Yapageldiğimiz tüm işlerimizde tek dayanağımız, güvencemiz Allah’tır. Bu bilinç bile bizlerin adımlarımızı yavaşlatmamıza sebep olan korkularımızı yenecek büyüklüktedir.
Akli dengesini kaybeden bir adam, kendisini mısır tanesi yani darı zannediyor ve tavukların kendisini yiyeceğinden korkuyormuş!. Akıl hastanesinde uzun bir süre tedavi gördükten sonra artık İyileştiğini ifade ederek hastaneden taburcu edilmesini İstemiş. Kendisiyle bu hususta görüşen doktorun “Sen darı mısın?” sorularına devamlı olarak “Ben darı değilim” cevabını verince; hastasının iyileştiğini kabul eden doktor, hastanın taburcu edilmesine karar vermiş. Eşyalarını toplayan hasta doktoruna veda edeceği zaman, içini kemirmekte olan korkunç soruyu doktoruna sormaya karar vermiş. Hastanenin merdivenlerinde kendisini uğurlamak isteyen doktora dönerek “Doktor bey!. Ben darı değilim, değilim ama!. dedikten sonra bir an susmuş. Korku ve endişe dolu gözlerle etrafına baktıktan sonra kısık bir sesle ilave etmiş, “Bunu tavuklar biliyor mu?”
Aslında akli dengesini kaybeden bu kişi tıpkı biz Müslümanların da çoğu zaman yaptığı gibi rol yapıyor fakat doktor bu olayı anlayamıyor. Yenilecek ve yutulacak bir mısır danesi olmadığına inanan bu adam tavukların da kendisinin mısır danesi olup olmadığını bildiğine emin olmak istiyor.
Gerçekten de yenilecek ve yutulacak bir mısır tanesi olmadığımızı tavukların bilmesine gerek var mıdır?
Bizler artık şunu bilmeliyiz ki dünya müstekbirlerin bizlerin yenilecek ya da yutulacak bir mısır danesi olup olmadığımızı bilip bilmemelerinin hiçbir anlamı bulunmamaktadır. Allah’ın izni olmadan hiçbir güç Müslümanlara en ufak bir zarar veremez. Çünkü “Allah, sizin düşmanlarınızı en iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter.” (Nisa–45)
Yine Yüce Allah bizler için; “Onlar (öyle kimselerdir ki), insanlar kendilerine : “Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun” dediklerinde imanları artanlar ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir…” (Al-i İmran–173) diyenlerdir diyor.
Peki, gerçekte bizler böylesi kimseler miyiz?
Allah’tan başka güvence tanımayan, O’ndan hoşnut olan, O’nunla yetinen, zorluk karşısında imanları artan ve insanların kendilerini düşmanlardan korkutmaları karşısında “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyen bir topluluk muyuz?
Aslında başkalarının bizi ne zannettiğinin nasıl bir önemi olabilir ki? Darı olmadığını dili ile söyleyebilen fakat buna rağmen tavuğun kendisini darı olarak görüp görmemesine göre hareket etmeyi düşünen akli dengesi bozuk bir karakter var karşımızda. Bir de Allah’a güvenen, O’nu vekil olarak kabul ettiğini kabul eden, fakat tüm yaşantısını korkularına ve başkalarının telkinlerine göre belirleyen bir Müslüman tipi. Aralarında pek de fark görülmüyor. O halde o fıkraya gülerken kendi halimize de gülüyor olmalıyız değil mi?
“Korkularımızdan ördüğümüz kafeslerden ne zaman kurtulacağız? Korkularımızı doğuştan getirdik; ama neden korkacağımızı sonradan öğrendik. Bize korkmamamız öğretilseydi korkmayacaktık: Yanlış bilgileri düzeltmenin ve doğru inançlar geliştirmenin zamanı geçmiyor mu? İşin kötüsü tıpkı yukarıdaki fıkrada anlatıldığı gibi korktuklarımızın çoğu sanaldır, gerçek değildir. Gerçek bir tehlikeden korkulmasını bir ölçüye kadar anlayabiliriz; ama hayali şeylerden duyduğu korku insanı çok gülünçleştiriyor.
Korkular zihninizde yerleşmiş otomatik programların sonucudur. Ortamı oluştuğunda bu programlar bir plak gibi devreye girmektedir. Plağı bozmaz ve yerine yenisini koymazsanız eskisi çalmaya devam eder. En kötüsü de devamlı çaldığınız plaklar her defasında daha güçlü ve köklü hale gelirler.
Kendimizi güçlendirmenin bir diğer yolu ise tevekkül etmektir.
Tevekkül etmek sınırsız bir güce yani Allah’a dayanmaktır. Tevekkülsüzlük gösterdiğimizde ezici stresler altında bunalır; önce ruhsal, ardından fiziksel sağlığımızı tahrip ederiz. Çelik bile olsanız ağır yükler altında ezilirsiniz. Ruh gibi latif, vücut gibi hassas bedeniniz üzerlerine zorla koyduğunuz dünyaları nasıl taşıyacak sanıyorsunuz?” (Muhammed Bozdağ-Yüksek Yetenek sitesi)
Sonuçta sırf Allah’a dayanıp güvenen, O’nunla yetinen ve O’ndan başka her şeyden soyutlanan kardeşlerimiz bu dünyaya yön veren müstekbirler karşısında asla yenilgiye uğramayacaklardır. Üstelik mutlaka Allah böylesi kardeşlerimize, bizlere zaferi nasip edecektir. O yüzden kimin ne söyleyeceğine takılıp adımlarımızı yavaşlatmanın bir anlamı bulunmamaktadır.
Bir de laiklerin aldatıcı propaganda ve korkutmalarına aldanan kardeşlerimiz var. Bu kardeşlerimiz istiyorlar ki Allah’ın dinini O’nun istediği şekli ile yaşayalım fakat gerçekte ne düşündüğümüzü, nasıl bir İslami yaşam dilediğimizi mevcut taguti sistemlerin sahipleri bilmesin. Bizlerin gerçek anlamda onları rahatsız eden Müslümanlar olduğumuzun farkına varmasınlar. Çünkü farkına varırlar ise dünyaya dair birçok hayallerinin sekteye uğrayacağını düşünüyorlar. Zaten içimizdeki bu kardeşler yüzünden İslam’ın o pak, arı duru mesajı ile toplumumuzun büyük bir kısmı tanışma fırsatından mahrum kalmaktadır. Nasıl bir Müslüman olacağımızı asla ve asla İslam dışı ideolojilerin savunucuları belirlememelidir. Bu konuda çekineceğimiz tek merci bizlere hayat bahşeden Yüce Rabbimizdir.
Böylesi sahte korkulardan bir an önce kurtulup kendimizin gerçekte kim olduğunun farkına varmamız gerekmektedir. Çünkü yapa geldiğimiz şeylerin tümü Yüce Allah’ın dini içindir. Bizler davamızda kendimizi Allah’tan ayrı düşünemeyiz. Yapageldiğimiz tüm işlerimizde tek dayanağımız, güvencemiz Allah’tır. Bu bilinç bile bizlerin adımlarımızı yavaşlatmamıza sebep olan korkularımızı yenecek büyüklüktedir. Çünkü Allah bizlerle birlikte olduğunu söylüyor. Eğer tüm bu gerçekliğe rağmen İslam adına neleri yapıp neleri yapmayacağımızı korkularımız belirliyorsa işte burada kendimizi sorgulamamız gereken hususlar var demektir. Çünkü görüyoruz ki bizlerin İslam adına ne yapmamız gerektiğini Allah’ın mesajlarına sırtını dönmüş kimi insanlar belirleyebilmektedir. Hele ki Allah adına atılan adımlarımızı tüm İslami yaşantıları bidat ve hurafelerle dolu olan geleneksel din algısının ürünü olan topluluklar hiç ama hiç belirlememelidir. Arkalarını mevcut taguti sistemlere dayayan bu topluluklar asla bizlerin korkuları olamazlar. Çünkü bu kimselerin dayandıkları güçler sahte ve geçicidir. Yüce Allah’ın değişim süresi geldiğinde ve biz Müslümanlar dini yalnız O’na has kılarak yaşamaya devam ettiğimizde asıl güç bizler olacağız. Çünkü yüce Allah bize bunu vaat ediyor. Zorda kaldığımız, gücümüzü kaybettiğimiz o günde Yüce Rabbimiz bizlere yardımını ulaştıracaktır. Allah kendi dinine yardım eden biz Müslümanlara kesin olarak yardım edecektir. Tek yapmamız gereken şey rol yapmayıp bizde olduğu kadarı azığımız ile yola devam etmeyi sürdürmemizdir.
“Hiç şüphesiz biz peygamberlerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da, şahidlerin duracakları günde de elbette yardım edeceğiz. ” (Mumin- 51)
İnşallah hepimiz asıl güç olarak gördüğümüz Yüce Rabbimize güvenmeyi sözlerimizde dile getirdiğimiz gibi pratik hayatımızda da örneklendirebiliriz. Rol yapmayı, yürüyormuş gibi yapmayı bir an önce bırakmalıyız. Çünkü yalnızca sözü dillendirmek bizlerin samimiyetinin ölçüsü değildir. Tüm bu söylediğimiz sözlerimizden sorumlu olacağımızı asla unutmayalım. Sevgimiz ve korkularımız yalnız Allah için olsun.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *