1954’te bağımsızlık için Cezayir’de bir araya gelenler, 1962’de kaybettiklerini elde etmek için 57 yıldır mücadele ediyor. Cezayir’de toplumsal muhalefetin adı “özgür bir Cezayir için toplumsal uzlaşı”.
Dünün Cezayir’i
Ali Maskan – İstanbul
1 Kasım 1954’te Cezayir’de bağımsızlık savaşı başladığında, hiç kimse sürecin ne zaman ve nasıl sonuçlanacağını tahmin edemiyordu. Zira bir tarafta ülkelerinde bağımsız bir şekilde yaşamak isteyen Cezayirliler, diğer tarafta ise anavatanının deniz ötesi parçasını korumak zorunda olan Fransa vardı. Esasında her iki taraf da anavatanı için mücadeleye girişmişti.
Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) birbirinden farklı siyasal ve toplumsal grupları ülkenin bağımsızlığını kazanma yönünde organize ederek bir halk hareketi başlattı. Bu hareketin içinde sosyalistler, laikler, İslamcılar ve liberaller başta olmak üzere hemen her grup yer almaktaydı. Aslında hareketin başlangıcında ve ruhunda (Batı medeniyetinden ziyade) sömürgeciliğe karşı verilen bir mücadele vardı. Yani bunca farklı grubu bir araya getirmek suretiyle onlara bir ulus olarak hareket etme kabiliyeti veren ruh “bağımsızlıktı”.
Devrim sürecinde Cezayir elitinin yoğun bir şekilde parçalanmış karakteri, Cezayir’in bağımsızlık sonrası siyasal evriminin açıklanmasında da bize çok büyük ipuçları verecektir. FLN’nin mevcut ideolojik yapıyı, etkili bir siyasal iletişim sistemine dönüştürmedeki başarısızlığı, kadrolar arasındaki birlik ve beraberliği tesis etmekteki yetersizliği, toplumsal mutabakatın oluşmasındaki en büyük engellerdi.
Ülkenin ilk devlet başkanı Bin Bella, kısa zaman içinde FLN içindeki (muhafazakârlar başta olmak üzere) birçok grubun tasfiyesini gerçekleştirdi. Kendisine rakip olabilecek bütün üst düzey yöneticileri, hatta bağımsızlık savaşında omuz omuza mücadele ettiği Ferhat Abbas, Ait Ahmet, Belkasım Kerim gibi dostlarını bile bir kenara atmaktan çekinmedi.
Bu siyasi karışıklık ve toplumsal huzursuzluk ortamında, Bin Bella’nın Bumedyen’in yakın arkadaşı Buteflika’yı tasfiye etmek istemesi bardağı taşıran son damla oldu ve Bumedyen 19 Haziran 1965’te 26 kişilik bir Devrim Konseyi’yle gerçekleştirdiği askeri darbeyle yönetimi ele geçirdi.
1971 sonlarında Bumedyen’in “sosyalist devrim” olarak başlattığı lakin 1962 ruhuyla uyuşmayan sosyal reformlar, ülkede İslami söyleme sahip muhalefetin güçlenmesine neden oldu. Meşruiyeti zayıflayan Bumedyen kendini bir anda Bin Bella’nın 1964’teki ortamında buldu.
Cezayir halkı 1980’li yılların ortasından itibaren yaşadığı derin toplumsal memnuniyetsizliğin ve kötülüklerin nedenini 1954’teki bağımsızlık ruhuna yapılan ihanete bağlıyordu. İslami Selamet Cephesi’ni (FIS) ortaya çıkaran güç, bu ihaneti “başlangıçtaki İslami ideallere yeniden döndürmek” isteyen halk iradesinden kaynaklanıyordu. 1988 yılında Cezayir’de çok partili hayata geçildiğinde parti olarak kurulan FIS’in genel ve yerel seçimlerdeki başarısı ordunun yönetime el koymasına neden oldu.
Esasında FIS’in Cezayir’deki seçmen desteği sadece kendini davaya adamış sağlam bir yandaşlar çekirdeğine sahip oluşundan değil, yönetim karşısındaki tek seçenek olmasından kaynaklanıyordu. O yüzden de gördükleri destek, İslamcı bir gündeme oy verenler olduğu kadar, oyunu hükümete karşı kullanmak isteyenleri de kapsamıştı. Siyasal sistem farklı partilerin kurulmasına katkı sağlamış olsaydı, FIS’in muhalif seçmenlerin oyuna sahip olma tekelini zayıflatabilirdi.
Bugünün Cezayir’i
1999 yılında Liamin Zerval’in istifasının ardından yapılan seçimlerde ordunun desteğini alarak iktidara gelen Abdülaziz Buteflika, aynı yıl ve akabinde çıkardığı yasalarla silahlarını bırakan ve bir olaya karışmayan İslamcıların affedilmesini sağlayarak önemli bir toplumsal uzlaşıya imza attı. Cumhurbaşkanlığını dört dönemdir yürüten Buteflika 2013 yılında geçirdiği felç nedeniyle ülkesini hasta yatağından yönetmek zorunda kaldı.
Buteflika’nın beşinci dönem aday olacağı yönündeki haberler üzerine muhalif gruplar ülke genelinde protesto eylemlerine başladı. Siyasi ve toplumsal ortamın daha fazla gerilmesini istemeyen cumhurbaşkanı, seçim tarihinin ertelendiği ve bir daha aday olmayacağı yönünde açıklama yaptı.
Buteflika 20 yıllık iktidarı boyunca ülkesini ordu, istihbarat ve uluslararası güçler arasındaki dengelere dikkat etmek suretiyle yönetti. Hasta yatağında olmasına rağmen görevini bırakmaması, aslında kendi iradesinin dışındaydı ve ülkeyi yöneten ulusal ve uluslararası güçlerin iradesinden kaynaklanıyordu. Şayet hastalığı bir sorun olarak görülse ve yerine geçirilebilecek bir isim üzerinde anlaşılmış olsaydı, şu ana kadar bu görevi bırakmış olurdu.
Şadli Bin Cedid döneminde, daha önce Fransızlar için çalışan bir grup askerin generalliğe kadar yükselmesiyle oluşan askeri otorite, bürokrasi içindeki Fransa yakınlığıyla bilinen elit kesimle güç birliği yapmıştı. Bu ekip, halihazırda ülkedeki Fransız kültürünün de baskınlığıyla, sonraki yıllarda da etkinliğini koruyarak Cezayir siyasi hayatına yön vermeye devam etti.
Zamanında “Abdulkader El Mali” kod adıyla istihbarat subaylığı yapan Buteflika’nın, 1990 yılında göreve başlayan istihbarat başkanı General Tevfik’i Eylül 2015’te görevden alması, 2004 seçimlerinden sonra görevden aldığı Genelkurmay Başkanı Muhammed el-Ammari’nin yerine atadığı Ahmed Gaid Salah ile yakın ilişkiler içinde olması, ordu-istihbarat dengesinde bir tercih yaptığının göstergesiydi. Bu güç dengesi, istihbarat içindeki silahlı operasyon biriminin Genelkurmay Başkanlığı’na bağlanması ve istihbaratın birçok yetkisinin Genelkurmay’a devredilmesiyle kendini daha net bir şekilde ortaya koymuştu.
Geldiğimiz aşamada seçimlerin ertelenmesi olumsuz bir gelişme olarak görülse de, Buteflika’nın bir daha aday olmayacağını açıklaması muhalefeti rahatlattı. Ancak seçimlerde ortaya çıkacak adayların kimliği ve kimi temsil ettiği hususu, Cezayir’in gelecek yıllarını belirleyecek en önemli husustur. Cumhurbaşkanı halk tarafından mı seçilecek, yoksa ordu ve ülke dışı güçler tarafından mı seçilecek? Cezayir’de gelecek yıllardaki toplumsal olayların belirleyicisi bu olacaktır.
Yarının Cezayir’i
Cezayir siyasi tarihini dikkate alarak aşağıda özetlemeye çalıştığımız hususlar çerçevesinde, Cezayir’in bundan sonraki siyasi ve toplumsal yönelimini kestirebiliriz:
Fransızlar Cezayir’deki 132 yıllık sömürge döneminde kendi kültürlerini halkın zihnine ve hayatına yerleştirmeyi başardılar. Cezayirliler bağımsızlıktan sonra bile Fransızca konuştukları ve bu kültür kodlarıyla düşündükleri için bu ülkeyle reelde hiçbir sorun yaşamadılar.
FLN farklı değerlerin bir bileşeni olarak ortaya çıkmasına rağmen, bağımsızlıktan sonra bu farklı değerlere sahip kesimleri kolayca tasfiye edip iktidarı ele geçirdi ve tek parti iktidarı kurdu. Yeni sömürgecilik konsepti içinde, bağımsızlıktan sonra Fransızlar, Cezayir’de FLN elitleri ve ordu üzerinden yeni bir tahakküm oluşturdular. Ülke zengin yeraltı kaynaklarına sahip olmasına rağmen, Cezayir hükümetleri müstakil bir milli ekonomik yapı ortaya çıkaramadı. Siyasi ve ekonomik iktidar küçük bir elit grubun elinde oldu.
Siyasi İslam veya başka muhalif düşünceler bu iktidar şeklinin değişebileceği umuduyla halk içinden destek buldu. Halkın arzu ettiği tek şey, ülkenin reel ekonomik refahından daha fazla pay alabilme düşüncesiydi. Bu itibarla, muhalif siyasi hareketlerin temeli ideolojik değildi.
Bütün bunlar yaşanırken Fransa, ülkeyi rahatça kontrol edebileceği bir iktidar yapılanmasının etkinliğini korumayı ihmal etmedi.
Cezayir’de halkın 1962 yılından bu yana siyasi iktidarla bir güç mücadelesi içinde olduğu yadsınamaz bir gerçek. Halkın arzu ettiği şey, sömürgecilik sonrasında ortaya çıkan emperyalizm boyunduruğundan kurtulmaktı. Halk bu düşüncesini ortaya koyabilmek adına, bugüne kadar muhalif olarak çıkan bütün gruplara destek vermekten çekinmedi. Burada dikkat edilmesi gereken temel husus, muhalif gruplarda kendini gösteren halk iradesinin ne Fransız kültürüne ne de uluslararası sisteme entegre olma konularına bir düşmanlık duymasıdır. Sadece oligarkların güçlü olduğu bir yönetim şeklinin sonlandırılması arzu edilmektedir.
Bundan sonra iktidara gelecek kişi, bu yapılanmaya son vermediği veya etkinliğini zayıflatmadığı sürece, Cezayir’de sokağa taşan muhalif hareketler varlığını uzun yıllar sürdürecektir. Bu nedenle, bugün kimin iktidara geleceğinden ziyade, kimin ekonomik ve siyasi reformlar uygulayacağının sorgulanması gereklidir. Bu yapılmadığı sürece, iktidara kim gelirse gelsin, sistemde değişen tek şey liderin ismi olacaktır.
Cezayir Genelkurmay Başkanı Ahmed Gaid Salah’ın anayasanın 102. maddesinin yürürlüğe konularak Cezayir Millet Konseyi Başkanı’nın ülkeyi seçime götürmek üzere 45 gün boyunca devlet başkanlığı görevini üstlenmesi gerektiğini ifade etmesi muhalefet tarafından memnuniyetle karşılandı.
Buteflika tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na getirilen ve aynı zamanda Savunma Bakan Yardımcılığı’nı da yapan Salah’ın böyle bir açıklama yapması, mevcut seçimlerde sürpriz bir isimle karşılaşılmayacağının bir işaretidir. Zira yönetimin en güçlü simalarından olan Genelkurmay Başkanı’nın yapmak istediği şey, halkın iradesine duyulan saygıyı ifade etmek suretiyle, iktidar elitinin gerekli mesajları aldığını kamuoyuna duyurmaktır. Ancak bu açıklama, aynı zamanda yeni cumhurbaşkanının (bugüne kadar olduğu gibi) eski bir FLN mensubu olmayacağı anlamına da gelebilir. Zira iktidar eliti, değişen dünya şartlarına ayak uydurma zorunluluğu nedeniyle, bir süredir yeni bir nesli yetiştirmeyi de ihmal etmedi. Cezayir’deki halk muhalefetinin ciddiyeti dikkate alındığında, halk taraftarı genç bir ismin de sürpriz yapabileceğini düşünebiliriz. Salah’ın bu açıklamasını, mevcut iktidar yapısının, halk iradesini dikkate alarak devam edeceği şeklinde okuyabiliriz.
Halk Cezayir’de 1954 ruhunu yakaladığında ve milli ekonomik reformların gerçekleştiğini gördüğünde, muhalefetini partiler aracılığıyla yapmaya başlayacaktır. Cezayir bu sürecin içine girmiştir.
[“Korsanlıktan Siyasal İslam’a: Cezayir’de Sosyal ve Toplumsal Değişim” kitabının yazarı olan Ali Maskan çalışmalarını sömürgecilik ve Afrika alanında sürdürmektedir]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *