Kimin öyküsü ne zaman ve nasıl başladı bilmiyorum ama senin öykün, hatıralarını cam bir fanusa hapsettiğin gün başladı…
Geç Kalmadan
Elif İsmailoğlu
derme çatma bir gece örttü üstümü!
güneş gördüğünde dağılan yaslar gibi,
aldım derdimi gidiyorum.
Yoğun bir sis örtmüştü şehrin üzerini. Baktığında hiçbir çirkinliğini göremediğin, yaşanan acıları bilemediğin, kalabalıkların üzerini örten yoğun ve bulanık bir sis perdesi. Yukarıdan baktığında görünmeyenin verdiği huzurla hayallere dalmak seni alıp götürmeliydi çok uzaklara. Belki de en yakınında olan, içinde yaşattığın en güzel an-ı-lara… Isıtmalıydın üşüyen yüreğini düşünürken, sana hatırlattığı ne varsa geçmeliydi gözlerinin önünden, tıpkı bir film şeridi gibi.
Bir varmış, bir yokmuşla başlar hep masallar. Ve fakat nasıl olursa olsun anlatılan, sonu hep mutlu biter masalların. Çıtır çıtır yanan sıcacık bir sobanın hatırlattıkları kalır yalnızca zihninde.
Bu kalanlar bile ömrünün sonuna kadar yeterdi sana, en azından sen öyle düşünüyordun. Zaten devam etmesi gereken, yaşadığını sandığın bir hayatın da vardı senin. Zihnindekiler biraz da hayalle birlikte onun sadece yaşadığını sandığı hayatta sırtını yaslayabileceği, arada kaçıp saklanabileceği minik mutluluklarıydı yalnızca. Bunu bilmek bile sana tatlı bir sükunet veriyordu.
Geriye dönebilsen hiçbir şeyi silip düzeltmek istemediğini daha önceleri bir çok kere söylemiştin zaten. Pek çok şey ister insanoğlu bu soru karşısında halbuki. Fakat her istediğini yaşamak durumunda kaldığında yeniden böyle bir soru bekler, bu sefer de başka pişmanlıklarla doldurur hayatının bir kısmını. Hangi hayatı yaşamak isterse istesin sonuç değişmeyecektir aslında.
Sen böyle bir şansın olmadığını bile bile ne kendine ne de karşındakine yalan söyleme gereği hissetmedin nedense. Seni çözmeye çalışmaktan, çok insan yorulup uzaklaşmıştır etrafından, bazen de seninle tartışmaya girmenin direk yenilgi olduğunu bilip konuşmak bile istememiştir. Sır dolu oluşun hep merak uyandırmıştır etrafında, hem de korkutmuştur insanları. Senden uzak kalmayı yeğlemişlerdir ve sen yalnızlıktan şikayet etmişsindir hep.
Peki ne zaman o şiddetli ve günler süren başağrılarına sahip oldun? Sebepleri belki hatırlayamayacağın kadar çok. Belki de sayamayacağın kadar… Hepimizin bir yerlerde biriktirdiği kadardır en az, öyle değil mi? Seni kavuran, iç yangınlarına terkeden sebepleri düşünmek istememek biraz olsun hafifletecek mi ağrılarını?
Kimin öyküsü ne zaman ve nasıl başladı bilmiyorum ama senin öykün, hatıralarını cam bir fanusa hapsettiğin gün başladı. Her şeyi toz pembe gördüğün o zamanlarda, her zorluğun üstesinden geleceğini hissediyor, müthiş bir gücün olduğunu düşünüyordun. Yaşadığın mutlu anları yazıya dökmeyi seviyor, hüzünlü anlarıysa kolayca atlatabiliyordun, birkaç çizgiyle neye benzediğini senin bile bilmediğin resimlerle. Bazen çok için acısa da birkaç güzel söz içinin yangınlarının soğumasına yetebiliyordu. Geride bıraktıklarının ne halde olduğunu düşünmeden. Sadece nadir zamanlarda aklına gelince bir iç geçirip kapattın gözlerini her şeye.
Boşver artık sen de… Nasıl olsa birçok virane hayat var şu yeryüzünde. Eski yeni yaşanmışlıklar, yüzünde minik de olsa bir tebessüm bırakıyorsa ne mutlu sana, ama yüreciğin sızlıyorsa ve yüzün acıyla karışık bir hüzne bürünüyorsa yapılacak hiçbir şey kalmamıştır artık.
Geç kalmadan, ve hatta daha da çok geç kalmadan geçmişte yaşadıklarını sadece hatırlamakla kalmalı, sonra da bugünkü hayata kaldığın yerden devam etmelisin. En sıkı tutulacak o ipe daha bir sıkı sarılarak üstelik.
Geç olmadan, gün doğmadan…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *