenler nereye ve ne kadar oylarının ardında durabiliyorlar, oylarının hesabını sorabiliyorlar!? Oy isteyenler aldıkları desteği kararlılığa, iradeye ve çözüme dönüştürebiliyorlar mı?! Oy’a talip olanlar vaatlerini yerine getiremeyince, “Alın atınızı verin tımarımızı!” diyerek, tokmağı iade edip davulu boyun(duruk)larından atabiliyorlar mı?!
Biz az bahaya da, çok bahaya da dinimizi alış veriş, pazarlık konusu kılamayız! Bunun dinle ne alakası var derseniz; hani din hayatın her yönüne, her anına müdahale eder, belirler, düzenlerdi! Ya hep, ya hiç! Biz kaybetsek de galibiz! Bu reel politik dışı tam da siyasî bir tavırdır!
Evet, bir yönüyle hepimiz sistem dahilindeyiz, hemen tüm yaşam alanlarımız okulundan camisine, hukukundan mesleklerimize, ilişkilerimizden ticaretimize sistemin dahilinde sürmektedir! Ancak, en azından zihnen/fikren/ruhen, sistem ve onun ifsad eden boyutundan, olabildiğince ârî kalmak(bir boyutuyla muhaceret!), kendimizi muhafaza edebilmek, kendi siyasetimizi bu eksende oluşturmak zorundayız. Yine olabildiğince, tüm alanlarda da ona eklenmekten uzak durabilmeye çalışmak, kendi hareket alanlarımızı, ortak akılla, anın fıkhını, efradını cami ağyarını mani bir şekilde üretebilmek zorundayız!
Esneklik, serbest alan kimin işine gelmez ki!? Yavaş yavaş ısıtılan kurbağanın durumuna düşmeyelim! Esnek ip, sahibinin arzusuna göre gevşetilir ve gerilir! Asla kopmasına izin verilmez! Tabi ki bela istenmez, kimse sıkıntıya, zor’a, zulme razı olmaz! Peygamberler tarihi tavizsiz, pazarlıksız, ortaklığa (şirke) razı olmayan, dinin tümü Allah’ın olana değin, faydacılık gütmeyen mücahede örnekleriyle doludur. Zaman ve şartlar değişti mi diyorsunuz; ilkeler, vahyin buyrukları, resullerin sireti, meşru hedeflere meşru araçlarla gidileceği kaidesi ne oldu?!
Şimdi, anayasanın tamamını değiştiremedik, bari bu kadarıyla idare edin, oy’alanın teklifiyle karşı karşıyayız! Biz sistemin değirmenine su taşıyan kanallar, sistem ağacına su götüren maşrapalar olmamalıyız! Dolgu malzemesi olmayı kabullenmemeliyiz! Sistem açıklarını bizimle yama(ya)mamalıdır! Açılımlar, evet bir şeylerin önünü, üstünü açarken, sistemin arıza üreten yapısının da üstünü, diğer zulümlerinin faş olmasının önünü de örtmektedir!
Sistemin makyajlı yüzüne duyduğumuz merak, yüzümüzü toza toprağa buladı! O makyaj her dökülmeye yüz tuttuğunda yeni makyözler iş başına geçi(rili)yor, yeniden gözümüz gönlümüz bağlanıyor! Basiretimiz köreliyor! Biz, yanlış mukayese ile tek tek aktörlerin kendisine bakmıyoruz! Ehvenini aramıyoruz! Zaten bu dinin ahlakından nem de kapmış olsa işlerini iyi yapanlar bizim yanılgılarımızı daha da artırıyorlar! Düşmanın attığı taştansa, dostun attığı gül daha çok yaralar ya, işte öyle bir durum! Ormanı kesen baltanın sapı da aynı ağaçlardandır ya, işte öyle bir şey! Tüm bunlar bizim sürece eklemlenmemizi, salim akılla karar vermemizi etkilememelidir! Şöyle ki, sayın Davutoğlu’nun yaptıklarından, sayın Ertürk’ün yapmış olduklarından kimler daha çok nemalanmakta, fayda devşirmektedir! Başörtüsüne, temizlikçi kadınlarda (Hatta, geziniz, görünüz ki, barolarda, adliye saraylarında bile!) niye müsaade ederler; tabi ki işlerini iyi(!) yaptıkları için ve de tehdit olarak algılanmadıkları için!
Bu vasatta, AK Partinin en büyük, ABD icazetli payandası Gülen fırkasının durumu ibret olarak yetmez mi?! Verdikleri her türlü tavize(başörtüsü dahil) ve de büyük üstadlarının “Siyasetten/reel politikadan Allah’a sığındım!” demesine rağmen, bu yedikleri ne menem turşudur, güya perhizli iken! Yine, domuza (Rusya) karşı, ayıyı (ABD) tercih edenler, domuz tehdidi ortadan kalkmasına rağmen niye hala ayıya dalanmaya devam etmektedirler?! Ki; o ayı, yeni tehdit olarak İslam’ı ilan etmiş, gafil yerli(!) işbirlikçiler eliyle de asıl terörü kendisi estirerek, İslam topraklarını ( tüm yeryüzünü) kirletmektedir! Ekini/kültürü ve nesli tar-ü mar etmektedir!
Biz olayı Müslüman basiretine havale ediyor; helaldi haramdı, itikadî ibadî boyutlu tartışmasını Müslüman bireyin vicdanına terk ederek –ki herkes hesabını kendi verecek ve zaten herkesi/geneli ikna edecek böyle bir hükmü verecek, ne kurumumuz ne de âlim-aydın vukufiyetimiz söz konusu!-, ”hayır” oyunun dahi geçer oylardan sayıldığını hatırlatmakla iktifa ediyoruz!
Ölümle korkutarak, bizi sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar!
Evvelemirde, bir bilgi-bilinç, bir şuur, bir irade devrimi/değişimi gerekmektedir! Aksi durumda bir ileri-iki geri, oy’alanıp, ısırılıp, dalanıp duracağız! Oy’unlara gelmeyelim, oy’unları bozalım!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *