Kardeşlerimize karşı yaptığımız iyilikler de eğer tıpkı bunu Allah’a borç veriyormuş gibi yapar isek bu amelimizi ve yahut da kazancımızı Yüce Allah kat kat artıracağını söylüyor.
Kişilerin genellikle bir başka kişinin yardım isteğini geri çevirmesinin bahanelerinden birisi de zamanının olmadığı bahanesidir. Bu sıradan kimseler için belki bir nebze normal karşılanabilir. Fakat İslam iddiası olanların kardeşlerinin yardım isteklerine bu tür bahaneler üretmesi hiçte normal bir şey değildir. Çünkü böylesi bir yardım talebine zamanım yok demek aslında “önceliğim bu değil” demektir. Bizlerin acaba kardeşlerimize zaman ayırmasından onların dertleri ile ilgilenmekten daha önemli ne gibi işimiz olabilir ki?
Birlikte iş yapma isteklerimizde dile getirilen bu mazeretler bazen çok hafif içi boş mazeretler de olabilmektedir. Bu şunu göstermektedir ki kardeşlerimiz iman ettiklerini söyledikleri İslam dininin mazeret kavramı üzerinden değil de kendi mazeret anlayışları üzerinden hareket etmektedirler.
Burada kardeşlerimiz ile olan ilişkilerde kendimizce haklı gibi gördüğümüz mazeretlere yüklediğimiz manalara dikkat etmeliyiz. Gerçekte bizlerin mazeret olarak gördüğümüz şeyler belki de Allah katında mazeret olarak kabul görülmüyordur.
Mesela bir ortama çağrıldığınızda bugün çok yorgunum diyerek bu çağrıyı geri çevirmek sizce haklı bir mazeret midir? Ya da bugün moralinizin bozulduğunu kendinizi iyi hissetmediğinizi söylemeniz bir mazeret midir? Kardeşleriniz sizlerden kendi ihtiyaçları için bir şeyler istediğinde istemiş olduğu şeyin kendiniz içinde gerekli olduğunu söyleyip kardeşinizin ihtiyacını öncelememeniz sizce doğru bir mazeret sayıla bilir mi?
Eğer bu bahanelerimiz gerçekte doğru kabul edilse idi herhalde hayatımızda kendi yerimize kardeşlerimizi tercih etme kavramı hiçbir zaman olmazdı. Bir Müslüman kendisinden önce kardeşinin mutluluğunu onun rahatını düşünmelidir. Bu İslam’ın temel değerlerinden biridir.
Çünkü İslam’ın ilk muhatapları sıkıntıya düşen kardeşleri için hep bu tarz davranışlar sergilemişlerdir.
Bu konuya Haşr Suresi 9. ayeti örnek verebiliriz. Bu ayette Müslümanların ihtiyacı olan kardeşlerine davranış şekilleri anlatılmaktadır.
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa işte onlar felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr- 9)
Yüce Allah bizlere bir vakıayı bildiriyor. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunursa o kişinin kurtuluşa ereceğini haber veriyor. Tabi bunun nasıl olacağını da açıklıyor. Kendileri ihtiyaç sahibi olsa bile kardeşlerini kendi öz nefislerine tercih ederek ilk önce bu kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılarlar işte böyle yapan Müslümanlar nefislerinin cimri ve bencil tutkularından korunmuş Müslümanlardır.
Burada hemen şu aklımıza gelebilir. Zamanımızda ihtiyaç sahibi kardeşlerimizi hiç aklına bile getirmeyen Müslümanlar acaba kendilerini nasıl tanımlıyorlar. Aslında birçoğumuz bu durumdan habersiziz. Bizlerde İslam’ı algılama biçimi sürekli konuşarak tartışarak kardeşlerimize karşı üstünlük sağlamak şeklinde oluyor. Yani ayetlerde geçen ameller, yapıp etmemiz gereken emirler ile ilgili değiliz. Kur’an’da yukarıdaki ayette geçtiği tarzda geçen birçok ayetin yaşamımızda hiçbir etkisi yok. Fakat bizler biriktirdiğimiz bilgiler ile kendimizi diğer kardeşlerimizden daha ayrıcalıklı yerde görebiliyoruz. Bu yüzden de hayatımız içerisinde kardeşlerimizi kendimize tercih edemiyoruz. Ve bu hali ile İslam adına biriktirdiğimiz bilgiler kardeşlerimiz zor anları için bir faydaya dönüşmüyor. Bu bilgileri yaşamımıza aktararak azaltmaya çalışmalıyız.
Aslında kardeşlerimizi kendi öz nefsimize tercih etme noktasındaki böylesi davranışlar hiçbir şekilde bir kayıp değildir. Eğer bizler kardeşlerimizin sıkıntılarını dertlerini sahiplenir onların dert ve sıkıntısını önceler isek bu davranışlarımız mutlaka Yüce Allah tarafından ödüllendirilecektir. O yüzden Allah’ın sözlerine yürekten ve hiçbir şüphe duymadan iman etmeyi öğrenmeliyiz. Ayrıca bu tarz salih amellerimiz bizleri de huzurlu kılacağını da unutmamalıyız.
Yüce Allah diyor ki; “Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden) Halim’dir (cezayı vermekte acele etmeyendir).” (Teğabün- 17)
Allah’a güzel bir borç vermek yapacağımız iyiliklerin karşılığını beklememek demektir. Ve kardeşlerimize karşı yaptığımız iyilikler de eğer tıpkı bunu Allah’a borç veriyormuş gibi yapar isek bu amelimizi ve yahut da kazancımızı Yüce Allah kat kat artıracağını söylüyor. Bu ayette geçen sözlere gerçekten de iman etmek gerekiyor. Bizler mutlaka özverili, inatçı ve fedakâr bir ahlakı kendi benliklerimize yerleştirmeliyiz. Zaten içimize yerleştirilmiş bir bencillik, cimrilik duygusu var. Bu negatif özelliklerimizi üzerimizden atmak için çok çaba sarf etmek zorundayız. Bunun içinde kardeşlerimizin istekleri noktasından geçersiz mazeretler üretmekten sakınmalıyız. Dile getirilen tüm istekleri önce kendi ihtiyaçlarımızı düşünüp sonrasında arta kalan kısmında kardeşlerimize olumlu yanıt verme alışkanlığımızdan vaz geçmeliyiz. Çünkü bizlerin kurtuluşu kardeşlerimizi kendi öz nefislerimize tercih etmemizle alakalıdır. Verdiğimiz cevapların sağlamasını yapmalı çok basit mazeretler öne sürmekten kaçınmalıyız.
Üstelik böylesi rahat bir ortamda bu kadar hafif davranışlar sergileyen kardeşlerimizin daha sıkıntılı imtihanları olacaktır ve buralarda ki sınavlarını geçmeleri çok zor olacaktır.
Bakın vahye ilk muhatap olan müminler yaşantılarının bir safhasında nasıl bir imtihana tabi tutulmuşlar ve neler yapmışlar. Ve nasıl bir imana sahipler.
“Onlar, öyle bir îmana sahiptiler ki, karşılarına çıkan engel ne olursa olsun onları hedeflerinden alıkoyamazdı. Harp sahalarında mücadele verirken, bazen karşılarına kardeşleri, bazen da öz baba ve amcaları çıktı ama, insanı felç edecek bu kabil tablolar karşısında sahâbe tereddüt etmeden kendisine verilen emri yerine getirdi ve gösterilen hedefe yürüdü.
Bedir’de Hz. Ali atını ileri sürdüğü vakit kardeşi Akil’i karşısında gördü. Hz. Ebu Bekir oğlu Abdurrahman’ı, Hz. Ömer de dayısı Âs b. Hişâm’ı karşısında gördü. En müthişi de Ebu Ubeyde idi. O ise, babası Cerrah ile karşılaştı. O, babasından kaçtıkça babası da hışımla onu takip ediyordu. Nihayet babasıyla çarpışmak zorunda kalınca da: “Al Allah aşkına!” deyip onu yere indirmesini bildi.” (İbn Hacer, 2:252-253)
Bu satırları okuyan kardeşlerimiz kendi bulundukları yerlerdeki kardeşleri noktasındaki tercihlerine bir göz atmalılar. Görüyoruz ki bizler böylesi imtihanlara henüz hazır değiliz. Çünkü birbirlerimizi akrabalarımız olsun çevremizdeki farklı kimseler olsun onlardan farklı bir yere koyamıyoruz. O yüzden de başkalarına sunduğumuz aynı tarz mazeretleri kardeşlerimize de sunabiliyoruz. Kardeşlerimiz bizler için İslam’a sırt çevirmiş anne babalarımız ya da kan bağı olan kardeşlerimizden önde gelmiyor. Halbuki vahyin ilk muhatabı olanlar Peygamberlerinden (S) Allah’ın şu emirlerini dinliyorlardı.
“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz oymak ya da boy, kazanıp (biriktirdiğiniz) mallar, kötüye gitmesinden kaygılandığınız ticaret, hoşlandığınız konutlar size Allah’tan ve O’nun Elçisi’nden ve O’nun yolunda kavga vermekten daha gönül bağlayıcı geliyorsa, bekleyin o zaman Allah iradesini açığa vuruncaya kadar; Ve [bilin ki,] Allah, günaha gömülüp gitmiş bir topluluğa asla hidayet etmez.” (Tevbe–24)
O dönem işte böylesi çetin imtihanlardan geçilmiş. İnşallah şuan için bu halimiz ile bizler böylesi sınavlara tabi tutulmayız. Fakat bugünler gelmezden önce bizlerin doğru kardeşlik bilincini kalplerimize yerleştirmemiz gerekmektedir. Sürekli okuyup durduğumuz bu ve benzeri bilgileri artık hayatımızda yaşanır kılmaya çalışmalıyız. Yani bu duyguları nefsimize yerleştirmeliyiz. İnşallah bu bizlerin fedakâr, inatçı ve özverili bir imana sahip olmamızı sağlayacaktır.
Dipnot
Üç arkadaş sohbet ediyorlar. Sohbetin arasında kardeşlerden birisinin acilen bir şeye ihtiyacı oluyor. Kendisine bisiklet lazım oluyor. İlerde gördüğü arkadaşından bisikletini istiyor. Belli ki arkadaşı bisikletini vermek istemiyor. Elbette ki önceliği de bu arkadaşının sorunu değil. Hemen bir mazeret sunuyor.
“Kusura bakmayın vermek isterdim ama bisikletim bozuk yolda kalabilirsiniz.”
Arkadaşından beklemediği bir cevap alan ve hayal kırıklığına uğramışken yanında oturan arkadaşı şöyle bir cevap veriyor.
“Ya arkadaşım bize de gerçekten bozuk bir bisiklet lazımdı şimdi bisikletini verebilir misin?”
Şimdi aynı şaşkınlığı bisikleti olan kişi yaşıyordu. Sonunda ne mi oldu. O kişi bu şaşkınlık ve bulamadığı mazeret sebebiyle ve de arkadaşlarının mazeretine inanmadığını anlaması mahcubiyeti ile bisikletini vermek zorunda kaldı. Tabi bisikleti süren kişiden bisikletin bozuk olduğuna dair bir şey duyulmadı.
Sizler de böylesi isteksiz cevap veren kardeşlerinize benzer cevaplar verebilirsiniz. Tabi kardeşiniz mazeretleri ortadan kalktığında hala uygun bir davranış sergilemeye razı olmamışsa sizden uzaklaşacaktır. Bunu göze alabiliyorsanız böylesi cevaplar da verebilirsiniz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *