İman amelden ayrı değildir. Bir kişinin inancı yapıp ettiği hal ve hareketleri ile doğru orantılıdır.
Kelile ve Dimne hikâyeleri Doğu edebiyatının en önemli tanınmış yapıtlarındandır.
Yedinci Bölüm, “Der-Fevâ‟id-i Hazm u Tedbîr” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde kedi ve fare diye bir hikâye anlatılmaktadır.
İlginç bir hikâye…
Berda‟ meşeliğinde bir fare yüce bir ağacın altında yuva yapmıştır. Bu yöre aynı zamanda pek çok avcının av sahasıdır. Bir gün bu ağacın yakınına kurulan bir tuzağa bir kedi yakalanır. Bu durumu gören fare, avcıya binlerce kez hayır dualar eder. Ancak birden bir ağacın dalında bir şahinin kendisini avlamak için fırsat kolladığını, fakat kedinin varlığından dolayı kendisine yaklaşmayıp hazırda beklediğini görür. Öte yandan başka bir köşede de fare etini çok seven bir sansar da fareyi gözlemekte, o da kedinin varlığından dolayı yanaşamamaktadır. Oldukça akıllı olan fare içine düştüğü bu kötü durumdan kurtulmak için kedi ile anlaşmaya karar verir. Kediye, “sen kötü bir tuzağa yakalanmışsın, ben de düşmanlarla çevrildim. Eğer beni bu düşmanlardan korursan ben de seni bu tuzaktan kurtarabilirim.” der. Farenin bu teklifini kedi büyük bir memnuniyetle kabul eder. Fare ile kedi birbirine yanaşınca şahin ve sansar fareden ümitlerini keserek oradan ayrılır. Bunun üzerine fare verdiği söz üzerine kedinin iplerini kesmeye başlar. Ancak kediye de güvenmediği için ipleri yavaş yavaş kesmektedir. Derken avcı uzaktan görünür. Avcı iyice yaklaştığında fare kedinin iplerini tamamen keser. Kedi can korkusuyla oradan hemen uzaklaşır, fare de hemen yuvasına girer. Kedi farenin bu iyiliği karşısında artık dost olabileceklerini söylemesine karşılık fare bunu kabul etmez ve kediye veda edip yuvasına girer.
Yalnız bazı farklı rivayetlerde fare kedi ile anlaşırken kedinin kendisini dili ile yalayarak sevmesini, böylelikle şahin ve sansara karşı samimi bir görüntü vermesini istemektedir. Tabi bu oldukça zor bir şeydir. En azından yaratıcı onları birbirlerini sevsin diye değil biri korunsun diğeri onu avlasın diye yaratmış. Yani böylesi bir sevgi onların yaratılış fıtratına ters bir durumdur. Ve bu gerçekten sevgiye dönüşür ise bu durumda doğadaki dengenin bozulması da söz konudur. Öyle ki fareli köyün kavalcısına ihtiyaç bile gerekebilir.
Peki, bizler İslami yaşantılarını örnek aldığınız kimselerin bağlı olduğu ayaklarını görebilir miyiz? Göremeyiz çünkü bizler farenin durumunda değiliz. Gerçekten fare gibi ölümle hayat arasında kaldığımız an gibi düşünemiyoruz. Ve içtenlikle gerçek olanı aramıyoruz. Şahin ve sansar gibi olayları uzaktan izliyoruz. O yüzden de sevgi beslediğimiz kimselerin ayaklarındaki bağları hiçbir zaman göremiyoruz. Ve böylesi ayak bağları böylesi bakış açıları ile kesinlikle görülecek açıklıkta değildir. Tıpkı hikâyedeki kedi ile farenin anlamsız ilişkilerinde geçtiği gibi bizler böylesi kişileri kabul ettikleri inançlarına ters hareketlerde, eylem ve fiillerde bulunduklarında anlayabiliriz. Bir dönem doğruları söyleyen böylesi kişilerin bir dönem sonunda neden inandıkları değerlerin tam tersi söylemleri dillendirdiklerini böylelikle daha iyi anlayabiliriz. Çünkü dolaşa geldikleri karmaşık, bilmedikleri bir ormanda belli ki bir tuzağa yakalanmışlar. Ve böylelikle hiçte ilişki içerisinde bulunmamaları gereken kimseler ile dostluk ilişkilerine girmişler. Dikkatli bir kimse bu kimselerin aslında çeşitli yerlerinden bağlı olduklarını anlayabilir. Çünkü hiç kimse bağlısı olduğu değerler zincirinin dışında bir söylem söylemez. Bu olsa olsa işin görülmeyen kısmında yapıp ettiği şeylerle alakalıdır.
Bence kedi hayatta kalmak adına bunu yapmamalıydı. Çünkü Musa ile yarışa giren sihirbazlar Firavun’un ölüm tehditleri karşısında inanç ve değerlerini korumuşlar ve ölmeye razı olmuşlardır. Böylesi takva sahibi kimselerin bir takım çıkarları ya da hayatlarının bağışlanması adına Allah’a ve kendi değerlere sırt çeviren ve kendileri ile mücadele eden kimseler ile dostane ilişkilere girmesi onun yanında ve tarafında olması söz konusu olmamıştır. O yüzden çevremizdeki herkesten güçlü kalabalığı olan, arkası olan kedilere dikkat edelim. Acaba kriz anlarında ne yapıyorlar. Ayakları bağlandığında nasıl bir pazarlığın içerisine giriyorlar. Gerçekten iman eden bunu da hayatları pahasına ispat eden sihirbazların tavrının aynısını sergileyebiliyorlar mı?
Umarım ki konu anlaşılmıştır. İşi çok da uzatmaya gerek yok. İman amelden ayrı değildir. Bir kişinin inancı yapıp ettiği hal ve hareketleri ile doğru orantılıdır. O yüzden bir kimse inandığını söylediği değerlere ihanet ediyorsa ya da tam tersi bir davranış sergiliyorsa bizler parmağa değil parmağın işaret ettiği yere bakmalıyız.
Tabi her daim gerçek olanı görmeye çalışmamız gerek.
Çünkü “Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte ışığı ve de gelecek treni görür.” (J. Harris)
Göremezseniz trenin altında kalırsınız.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *