Unutmayalım ki çocuklarına karşı görevini ihmal eden ve bu hayat üzere davranışlarında ısrarcı olan anne ve babalar sonra ileride telafisi mümkün olmayan bir pişmanlıkla karşı karşıya kalabilirler.
Dünyaya ağlayarak geliyoruz. Fakat ağlamak her şeye rağmen var olmak demektir. Ve var olmak bizler için başlı başına bir değerdir.
Aslında her şey göründüğü gibi değil. Bizler olayları ilk görülen yanı ile değil de bizler adına işlevlerine bakarak değerlendirirsek her görüleni kötü farz etmemiş oluruz.
Öyle anlaşılıyor dünyaya ilk gözlerimizi açtığımız bu yeni durum, biraz da can yakıcı olduğu için ağlamaya başlamamıza neden oluyor. Bu bizler adına zahmet çeken annemizi mutlu eden bir olay. Çünkü bu onun için var olduğumuzun da habercisidir.
Artık anne ve babamız bizler için güvenli bir korunak olacaklar. Yeni geldiğimiz bu yeri bizlere onlar tanıtacaklar. Tabi sonsuza kadar ağlamayacağız, gülmeyi de onlar öğretecek bizlere.
Dünyaya gelen her çocuk gibi tabi bizlerde fıtrat üzere doğuyoruz. Bu biraz nötr bir durumdur. İçerimize yerleştirilen inanç kodları olsa da bizleri daha fazla ilk etkileyenler anne ve babamız olacak. İlk inanç bilgilerimizi de onlardan alacağız. Bu bakımdan İslam’a dair şahitliklerini hakkı ile yerine getiren bir ailede gözlerimizi açmış olmak önemli.
Bunun çok güzel örnekleri var.
Seyyid Kutub’un anne ve babası da son derece dindar, takva sahibi insanlardı. Çocuklarının eğitimi ve ruhlarına İslam’ın lezzetini tattırmak için büyük çaba sarf ederlerdi. Seyyid Kutub, babası İbrahim Kutub’un çocuk eğitimindeki hassasiyetine binaen Babam her yemekten sonra ellerini açarak dua eder, biz de hep birlikte amin derdik. O, yüksek sesle Fatiha’yı okurken biz de bilmediğimiz halde mırıldanarak, söylediklerini tekrarlamaya çalışırdık. En çok dikkat ettiği şey bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti. demiş.. Bu hassasiyetlerinin neticesi olarak Seyyid Kutub gibi kardeşleri Muhammed Kutub, Emine ve Hamide Kutub’lar da ilim, takva ve mücadele ruhlu olmalarıyla temayyüz etmişlerdir.
Seyyid Kutub’a dönemin firavunundan af dilemesi halinde kendisini affedileceği hatta kültür müsteşarlığı makamına getirtileceği bildirildiğinde Şehid Muallim şu sarsıcı cevabı verebilmiştir.:
” Eğer Hakk’ın hükmü ile idama mahkûm edilmişsem razıyım karşı gelemem. Yok eğer batılın hükmü ile idama mahkum edilmişsem ondan daha şerefli ve üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan af dileyemem”
Küçükken aldığımız İslam’a ait bilgiler çok önemli. Bizler büyüyünce bu bilgilere geri dönüş yapıp orada bilinçaltımıza yerleşen şeyleri kullanacağız. Böylesi bilgiler gerçekten İslam adına doğru bilgiler ise İslami yaşantımızda tıpkı Seyyid Kutup’ta olduğu gibi net tavırlar göstereceğiz.O yüzden bizlere bir bakıma emanet edilmiş olan çocuklarımıza büyüdüklerinde kullanabilecekleri yol azıklarını bol miktarda vermeye çalışmalıyız.
Unutmayalım ki çocuklarına karşı görevini ihmal eden ve bu hayat üzere davranışlarında ısrarcı olan anne ve babalar sonra ileride telafisi mümkün olmayan bir pişmanlıkla karşı karşıya kalabilirler. Bu bakımdan Mümin anne ve babalar öteki dünyanın var olduğundan kuşkuya kapılmayan kişiler olmalılar. O yüzden de bile bile öteki dünya da kendilerini ve ailelerini ziyana sokmaktan kaçınmalılar.
Yüce Allah diyor ki ;
“Ateşe arz olunurken onların zilletten başlarını öne eğerek, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler sürekli bir azap içindedirler.”(Şura-45)
Öteki dünya da ziyana uğrayan zalimlerin durumuna düşmemek için sürekli okuyup durduğumuz kitabın emirlerini ilk önce ailemizden başlayarak anlatmalı ve yaşanır kılmalıyız. Eğer böyle yapmaz isek Rabb’imizin “Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz” ikazına muhatap oluruz. Ve kıyamet günü kendimizi ve ailemizi o alevli ateşin içine sokmuş oluruz. Eşimiz ve çocuklarımız bizlerin huzur kaynağımızdır. Aramızda birbirlerimize karşı sevgi ve merhamet bağları vardır. Bu bağları oluşturan Yüce Rabbimizdir. Ve bizler ailemizi böylesi bir tehlikeden uzak tutmalıyız.
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için kendi türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”(Rum-21)
Yüce Allah’ın da dediği gibi böylesi bir sevgi ve merhametin yaratılmış olması bizim de düşünmemiz gereken bir durumdur. Hele ki Allah böyle dilemişken bizler ailemiz içerisinde huzurlu olamıyor birbirlerimize sevgi ve merhamet ile yaklaşamıyor isek kendimizi tekrar kontrol etmemiz gerekecektir. Bizler gerçekten kendisini unutan Allah’ın da onları unuttuğu zalimler gibi hal ve hareketlere sahip bir hal ile mi yaşıyoruz yoksa mümine yakışır bir hayatımı yaşamaya çalışıyoruz. Geçmişte İslam’dan yana kabul gösteren birçok kimse çok fazla sıkıntılar yaşadılar. Baskılar ve ölümler inançları üzerinde bir geri dönüş yaşatmadı. Fakat günümüzde durum biraz daha farklılaştı. Müslümanlar artık İslam’ın aslının gerçekte ne olduğu ile ilgili kafa karışıklığı yaşıyorlar. Çok fazla karmaşık şeyleri algılamakta sıkıntı çekiyorlar. Kendileri gibi gördükleri kişiler İslami dil dışında hiç bilmedikleri sözcükler ile konuşuyor.
Fakat ferdi ibadet ve inançlarına baskı olmaması Müslümanların İslami duyarlılığını da engellemiş gibi görünüyor. Ve toplum yeni oluşan bu yaşamı/yaklaşımı İslam zannederek sahipleniyor. Bu işten tabi ki ailelerde nasibi alıyor.
Mesela şuanda Müslüman aileler adına büyük aile görüntüsü tamamen kaybolmuş durumdadır. Yani Müslümanların çocuklarına gösterebilecekleri Müslüman büyükbaba ve Müslüman büyükanneleri yok denilebilecek kadar az sayıdadır. Böylesi bir durum devam eder ise bu ailelerde büyüyen çocuklar Kur’an’da geçen bazı ayetleri anlamakta güçlük çekecekler.
Yüce Allah diyor ki;
“Allah yalnız kendisine kulluk sunmanı ve ana-babana karşı nazik davranmanı kesin hükme bağladı. Eğer ana-babadan biri ya da her ikisi yanında yaşlılık çağına ererlerse, sakın onlara “öf be, bıktım senden” deme, onları azarlama; onlara tatlı ve saygılı sözler söyle. “(İsra-23)
Görüldüğü üzere burada önce Allah’a kulluk sunulması yani şirkten uzak durulması gerektiğini bildiren kesin emirden sonra anne ve babaya karşı Müslüman bir evladın takınması gereken davranışlar anlatılmış. Yalnız Allah’a kul olmuş bir Müslüman bir çocuğun anne ve babasına karşı yapması gereken sorumluluklardan kaçıyor olması düşünülemez.
Fakat buna rağmen günümüz Müslüman aileleri modern şartlara oldukça fazla uyum sağlamışlardır. Ve böylesi büyük aile düşüncesi bu tarz aileler için hoş karşılanmamaya başlamıştır.Bu yukarıdaki ayet ile aslında çelişen bir durumdur. Tam da bu noktada çocukların büyükanne ve büyükbabalarından dinlemeleri gereken onlar ile vakit geçirmeleri gereken zorunlu haller var. Büyükbaba ve büyükannelerden alınan gerçek dini bilgiler çok daha önemlidir. Bu çocuklarımızın sağlıklı gelişimi içinde çok önemlidir.
Kafkas Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Osman Engin, Türkiye’de yeni bir aile modelinin geliştiğini, ailenin önemli üyelerinden olan dede ve ninenin bu aile yapısı içinde yer almadığını söylemiş.
Çocuk gelişimi açısından bakıldığı zaman dede ve nine figürlerinin çocuğun sosyal, psikolojik ve kültürel gelişimde vazgeçilmez bir noktada bulunduğunu ifade eden Engin, ”Dede ve nine modeli, geniş aileden çekirdek aileye geçişte sistemin dışına itildiği zaman önemli bir ekonomik kayba da neden oluyor. Günümüzün çekirdek aile modelinde anne ve baba çalışıyor, çocuk da tek başına kalıyor. Çocuk, 0-6 yaş arasında edinmesi gereken davranışları elde edemiyor ve tamamen yalnızlığa itilmiş oluyor” demiş.
Engin, anne ve babanın mükemmelci, dede ve ninenin ise gelenekselci olduğuna değinerek, şunları kaydetmiş: ”Dede ve ninenin 50-60 yıllık tecrübe bahçesinin kahramanları torunlar. Torun hata yapabilir, hata yapsa da yine o bahçenin kralları ve kraliçeleri. Çocuk dede ve ninesini sığınacağı bir liman şeklinde görüyor. İşte bu yapının çocuğun sosyal, psikolojik ve kültürel yapısının gelişiminde çok önemli etkileri var. Aslında dede ve nine sistemin vazgeçilmez değerlerindendir. Dolayısıyla bu iki önemli figürün aile dışında bırakılmaması gerekiyor.”
Yukarıdaki tespitler çok önemli. Gerçektende bizlerin tevhidi Müslümanlar nezdinde yaşlılığa ermiş Müslüman büyükbaba ve Müslüman büyükannelerimiz çok az. Yani süreç içinde şahitliğimizi koruyarak yaşlanmayı başaramıyoruz. Müslümanlar ancak büyük ailelerini İslam üzere oluşturabilirlerse başarılı olabilirler. O yüzden çocuklarımızın Müslüman dedeleri Müslüman nineleri Müslüman amca ve halaları Müslüman teyze ve dayıları olmalı. İslamı anne ve babalarından dinledikleri gibi böylesi büyük akrabalarının her birinden de dinlemeliler. O zaman bu çocukların İslam’a ait bağlılıklarının da çok sağlam olacak ve gerekliliğini hissettiğimiz psikolojisi sağlam Müslümanlar oluşacaktır.
Gerilere gidip şöyle bir hatırlayın, bizler ailelerimizle ne çok sıkıntılar, tartışmalar, kırılganlıklar, küskünlükler yaşadık. Aile zindanımızı yıkmak için onları kaybetme pahasına çok çabalar sarf ettik. Aynı sorunları çocuklarımız ve bizden sonraki kuşaklar yaşamak zorunda değiller. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi hiç olmazsa onların cahili toplumlar içerisinde yalnız Allah’ı dikkate alarak yaşayabilecekleri akrabaları, Müslüman kardeşleri, toplulukları, mahalleleri oluşsun. Geçmişte yaşadıklarınızı bir düşünün; hiçbir suçunuz yokken birileri sizleri bir yerlere alıp götürüyorlar. Sonra sizleri görmeye anne ve babanız geliyor. Sizi haksız yere alıkoyan bu insanlara ne diyorlardı sizce? Allah için yaptığınız, önemsediğiniz, Allah’ın kabul buyurmasını beklediğiniz davranışlarınız ve İslami yaşantınız için özür diliyor, onların karşısında iki büklüm yalvarıyor, “benim evladım yapmaz böyle bir şey” diyorlar. Peki, ne yapmış bu kimseler? Ne yapmıştık ki bizler? Adam mı öldürmüş, hırsızlık mı yapmışız? Hiç biri değil. Ama siz her şeye rağmen her suçludan daha kötüsünüz ve ailenizde yalvararak sizi kurtarma refleksi gösteriyor. İşte bu bizleri büsbütün yıkan şeyler değil miydi? Peki, her anı dönemleri içerisinde yaşayabilsek, yaşlılarımız da olsa dimdik durabilen, eğilmeyen, vahyi kuşanmış. Müslüman bir anne babamız Müslüman birer büyükbaba ve büyükannemiz olsa.”Metin ol yavrum, Allah sana yeter, biz arkanızdayız” diyebilseler.
Farklı olurdu değil mi?
O yüzden bizler inançlarımızı toplumda yaşanır kılmak istiyorsak ilk iş olarak bu büyük İslam akrabalığımızı oluşturmak zorundayız. Sonrasında diğer Müslüman aileler ile aynı mahallede oturmaya razı olmalıyız. Yani Müslüman komşular edinmeyi bir değer olarak görmeliyiz. Fakat günümüz Müslümanları böylesi bir şeye cesaret edemiyorlar. Bırakın aynı mahalleyi aynı apartmanda bile komşu olmaya razı değiller. Böylesi kimselerin İslam adına kendilerini tekrar kontrol etmeleri gerekir.
Son söz; Allah durumumuzu kendimizde olanı değiştirirsek değiştireceğini söylüyor. O yüzden ailelerimizin hocası olmaya aday olarak işe kendimizden başlamalıyız. Ailemizde İslami bir atmosfer oluşturur dava bilinci verebilirsek bu bizleri mahalle baskısından da koruyacaktır. Sonrasında bu ailelerin gönül rızası ile aynı mahallede oturmaya razı olmaları gerekiyor. Eğer bu kadarını başarabilirsek evlerimizi evlerimizin karşısına inşa edebilirsek bu bizler için en büyük kazanımdır. İnşallah büyük ailemizi kurmada Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *