Bizim irademize bırakılmış olan hayatı yaşarken ‘yaşadığımız gibi inanma’ hastalığının Kur’an’ı okumayı ertelemekle alakalı olduğunu anlamalıyız.
Sanırım bir şeyler yolunda gitmiyor. Hiçbir ücret istemeyen uyarıcılara verdiğimiz tepkiler nedeniyle sürekli aynı hatalara düşebiliyoruz. Rabbimiz buyuruyor ki; Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalıyorlar? (Kalem–46)
Seyyid Kutub’un ifadesiyle bunu aktarırsak; “Yoksa doğru yolu bulmalarına karşılık olarak istediğin bu ağır ücret mi onları burun kıvırmaya, Allah’ın ayetlerini yalanlamaya ya da umursamamaya sürüklüyor? Ödemek zorunda kaldıkları bu ağır bedel mi onları bu iğrenç akıbeti tercih etme durumunda bırakıyor?”
Yukarıdaki ayetin muhataplarına karşılaşacakları o korkunç kıyamet gününün sahneleri anlatılmış. Ve uyarıcılarının hiçbir ücret talep etmeden kendilerini uyarma sebebinin böyle korkunç bir sahne ile karşılaşmamaları için olduğunun da haberleri verilmiş. Tabi bu sahneler bizleri de uyaran ilahi emirlerdir. Çünkü bu bilgiler biz Müslümanların inandıkları bizlere hitap eden Kur’an’da yer alıyor.
Bizlerin de kendi uyarıcılarımız karşısında ortaya koyduğumuz hal ve hareketler, sanki bizden dünyaya dair elde ettiğimiz kazançlardan bir şeyler isteniyormuş ve bunun neticesinde çok ağır bir borç altında kalıyormuşuz gibi bir görüntü oluşturuyor ki, Rabbimiz sözleriyle bu davranış şeklimizi yeriyor, buna kızıyor. Hâlbuki bizlerin yanlış algıladığı ağır borç, doğru yolu bulmamız, öte dünyadaki kurtuluşumuz olarak açıklanmış.
Öyle ki, sadece bu dünyayı değer ölçüsü alan anlayış tarzımız doğru yolu bulmamız için bizlere yapılan ısrarcı telkinler karşısında burun kıvırıp, nazlanmamıza sebebiyet veriyor. Oysa bizlerden ücret olarak istenen tek şey öte dünyadaki kurtuluşumuz için doğru yolu bulmamızdır. Öteki dünyada bizim kurtuluşumuz için, uyarıcıların çektiği sıkıntı… O halde vahiyle özgürleşip, bizleri geçici olana bağlayan zindanlarımızdan kurtulduktan sonra bizler de diğer kardeşlerimizin kurtuluşu için isteyerek kendimizde olanı vermeli, hiçbir talepte bulunmadan onlar adına sıkıntılara katlanmalıyız. Birbirimize güven duyma bilincimizi geliştirmeliyiz. Öyle ki, yol arkadaşlarımıza ya da bizleri uyaranlara karşı güvensizlik üzerine kurulmuş bir yürüyüş asla hedefine ulaşamaz. Unutmayalım ki, kendilerini tehlikeye atan, sıkıntılarla yol almaya çalışan bu kardeşlerimiz bizim kurtuluşumuz için çabalamaktadırlar. Bekledikleri tek karşılık kardeşlerimizle iyi geçinmemiz ve birbirimizi sevmemizdir. Sürekli “Acaba benden ne isteyecek yine” şüphesiyle aramıza mesafe koymak Allah’ı dikkate almadığımızı gösterir.
Dünyaya dair elde ettiğimiz kazançlar bizlere emanettir, asıl sahibi bizler değiliz. Asıl olan bu kutsal emanetleri kutlu olan Kur’an neslinin oluşması için harcamamızdır. Bizim olmayan şeyleri sahiplenmemiz zaten başlı başına asıl olandan sapmadır, çocuklarımızın çalınan kutsal değerleridir. Bizlere yaşamamız için iletilen sözlerin Allah’ın sözleri olduğu bilincini kuşanmak zorundayız. Bu sözler, ilişkilerimizi noktaladığımız, kendilerine karşı sevgimizin azaldığı ya da onaylamadığımız kişilerden geldiğinde geçerliliğini yitirmez. O kişi hoşumuza gitse de gitmese de Allah’ın mesajlarının taşıyıcısıdır. Mesaj ise asıl olandır, Allah’a ait olandır. Zaten bizlere iletilen mesajlar bizlerin arınması ve kurtuluşuyla ilgili mesajlardır. Ve bunun karşılığında herhangi bir ücret talep edilmemektedir.
Bazen kardeşlerimizdeki kötü hasletlerin ortadan kalkması için kendilerine uyarıda bulunurken epeyce zorlanıyoruz. Bir türlü onları gerçek olan kişilikleriyle yüzleştiremiyoruz. Hep mutlu olduğumuz, kendimizi rahat hissettiğimiz pencereden bakıyoruz. Kendimizi bir diğer kardeşimizin yerine koyamıyoruz. Aslında hiçbirimiz bir başkası için ilahi olanı benimsememeli ve hiç kimse için de ilahi olandan yüz çevirmemeliyiz. Onlar var diye bir arada olmaya karar vermediğimiz gibi, onlar gidiyorlar diye de birlikteliklerimizi noktalamamalıyız. Bir arada olmaya özlem duymamız Allah öyle istediği içindir. O’nu dikkate aldığımızın ispatıdır. Yaşadığımız olumsuz ilişkiler İslam’ın bir arada yaşanmaması için delil teşkil etmez. Elde ettiğimiz dünya kazançlarını vermemek için köşe bucak kaçmamızın hiçbir fayda sağlamayacağı, yolun tükeneceği bilinmelidir. Rabbimiz bir yerde onları bizden isteyecektir. Rahat bir hayatı özümseyip bunu süreklilik haline getirmemeliyiz. Rabbimiz diyorki; “Gerçek şu ki, Biz insanı acı, sıkıntı ve imtihan [ile yüklü bir hayat]a gönderdik.” (Beled-4) Acı, sıkıntı ve imtihan yüklü bir hayata gönderilmişiz, artık nasıl bir inanç sisteminin içerisinde yer aldığımızın farkına varmak zorundayız.
Tabii ki, şu an Müslümanlar açısından böyle bir resmi görmemiz mümkün değil. Her birimiz fakirlik ihtimalini göz önünde bulundurarak rahat yaşantımızı ve yer aldığımız konumu tehlikeye düşüreceğini düşündüğümüz kardeşlerimizden uzaklaşmak suretiyle sahte olan bir yaşama sıkı sıkıya tutunmuş durumdayız. Sözde buraya kadar gelmişken iman iddiasında bulunduğumuz Allah’ın sözlerine kulak verelim: De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz oymak ya da boy, kazanıp (biriktirdiğiniz) mallar, kötüye gitmesinden kaygılandığınız ticaret, hoşlandığınız konutlar size Allah’tan ve O’nun Elçisi’nden ve O’nun yolunda kavga vermekten daha gönül bağlayıcı geliyorsa, bekleyin o zaman Allah iradesini açığa vuruncaya kadar; Ve [bilin ki,] Allah, günaha gömülüp gitmiş bir topluluğa asla hidayet etmez.” (Tevbe–24)
Artık gönül bağlayacağımız değerler değişmişse, Allah yolunda kavga vermekten daha hoşumuza giden değer yargılarımız oluşmuşsa ve böylece günaha kapılıp gidiyorsak asla hidayeti bulamayacak ve iman etmiş bir şekilde Rabbimizin yanına gidemeyecekmişiz. Allah günaha gömülüp gitmiş bir topluluğu asla hidayete layık görmeyecek. Öyleyse ötekilerle bir arada olmaktan, onların inanç sisteminin bir parçası olan ticari rızk kapılarından kurtulmanın hesaplarını yapmak zorundayız. Bu sıkıntıyı yüreğimizde hissetmeliyiz. Allah’ın sözlerinin hiçe sayıldığı bu yerler ilişkilerimizi derinleştireceğimiz, dünyaya dair pay alma hesapları yapacağımız, bize ait yerler değildir. Lütfen oraları kendi kurtuluşunuz olarak görmeyelim. Rızık endişemizi kötü olanı meşrulaştırmak üzere kurgulamayalım. Ait olduğumuz kültüre yabancılaşmayalım. Allah için kazançlarınızın azalması endişesi taşımayalım. Bu şekliyle, evlerimizde tek başımıza inançlarımızın gereğini yerine getirdiğimizi düşünmek çok insafsızca bir yaklaşım olacaktır. Evlerimizde kimselerin bilmediği bir inanç sistemini yaşıyor olmamız ticaretimizi kötüye götürecek bir kaygı, biriktirdiğimiz kazançları azaltacak bir sıkıntı oluşturmaz. Öyleyse anlatılan şeyler dışarıda yaşanan bir kavgayla, bir mücadele ile ilgilidir, dışarıda yaşananlara yönelik bir serzeniş, bir kaygı söz konusudur. Bu kavgayı görmek gerek. Eğer dışarıda bir kavga söz konusuysa bu kardeşlerimizle birlikte vereceğimiz ilahi bir kavgadır.”
Yüce Kur’an’ın söylediği gibi “İnsanlar, [sadece] “İnandık” demeleriyle bırakılacaklarını ve sınava çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar?” (Ankebut-2)
Sadece inandık diyerek bu sorumluluktan kaçamayız. Dışarıda olan Rabbani kavgaya da müdahil olmak zorundayız. Bizim irademize bırakılmış olan hayatı yaşarken ‘yaşadığımız gibi inanma’ hastalığının Kur’an’ı okumayı ertelemekle alakalı olduğunu anlamalıyız. Tekrar dirilmek, vahyi hayatımıza tekrar davet etmek için çaba sarf etmek zorundayız. Heyecanımızı tekrar ayağa kaldırmalıyız. Eğer kötü olanda ısrarcı olur, umursamayı beceremezsek başımıza gelecek olan, kalbimizin sağırlaşması ve sahte olan değerleri sahiplenmemiz olacaktır. Tıpkı Rabbimizin buyurduğu gibi: “Elbette sen ölülere asla duyuramazsın ve sırtlarını [sana] dönüp uzaklaşan [kalbi] sağırlara [da]!” (Rum–52)
Allah hepimizi yukarıdaki sondan koruyup gözetir inşallah. Kalplerimize sorumluluğu sahiplenen bir huzur bahşeder.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *