Hem Afrika kıtası genelinde hem de Nil havzasında yaşanan son süreç, özellikle Çin’in ekonomik ve siyasi etkinliği, Nil nehrindeki güç dengesini alışılmışın dışına doğru sürüklüyor.
Nil havzası hidropolitiğinde Çin faktörü: Mısır hegemonyasının sonu mu?
Osman Kağan Yücel / İstanbul
Nil nehri havzası Afrika kıtasının kuzeyi ve doğusunun jeopolitiği için arz ettiği önem nedeniyle tarihin seyri içinde çok önemli kırılmalara şahitlik etmiş, siyasi ve ekonomik etkenler bu akış içinde değişkenliklere sebebiyet vermiştir. Dünyanın en uzun nehirlerinden biri olmasının yanında geçtiği coğrafyaya hayat vermesi kadar son yıllarda nüfus artışı, verim kaybı ve azalma, adil su kullanımı gibi sorunlar, Nil havzasındaki barış ve istikrara negatif etkide bulunmanın yanında çevresel güvenliği de tehdit eder hale gelmiştir. Havza en önemli kırılmasını İngiliz koloni yönetimi altında geçirdiği süreçte yaşamış, dekolonizasyonun ardından Mısır hegemonyası ile beraber yeniden şekillenmiştir. Hem Afrika kıtası genelinde hem de Nil havzasında son yaşanan süreç, özellikle Çin’in ekonomik ve siyasi etkinliği, Nil nehrindeki güç dengesini alışılmışın dışına doğru sürüklüyor. Çin’in, Nil havzasındaki hidroelektrik santralleri başta olmak üzere, desteklediği projelerin son dönemde Nil’deki hidropolitiğe etkisi ve Mısır hegemonyasını sarsacak noktaya gelmesi, havzadaki tartışmaların en önde gelenlerinden.
Nil paylaşım sorununun tarihsel arka planı
Afrika’nın doğusunda bulunan Nil nehri, toplamda 11 ülkenin kıyıdaş olduğu dünyanın en önemli sınır aşan suları arasında yer alıyor. Burundi, Mısır, Eritre, Etiyopya, Kenya, Ruanda, Tanzanya, Uganda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Sudan ve Güney Sudan’ın dâhil olduğu ülkelerin kıyıdaş olduğu nehir, Afrika kıtasının en önemli kaynakları arasında. Britanya’nın 1882 yılında Mısır ve Doğu Afrika’da Nil havzasında kurduğu sömürge yönetimi, Nil nehrinden olabildiğince yarar sağlamak için yaptığı teknolojik hamleler ve idari yapı, 100 yılı aşkın süredir havzanın kaderini etkileyen unsurların başında geliyor.
Havzadaki ilk anlaşmazlıklar ve su diplomasisi, Avrupalı sömürge güçlerinin kendi aralarında yaşadıkları rekabetin bir sonucu olarak gelişmiştir. Nil nehrinin günümüze kadar sirayet eden paylaşım sorunu ve hidropolitiğinde bazı önemli anlaşmaların sorunları giderici rolü bulunuyor, fakat diğer yandan günümüzdeki problemlerin nedenini de bu anlaşmalar oluşturuyor. Bunun başlıca sebebi sömürge devletlerinin önceliği kendi çıkarlarını korumaya vermeleridir.
15 Nisan 1891 yılında Britanya’yla İtalya arasında yapılan anlaşma, İtalyanların Nil’in kollarından biri olan Atbara nehri üzerine bir baraj yapmama konusunda garanti vermesini ihtiva ediyordu.
15 Mayıs 1902 anlaşması Britanya ile Etiyopya (Habeşistan) arasında yapılmıştı. Bu anlaşma Nil nehrinin kaynağının büyük bölümünün mansabı [1] olan Etiyopya’yı muhatap alan ilk ve tek mutabakattır. Muhtevası ise Mavi Nil ve Tana gölünde Nil sularını azaltacak herhangi bir çalışma yapılmaması şartıdır.
9 Mayıs 1906 yılında Britanya ile Belçika yönetimi arasında yapılan anlaşma da Nil nehri üzerinde su seviyesini azaltacak herhangi bir çalışma yapılmamasını içermektedir.
13 Kasım 1906 yılında Britanya-İtalya-Fransa arasında varılan anlaşma, Nil nehri ve kollarının regülasyonunu içerdiği gibi birlikte hareket etme, güvenliği sağlama ve Britanya’nın hakimiyetindeki Mısır’ın Nil üzerindeki tarihi haklarına yapılan vurguları öne çıkarmaktadır. Bu anlaşmayla Etiyopya’nın Nil üzerindeki hakları görmezden gelinmiş, Etiyopya bu anlaşmayı tanımadığını açıklamıştır.
1925 yılında Britanya ve İtalya’nın nota teatisine göre Mavi Nil nehrinin tüm su kullanım haklarında öncelik Britanya hakimiyetindeki Mısır ve Sudan’a verilmiştir. Bu teatiye göre Mavi Nil üzerinde su kullanımına zarar verecek veya azaltacak herhangi bir baraj veya faaliyetin yapılmamasında mutabık kalınmıştır.
Bu bağlamda, Nil nehri konusunda yapılan anlaşmaları iki bölüme ayırmak mümkün. 1925 yılına kadar yapılan anlaşmalar daha çok, suyun azalmaması ve tarım sulamalarının zararını önlemek için yapılıyorken, 1929 ve 1959 anlaşmalarıyla Mısır ve Sudan’ın kullanımı yıllık olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda;
1929 anlaşması Mısır’a 48 milyon metreküp, Sudan’a ise 4 milyon metreküp su kullanımı hakkı verilmiştir. Ayrıca bu anlaşmayla Mısır’ın Nil üzerindeki hegemonyasını pekiştirecek bazı haklar da tanındı. Bunlardan öne çıkanı, Nil üzerinde suların azalmasına neden olacak her türlü faaliyet konusunda Mısır’a veto hakkı tanınmasıdır.
1959 yılında bağımsızlığını tam anlamıyla kazanan Mısır ve Sudan, 1929 yılındaki anlaşmayı güncelleyerek su kullanım miktarlarını arttırdı. Mısır 55,5 milyon metreküp, Sudan ise 18,5 milyon metreküp su kullanım miktarına ulaştı. Bu anlaşma ile havzada Nil’e mansaplık eden ve kıyıdaş olan diğer ülkelerin hakları görmezden gelinmiş, özellikle Mısır, Nil suları üzerinde kendi payını azaltacak tüm girişimleri milli güvenliğine aykırı bir gelişme olarak savaş sebebi sayacağını belirtmiştir. Bu anlaşmanın bir diğer odak noktası Mısır’a Asvan, Sudan’a ise Roseires Barajı’nı yapma garantisi vermesidir.
1959’da Mısır ve Sudan arasında yapılan paylaşım henüz Afrika kıtasında bağımsızlık süreçlerinin tamamlanmadığı ve bir oldu-bitti siyasetiyle özellikle Mavi Nil ve Beyaz Nil’in mansap ve kıyıdaş diğer ülkeleri dışlaması çeşitli yollarla itirazlara sebebiyet vermiştir. Tanzanya Cumhurbaşkanı Julius Nyerere, kendi ismiyle bilinen doktrinle bu anlaşmaların sömürge dönemi ürünü olduğunu ve bağımsızlığına kavuşan kıyıdaş ülkeleri bağlamadığını açıklamış, Nil sularının tüm havzayı kapsar şekilde yeniden adil bir şekilde paylaşılması gerektiğini açıklamıştır.
1959’dan sonra Nil Havzası’nda yaşanan gelişmeler, Mısır’ın Nil üzerindeki hegemonyasına gözle görünür bir meydan okumayı içermemektedir. Bu durumu Mısır’ın bölgedeki siyasi, askeri ve ekonomik üstünlüğü ile açıklamak kâfi gelmektedir.
Statükonun sonu: Nil Havzası’nda Çin’in hidrogüç yatırımları
Çin’in küresel güç olarak dünya pazarına açılmasıyla birlikte etkisini hissettirdiği kıtalardan biri de Afrika. Özellikle hidrogüç santralleri, ulaşım, telekomünikasyon gibi alanlarda yatırımlarını yıllar içinde artıran Çin, Nil nehri havzasında 1990’lı yıllardan günümüze yapılan, yapımı devam eden ve yapılması planlanan barajların çoğuna kredi sağlamakta ve devasa müteahhitlik işleri üstlenmekte. Etiyopya, Uganda, Sudan, Kenya gibi ülkelerde halihazırda yapımı tamamlanan ve yapılması planlanan baraj inşaatları ve sulama projelerinde Çin’in devlet ve özel sektör yatırımlarının payı çok büyük. Bu durum ister istemez Nil havzasındaki hidropolitiği etkilemekte, ayrıca kıyıdaş ülkelerin enerji ve temiz su talepleri, mevcut statükoyu alt üst etmektedir.
Mısır’ın Nil nehri üzerindeki projelere karşı tutumu söylem olarak sert olmuş, kendi payının azalması halinde askeri seçenekleri dahi masaya yatırabileceği tehdidinde bulunmuştur. 1979 yılında Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, Camp David Anlaşması sonrasında Mısır’ın artık sadece Nil suları için savaşa girebileceğini belirtmiştir. Mübarek, Mursi ve Sisi dönemlerinde de Nil mevzubahis olduğunda sert söylemlerden kaçınılmamıştır. 1990 yılında Afrika Kalkınma Bankası’ndan Nil projeleri için kredi talep eden Etiyopya, Mısır’ın girişimleri üzerine kredi alamamıştır. 2004 yılında Tanzanya Viktorya gölünden su boru hattı için yaptığı proje nedeniyle Mısır’ın askeri operasyon tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Mısır tüm bu engelleme ve tehditleri 1929 ve 1959 anlaşmalarına dayandırmaktadır.
Nil nehri havzasında hidropolitik değişimin en somut örneği Etiyopya’dır. Etiyopya, artan nüfus ve şehirleşmeyle paralel olarak enerji ve temiz su ihtiyaçlarının büyük bölümünü Nil’den karşılamayı planlamakta fakat var olan anlaşmalar nedeniyle Mısır’la siyasi sürtüşmeler yaşamaktadır. Mısır’ın Nil’deki haklarını gözeten küresel sistem, mansap ve kıyıdaş ülkelerin taleplerini göz ardı etmektedir. Örneğin, 2009 yılında Rönesans barajı için kredi arayan Etiyopya, Dünya Bankası’ndan Mısır’ın veto hakkı sebebiyle olumlu cevap alamamış, kredi için Çin’le anlaşmıştır. Afrika kıtasının en büyük, dünyanın ise yedinci büyük hidrogüç santrali için Çin’le 4 milyar dolarlık kredi anlaşması ve Çin-İtalyan konsorsiyumu tarafından üstlenilen müteahhitlik işleri üzerine anlaşılmıştır. Bu noktada İtalya’nın Afrika’daki güç dengeleri konusunda yeni bir arayış içinde olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Etiyopya’yı büyük bir mali yükün altına soksa da Rönesans Barajı’nın 2019 itibariyle yüzde 60’lık kısmı tamamlanmış durumda. Proje bitiminde ise ülke için önemli bir enerji kaynağı olacağı muhakkak. Baraj, Mısır ve Etiyopya’yı karşı karşıya getirse de, Çin’in garantörlüğü Mısır’ın keskin bir karar almasının önüne geçiyor. Bu noktada Çin’in küresel ve bölgesel nüfuzunun önemli rol oynadığını belirtmek gerekir.
Çin, Etiyopya’da önemli hidrogüç santralleri ve barajların yapımını üstlenmeye devam ediyor. Tekeze, Amerti Neshe, Gilgel Gibe 3 ve 4, Rönesans Barajı gibi projeler Çin’in kamu menşeli uluslararası şirketleri tarafından üstlenilmiştir. Sinohydro Corporation ve China International Water and Electricity Corporation, Gezhouba Water and Power Corporation gibi büyük firmalar bu projelerde öne çıkıyor. Yine altını çizmek gerekir ki, Dünya Bankası, Afrika Kalkınma Bankası, IMF ve AB’nin Mısır’ın çekinceleri nedeniyle reddettiği kredi başvuruları Çin tarafından memnuniyetle karşılanıyor ve Nil havzası ülkeleri büyük borçlar altına giriyorlar. Zira Çin’in Etiyopya’daki garantörlüğü ve kredileri diğer kıyıdaş ülkeleri de cesaretlendirmiş durumda. Afrika Büyük Göller Bölgesi’nde Kenya, Uganda gibi ülkeler sulama ve hidrogüç santralleri için Çin’le ortaklıklar yapmaya başladılar. Uganda hükümeti, Kaduma Barajı için Sinohydro ile 1 milyar dolarlık, Ayago Barajı için 900 milyon dolarlık kredi anlaşması yapmış bulunuyor.
Tüm bu dinamiklerin ve etkenlerin ışığında Nil nehri bağlamındaki hidropolitiğin Mısır’ın aleyhine, diğer kıyıdaş ve mansap ülkelerin lehine işlediği bir gerçektir. Sömürge döneminin hidro-hegemon mirasını yıllar boyunca son hadlerine kadar kullanan Mısır’ın halihazırdaki sistemi devam ettirmesi zor gözüküyor. Çin’in kredi garantörlüğü çerçevesinde Nil havzasındaki gelişmeler bundan sonra nasıl devam edecek, merak konusu. Fakat şu yadsınamaz bir gerçek ki 1929 ve 1959 anlaşmaları Nil nehri paylaşımında gitgide krizlere neden olmakta ve sürdürülebilirliği kısa vadede imkansızlaşmaktadır.
[Hı̇dro-dı̇ploması̇ bağlamında Mısır, Sudan ve Etı̇yopya rekabeti̇ üzerine çalışmalarını sürdüren Osman Kağan Yücel, Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi (AKEM)’de koordinatör yardımcısı olarak görev yapmaktadır]
[1] Mansab: Akarsuların göl veya denizlere açıldığı bölgelerde akarsuyun etkisi altında kalan su ürünleri istihsaline elverişli sahalar.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *