Yapmamız gereken Nuh’un yanında olup olmama konusunda doğru karar vermektir. Bir arada her iki kesimi de idare etme alışkanlıklarımızdan vazgeçmeyi göze alabilmeliyiz.
Kur’an’da bahsi geçen Hz. Nuh’un toplumuyla ilgili serzenişine kulak verelim:
[Ve bir zaman sonra, Nûh] “Ey Rabbim!” dedi, “Ben halkıma gece gündüz çağrıda bulunuyorum. Fakat bu çağrım onları yalnızca [Senden] daha da uzaklaştırdı.” (Nuh 5-6)
Hz. Nuh’un mesajı ilettiği toplumun önderlerinin statü sahibi, büyüklenen, zengin bir sınıf olduğu anlaşılıyor. Hz. Nuh’un ilettiği mesajın kendilerinin statüleri için bir tehdit oluşturacağını anlamış olsalar gerek ki, Allah’a kul olmaya davet edildiklerinde bu sözleri işitmemek için parmaklarıyla kulaklarını tıkıyorlar.
“Ve doğrusu, onlara bağışlayıcılığını göstereceğin ümidiyle ne zaman çağrıda bulunduysam parmaklarını kulaklarına tıkadılar” (Nuh 7)
Bu sözleri dikkate almıyorlar. Rahatsızlık duyuyorlar ve bunu belli de ediyorlar.
Diyorlar ki:
“Kavminden hakkı kabule yanaşmayanların ileri gelenleri: ‘Biz senin kişiliğinde bizim gibi ölümlü bir insandan başka bir şey görmüyoruz’ dediler, ‘Üstelik, hemen ilk bakışta, içimizde, aşağı tabakadan birtakım (dar görüşlü) insanların dışında kimsenin seni izlediğini de görmüyoruz; dolayısıyla, bize karşı bir üstünlüğünüz olduğu görüşünde değiliz; tersine, yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz!” (Hud 27)
İlk itirazların Nuh’un mesajına kulak veren yol arkadaşlarına olduğunu görüyoruz. Fakirler, toplumda herhangi bir statüleri yok. Tabii ki bu iki kesim arasında hak-batıl mücadelesinin olması da kaçınılmazdır. Bu zümre istiyor ki zenginliklerine dokunulmasın, fakirler üzerindeki otoriteleri devam etsin. Bu yığınlar kendilerinin belirledikleri gündemi yaşasınlar, kaygı ve korku arasında bocalasınlar… Böylelikle onların alın terleri üzerinden rahat yaşamlarının ve sömürülerinin devamını arzulamaktadırlar.
Nuh’un uyarıcılığıyla karşılaşana kadar bu fakir zümre oluşan bulanık havada doğruyu görememekteydi. Buradaki sahne aslında çok hafife alınacak bir vakıa değil, çoğu zaman hayatımızda karşılaştığımız ve tercihlerimizde hataya düştüğümüz bir durum söz konusudur. Yapmamız gereken kendi gündemlerimizi oluşturmak olmalı.
Toplumlarımızdaki otorite ve güç sahibi, zengin zümreye karşı dik duramamamızı, oluşturdukları gündemlere yenik düşmemizi böylelikle sorgulayabiliriz. Karşımızda çok güçlü bir kamuoyu var ve biz bunlara ancak sınırlı araçlarımızla karşı durmak zorunda kalıyoruz. Çünkü güçlerimizi birleştirecek birlikteliklerde karar veremiyoruz. Onların oluşturduğu gündemlerde kimlik mücadelesi vermek durumundayız. O yüzden uyarıcılarımızın mesajlarını duyduğumuzda parmaklarımızla kulaklarımızı tıkayacağız. Aşağı tabakadan, fakir, hiçbir şeye sahip olmayan kimselerin bulunduğu bu meclisin doğruluğunu da sorgulayabiliriz, tercih bizim, ama yine de Hz. Nuh’un tercihine kulak verelim:
“Ey kavmim; üstelik bu mesaj[ı size ulaştırdığım] için sizden bir çıkar da ummuyorum; benim (çabalarımın) karşılığı ancak Allah katındadır. Ayrıca, ben imana erişenleri[n hiç birini] yanımdan kovmayacağım. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklar[ını biliyorlar]; ama size gelince, sizin [doğrudan-eğriden habersiz, yol yordam] bilmez bir topluluk olduğunuzu görüyorum! Hem, ey kavmim, eğer onları yanımdan kovarsam söyleyin, Allah’a karşı kim korur, kim savunur beni? Bunu hiç aklınıza getirmiyor musunuz?” (Hud 29-30)
Sanıyorum iman iddiasında olan bizler için çok güzel bir cevap. “Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklarını biliyorlar.”
Eğer onları yanımdan kovarsam söyleyin, Allah’a karşı kim korur, kim savunur beni? İman etmenin, Allah’ı dikkate almanın çok güzel bir tanımı da yapılmış. Onca güce, kuvvete, otorite ve statüye sahip bir topluluk karşısında elimizde hiçbir şeyimiz olmasa da onlara karşı durmak, Allah’a döneceğimiz bilincini kuşanmak, asıl gücün O’nun elinde olduğunu bilmek ve yalnız Allah’tan korkmak…
Öyleyse kardeşlerimizin güçsüzlüklerine burun bükmeden, Nuh’un gemisine binmek için gerekli azığımızı kazanma endişesi duymalıyız. Ötekilerin süslü dünyaları, rahat yaşamları, güç ve otoriteleri karşısında erimemeliyiz. Unutmamalıyız ki, bu ikinci dünyamız ve diğer dünyamız tufanla beraber yok olup gitti. Tercihimizi kendilerinden yana yaptığımız, büyüklenen, zengin zümre de tufanla birlikte yok oldu. Yani bizler o dönemde Nuh’un horlanan, insan yerine koyulmayan, fakir, mazlum arkadaşlarının torunlarıyız.
Nereden geldiğimiz bilinci ile atalarımızın yolunu sürdürmek için çaba göstermeli, aslımızı unutmamalıyız. Onlar şehirlerinin bir tufanla yok olacaklarına inanmayan binlerce insana ve gerçeği görmelerini engelleyen kamuoyuna rağmen Nuh’un Rabbinin sözlerine inanmışlar ve ödül olarak da Nuh’un yol göstericiliğinde gemiye binip tufandan kurtulmuşlardı.
O halde bizler de öte dünyadaki kurtuluşumuz için bulunduğumuz yerlerde demir atan, bizlerin önünde duraklayan Nuh’a kulak vermeliyiz. Bizleri kuşatan zindanlarımızdan kurtulup Nuh’un gemisine binme cesaretini gösterelim, rahat yaşam arzularımızı terk edip bizden olmayanların gündemlerinde kaybolmadan, aşağı tabakadan kardeşlerimizle aynı safta yer almamızı teklif eden Nuh’a karşı müşriklerin gösterdiği davranışları göstermeyelim. Ve inatla O’nun safında yer alalım.
Çıplak uyarıcılarımızı hayatımıza misafir edip dinlemeliyiz, kayba uğrayacağımız tek nokta bu dünyada kurtuluş biletimiz olan, Nuh’un semtlerimize, yanı başımıza demir atan Gemisine/ilahi mesajına kulak vermeyip sahte Nuh’ların çürük gemileriyle yok oluşumuza doğru yelken açmış olmamız ya da uykuya daldığımız sahte dünyamızdan uyanamayıp gemiye yetişememe ihtimalimizdir. Ya hiç farkına bile varamamışsak Nuh’un, öylece geçip gitmişse yanı başımızdan?
İşte bu yüzden Nuh’u fark edebilmek istiyorsak tercihlerini güçlüden yana kullanan, hidayetten yüz çeviren kişilerin adımlarını takip etmeyelim. Hidayet kendilerine geldikten sonra Nuh’un gemisine binmeyen, tercihlerini haklıdan değil de güçlüden yana kullanan, dünyadaki rahat yaşama aldanan, tufanın gelmesinden habersiz bu insanların sonları ebediyen yok oluştur. Gerçekte kazançlı olduklarını düşündükleri tercihleri zavallılıklarının işaretidir. Rabbimiz diyor ki:
“Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.” (Nisa 115)
İnşallah Rabbimiz yukarıdaki sondan bizleri korur. Bizlerin yanına uğrayan Nuh’un gemisini fark edebilir, onun mesajlarına kulak verebiliriz, geçici olana aldanmaksızın asıl gücün Allah’ın elinde olduğunu anlayabiliriz.
Yapmamız gereken Nuh’un yanında olup olmama konusunda doğru karar vermektir. Bir arada her iki kesimi de idare etme alışkanlıklarımızdan vazgeçmeyi göze alabilmeliyiz. Hiç olmazsa vahye ters düşmeyen alternatifler üretmeyi göze alalım. Böylelikle toplumsal tufanın belirtilerini gördükçe Hz. Nuh kararlılığı ile gemi inşaatını sürdürelim ve bu çabamızdan asla vazgeçmeyelim.
Unutmayalım ki bundan sonra çok daha zor bir görevle karşı karşıya kalacağız. Öyle ki Hz. Nuh’un bir peygamber olarak oğlunu gemiye binmeye ikna edemeyişi bu görevin zorluğunu bizler için göz önüne sermektedir. Çünkü aynı teklifi bizlerde çocuklarımıza götüreceğiz. Umulur ki bizler çocuklarımızı Hz. Nuh patentli gemilere binmeye ikna edebiliriz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *