8.8.1991 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde özetlenerek yayımlanan röportajın, yayımlanmayan kısımla birlikte tam metni.
PORTRE ERCÜMEND ÖZKAN
1938’de Mucur’da doğdu. Ankara Üniversitesi’nde Hukuk ve Arap-Fars dilleri eğitimi gördü. 1967, 1983 ve 1985 yıllarında TCK’nun 163. maddesine muhalefet nedeniyle tutuklandı. Toplam 10 yıl 3 ay hapis, 2 yıl gözaltı ve ömür boyu kamu hizmetlerinden yasaklanma cezası aldı. 1960’da İslami Kurtuluş Partisi ile ilişki kurdu. 4 yıla yakın bir süre bu partinin Türkiye sorumluluğunu yaptı. 1981 yılından bu yana İktibas Dergisi’ni çıkarıyor. Halen İslami Parti’nin kuruluş çalışmalarını yürütüyor. Evli ve 5 çocuk babası.
Sertuğ Çiçek/08 Ağustos 1991/Cumhuriyet Gazetesi
ANKARA – Türkiye’de “laik-demokratik rejimi, kitlesel mutabakatla lağvedip İslam devleti kurmayı” hedefleyen İslami Parti’nin kuruluş çalışmaları son aşamaya geldi. Parti kurucularından aylık İktibas Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ercümend Özkan, resmi başvuru için henüz tarih belirlemediklerini bildirerek, “Ancak, kuruluşumuz fazla gecikmeyecek” dedi. Demokrasinin “Kuran’la çeliştiğini” ifade eden Özkan, insan hakları konusunda da “İnsanlara nelerin hakkımız, nelerin görevimiz olduğunu yaratıcımız Allah’ın bildirdiğine inanıyoruz. Bu yüzden insan haklarını esastan reddediyoruz” diye konuştu. Özkan, Atatürk ve arkadaşlarını “İngiliz muhibi (dostu)” olmakla suçlayarak, kuracakları düzende “laik; demokratik ve sosyalist herhangi bir kirliliğe yer bırakmayacaklarım” söyledi.
İslami Parti’nin kuruluş çalışmaları konusunda Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Özkan, partinin genel olarak İslam’ın belirlediği ilkeler çerçevesinde oluşturulacağım belirtti. Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye Birleşik Komünist Partisi’ni (TBKP) kapatma kararına karşın, “kapatılacaklarını bile bile” kuruluş başvurusu yapacaklarına dikkat çeken Özkan, şöyle konuştu:
“Partimizin hedefi, Türkiye’den başlayarak insanımıza İslam’ı anlatmak; ana kavramlarını açıklayarak benimsemelerini ve katılımlarını sağlamak; nefislerindekileri, İslamdakilerle değiştirmeleri sonucu ulaşılacak kitlesel mutabakatla laik-demokratik rejimi lağvedip İslam devletini kurmaktır. Bu çağrı sadece Müslümanlara değil, bütün insanlara yapılacak ve ulaştırılacaktır.”
Parti kuruluşu için çalışmaların devam ettiğini bildiren Özkan tüzüğün esasları itibarıyla hazırlandığını, program çalışmalarının sürdürüldüğünü kaydetti. İçişleri Bakanlığı’na başvuru için bir tarih belirlemediklerini belirten Özkan, “Sanıyorum, ön başvuru fazla gecikmeyecektir” dedi.
Özkan, demokrasinin “insanları isteklerine, arzularına uymaya yönlendiren bir siyasi rejim” olduğunu belirterek, “Kuran, başından sonuna kadar insanların hevalarına (isteklerine, arzularına) uymaktan uzaklaştırıp Allah’a teslim olmaya çağıran bir kitaptır. Bunun için de demokrasinin Kuran’la tam bir çelişki arzettiğine inanıyoruz” diye konuştu. Sosyalizmin, kapitalizmin acımasız bir şekilde uygulanmasına tepkî olarak doğduğunu savunan Özkan, insan hakları konusunda da özetle şunları söyledi:
“İnsan hakları, insanların dünyaya gelirken beraberlerinde getirdiği varsayılan hürriyetlerin toplamının kullanılmasıdır. Biz bunu esastan reddediyoruz. Zira biz insanlara nelerin hakkımız, nelerin görevimiz olduğunu yaratıcımız Allah’ın bildirdiğine inanıyor ve insanları bunlara teslim olmaya çağırıyoruz. Nefislerimize uyarak hevamızla tespit edeceğimiz şeylere itibar etmemiz, kendimizle Müslüman olarak çelişkiye düşmektir.”
İslami Parti’nin, dünya görüşünü anlatmak için başka ideolojilerin tanımlarına gereksinim duymadığım söyleyen Özkan, Türkiye’deki siyasi partilerin tümünün Batı güdümünde olduğunu ileri sürdü. “Bunların tümü esas itibarıyla bu rejimi kabul edenlerin ya da kabule zorlananların partileridir” diyen Özkan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkiye uzun bir zamandan beri Batı’nın çekiciliğine kapılmış, giderek de güdümüne girmiştir. Düşünürleri, aydınlan, askerleri, ekonomistleri ve yöneticileri ile bir zamanlar Alman hayranı kadroların elinde bir koca miras kaybedilmiştir. Daha sonra ortada rakipsiz kalan İngiliz muhibleri (sevenleri, dostları), Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır. Türkiye 30 yıldan beri de Amerikancılığın hâkim bulunduğu bir ülke durumundadır.”
RP ve IDP yöneticilerinin “Allah’a teslim olmadıklarını” savunan Özkan, “Demokrasiyi ve onun kurallarını, yöntemlerini kabul edecek, bunlara göre davranacak ve yine de ‘Allah’a teslim olmuşluğunuzu’ söyleyeceksiniz. Bu, olmaz, olamaz” dedi Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanan olayları da, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ırkçılığa daha yakın milliyetçi politikalarının birikerek gelen sonuçlarından bir kısmı” olarak nitelendirdi.
Bu röportaj 8.8.1991 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.
***
Cumhuriyet Gazetesinden Sertuğ ÇİÇEK’in sorularına Dergimiz Editörü Ercümend ÖZKAN’ın cevaplarının tam metnini sunuyoruz:
LAİK, DEMOKRATİK, SOSYALİST KİRLİLİKLERDEN UZAĞIZ
Soru: İslâmî Parti kurma çalışmalarınız ne aşamadadır? Partinin tüzüğü, programı hazırlandı mı? Hazırlandıysa genel olarak partinin ilkeleri, hedefleri ne olacak?
Cevap: İslâmî Parti kurma çalışmalarımız tüzük ve program hazırlama aşamasındadır. Tüzük, esasları itibariyle hazırlanmıştır. Program henüz tamamlanmamış olup, istişarelerimiz sürmektedir.
İslâmi Partinin ilkeleri genel olarak İslâm’ın belirlediği ilkeler olacaktır. Allah’ı kendisi ve sıfatları itibariyle birleme demek olan tevhid akidesi Kur’an kalkışlı olarak açık ve anlaşılır şekilde belirlenip, insanımıza sunmak esas olarak üzerinde durduğumuz şeydir. Yine Kur’an kalkışlı olarak insanımıza iyi işlerin(salih ameller) kaçınılması gereken şeyler(münker)den ve yapılması gereken şeyler(ma’ruf)le emretmek olduğu ve bunların doğruluk, samimiyet, Allah içinlik, insanların nefıslerindekileri İslamdakilerle değiştirmeleriyle Allah’ın toplumun hâlini değiştirmesinin mümkün olacağını, ve her müslümanın birer güzel örnek oluşturması, bunun için de Kur’an’ı ahlak (düşünce ve davranışlar bütünü) edinen peygamberimizi örnek edinmesi gerektiğini anlatmak. Kendi nefislerimizi de unutmadan ve en yakınımızdan başlayarak bütün insanlığa İslâmı bir bütün olarak sunmak, Partimizin esas ilkelerini teşkil etmektedir.
Bunu yaparken laik-demokratik, sosyalist herhangi bir kirliliğe yer bırakmamak, insanları hevâlarıııa uymaktan uzak durmaya çağırmak, yukarıdaki bütünü tamamlayan şirk ve küfürden uzak kalınmasını sağlayacak açıklamalar yapmak da hedeflerimiz arasında yer almaktadır.
Emperyalizmin her türünün oyunlarından halkımızı haberdar etmek ve nasıl korunulacağını göstermek. Emperyalistlerin oyunlarını açıklamak, yerli işbirlikçilerin bu oyunlara katılmalarından kitleleri bilgilendirmek ve kitlesel bilinci ayakta tutmak.
Ezcümle Partimizin hedefi, Türkiye’den başlayarak insanımızı İslâm’ı anlatmak, ana kavramlarını açıklayarak benimsemelerini ve katılımlarını sağlamak, nefislerindekileri İslâmdakilerle değiştirmeleriyle ulaşılacak kitlesel mutabakatla laik demokratik rejimi lağvedip İslâm Devleti kurmaktır. Bu çağrı sadece müslümanlara değil, bütün insanlara yapılacak ve ulaştırılacaktır.
Soru: Partinizin kuruluşu için İçişleri Bakanlığına ne zaman başvuracaksınız?
Cevap: Şu anda kesin tarihi belirlemiş değiliz. Lâkin sanıyorum bu başvuru fazla gecikmeyecektir. Dilekçemize ekleyeceğimiz tüzüğümüz ve programımızla bakanlığa beyanda bulunurken bir de basın toplantısı yapacak, tüzük ve programımızın birer nüshasını basın mensuplarına da vereceğiz.
Soru: İslâmî Parti olarak demokrasi, sosyalizm ve insan haklarına ilişkin tanımlarınız nedir?
Cevap: Bizler İslâmi Partililer olarak demokrasiyi, onun teorisyenleri gibi anlıyor ve tanıyoruz. İnsanları hevâları(istekleri, arzuları)na uymaya yönlendiren bir siyâsî rejim olduğu için de açıkça Kur’an ile çelişki halinde görüyoruz. Zira Ku’an başından sonuna kadar insanları hevâlarına uymaktan uzaklaştırıp Allah’a teslim olmaya çağıran bir Kitabtır. Bunun için de demokrasinin bu ilkelerle tam bir çelişki arzettiğine inanıyoruz. Bu itibarla da dünyayı ifsad eden(bozan) bir düşünce tarzı ve yaşam biçimi olarak değerlendiriyoruz.
İflas etmiş olmasına rağmen sosyalizmi, kapitalizmin acımasız bir şekilde uygulanmasına karşı doğan bir tepki olarak değerlendiriyoruz. Temel kabul ettiği diyalektiğini ve bunun üzerine kurduğu kavramlarını eşyanın tabiatına ve insanın fıtratına aykırı görüyoruz. Eğri dine ve dinlerin en çok eğriltildikleri zamanındaki görüntüye bakıp bütün dinleri bir üst yapı kurumu olarak görmesi de dahil bir çok yanılgılar içinde boğulmuş olarak görüyoruz, örneğin Kur’an’a bakması gerekirken müslümanların o günkü görüntüleri ile iktifa eden bir kafanın yanılmaması mümkün değildir. İslâm’ın keyfiyet sınırlaması getirerek mülkiyet sahibi olmayı terbiye ediciliğinden haberdâr olamayan marksistler, kemmiyet sınırlamaları getirdikleri mülkiyete öylesine bir darbe vurmuşlardır ki ağacı kökünden kurutmuşlardır.
İnsan hakları kavramına gelince; bu kavramı, dünyaya tanıtan demokrasinin kuramcılarının da dediği gibi, insanların dünyaya gelirken beraberlerinde getirdiği varsayılan hürriyetlerin toplamının kullanılması olarak değerlendiriyor ve esastan reddediyoruz, yine insanı hevâsına uymaya yönlendiren demokrasiler açısından olmazsa olmaz olarak görüyoruz. Zira biz insanlara nelerin hakkımız, nelerin görevlerimiz olduğunu Yaratıcımız Allah’ın bildirdiğine inanıyor ve insanları bunlara teslim olmaya çağırıyorken, nefislerimize uyarak hevâmızla tesbit edeceğimiz şeylere itibar etmemiz kendimizle müslüman olarak çelişkiye düşmek olurdu.
Allah’ın bildirdiği haklarımız ve görevlerimiz fıtratımıza uygun düştüğünden bunlar insana doyum vermektedir. Biz, dünya görüşümüzü anlatmak için başka ideolojilerin tanımlarına kesinlikle ihtiyaç duymayan bir dine, İslâm dinine mensubuz. O ki, dışından bir şeyin ithalini gerektirmeyecek bütünlük ve tamamlıktadır.
Soru: Türkiye’deki siyâsî partileri nasıl değerlendiriyorsunuz; ANAP, SHP, DYP, RP, IDP, TBKP ve HEP konusundaki görüşleriniz nelerdir?
Cevap: Bu siyâsî partilerin tümü esas itibariyle bu rejimi kabul edenlerin ya da kabule zorlananların partileridir. Bu partiler laik-demokratik esaslar üzerine kurulu partiler olduğu gibi tümü de batı güdümündedir.
Türkiye uzun bir zamandan beri batının çekiciliğine kapılmış giderek de güdümüne girmiş düşünürleri, aydınları, askerleri, ekonomistleri ve yöneticileri ile bir zamanlar Alman hayranı kadroların elinde bir koca mirası kaybetmiş, daha sonra ortada rakibsiz kalan İngiliz muhibleri Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Türkiye otuz yıl öncesinden beri de Amerikancılığın hâkim bulunduğu bir ülke durumundadır. Türkiye’deki siyâsî partiler bugüne kadar bütünüyle yukarıda açıklanan siyâsî yakınlığın etkisinde kalmış ve hattâ güdümüne girmiş partilerdir. Zaten kendine has dünya görüşlerini kaybeden, ona güvenini yitiren insanlar dayanacakları güçlü bir varlığa ihtiyaç duyarlar. Türkiye’yi yönetenler için bu yabancı güç bir zamanlar Almanya, onu takiben İngiltere ve şimdi de Amerika olmuştur. Biz, dayanılacak güç olarak yalnızca Allah’ı biliyor ve yalnız O’na sığınıyoruz.
Değişen dünya siyâsî konjonktüründe Türkiye bugün İslam’a karşı olmaktan çıkarak, İslâmizasyon politikalarının uygulandığı bir ülke haline gelmiştir. Bu politikalar Türkiye için; gelişen köktenci İslâmcılık karşısında üretildi. Bu suretle köktenci İslamcılık, geleneksel İslânıcıltğa omuz verilerek savulmak istendi. İslâmizasyon Türkiye için yeni bir politika olmakla birlikte Birinci Dünya Savaşı sonrasından beri İngilizlerin özellikle de Suudî Arabistan ve sonra Pakistan’da uyguladığı bilinen bir politikadır.
Enver Paşanın başında bulunduğu Almancı ekibin savaşı kaybetmesi ve devleti bitirmesinden sonra rakibsiz kalan İngiliz muhibbi M. Kemal, Türkiye’de İslâm’ı bütünüyle silmek, tüm değerleriyle hayatın dışına atmak ve yerine batının değerlerini koymak için köktenci değişiklikler yaptı ve Stalinist yöntemlerle bunları uyguladı. İsmet İnönü’nün sürdürdüğü bu politikalar İkinci Dünya Savaşının sonundan itibaren dünya siyâsî liderliğini eline geçiren Amerika’nın, İngiltere’nin yerini almasıyla yeni bir boyut kazandı. Ortadan kaldırılamayacağı anlaşılan İslâm, bir uzun süre de komünizm tehdidi ile başbaşa bırakıldı. Ve Marksizmin iflasının ilânını takiben İslâmizasyonun alternatifsiz olduğu açığa çıktı.
CHP ve DP İngiliz muhibbi kimselerin kurdukları partiler idi. Amerika 27 Mayıs 1960’da Türkiye’deki İngiliz yandaşlığına siyâsî kadrolar düzeyinde son verdi ve eğitip, beyinlerini yıkadığı askerlerin eliyle iktidarın Amerikancılara yolunu açtı. AP kadroları gençti ve İkinci Dünya Savaşı yıllarının gençleri idiler. Uzun sayılacak bir süre iktidarda kaldılar. İnönü’nün elinden alınan CHP, Ecevit’in yönetiminde bir süre varlık gösterdi. Lâkin 12 Eylül’ün ikinci Atatürk’ü Evren, bu köklü İngiliz yanlısı partiyi kökünden kurutucu ameliyeler yaptı. Bütün mallarını, İş Bankası’ndaki % 27’lik hisse ve gelirleriyle birlikte hazineye intikal ettirdi. Bu suretle Atatürk’ün partisi sonunda SHP olarak ormandakinin benzeri gibi görünmesine rağmen saksıdaki ‘bonsai’ gibi durmaktadır.
ANAP, 12 Eylülcülerin siyâsî kadroları olarak sekiz yıldan beri iktidardadır. Diğer partilerin konumları da Türkiye’deki batı güdümlü siyâsî rejimi sürdürmeye yönelmiş kadroları ile gözler önündedir. Türkiye’de şu anda bütün alanlarda uyguladığı politikalarla Amerika’ya tam bağımlılık iktidardadır. 12 Eylülcülerin partileri, 27 Mayısçıların partileri, 12 Martçıların ve Özel Harb Dairesi’nin partileri siyâsî arenadadır.
Biz bu partilerin hiçbirini Türkiye’nin hâli ve istikbâli için hayırlı görmüyoruz. Türkiye ve halkı için değil, batı için çalışan siyâsî kadrolar olarak değerlendiriyoruz.
Soru: Kamuoyuna yaptığınız açıklamalarda RP ve IDP yöneticilerinin “Allah’a teslim olmadıklarını” söylüyorsunuz. Anlatmak istedikleriniz nelerdir?
Cevap: Müslümanım demek; Allah’ın elçisine bildirdiği vahiylerden oluşan Kur’an’ın içeriğine teslim olmak demektir. Şayet bir kimse veya parti bu Kitab’takilerin bazılarına teslim olur, bazılarına olmazsa Allah’ın dinine bütünlüğünü koruyarak teslim olduğunu iddia edemez, örneğin Kur’an’daki düşünceleri kabul edecek, fakat tevhidi metodu reddederek küfürle uzlaşacak, uyuşacaksınız, bu teslim olmuşluk değildir, olamaz. Gayenin vasıtayı meşrulaştırdığını söyleyecek ve makyavelist gibi davranacak ve yine de teslim olmuşluğunuzu belirteceksiniz; bu kesinlikle teslim olmuşluk, müslüman olmuşluk değildir, olamaz. İslâm meşru amaçlara ancak meşru vasıtalarla varılabileceğini özellikle vurgulayan bir dünya görüşü iken, bu partiler bunun tam tersi makyavelist metodu uygulamaktadırlar. Bu halde nasıl Allah’a teslimiyetten bahsedebilirler? İslâm “miskâl ağırlığındaki hayır ve miskal ağırlığındaki şerrlerin hesabının sorulacağını” söylüyorken, bu bütünlüğü gözden ırak tutmanın adı müslümanlık olamaz.
Demokrasiyi ve onun kurallarını, yöntemlerini kabul edecek, bunlara göre davranacak ve yine de “Allah’a teslim olmuşluğunuzu” söyleyeceksiniz, bu olmaz, olamaz. Demokrasi yalnız seçim değildir; bir düşünce tarzı ve yaşam biçimidir ki ayrılmaz bir şekilde dinin dünyadan ayrılmasını emreden laiklik, demokrasiyi tamamlayan ana unsurdur.
Bu itibarla biz laik-demokrasileri İslâm’a esastan aykırı görüyor ve ucundan kıyısından da olsa benimseyenleri “Allah’a teslim olanlar” olarak niteleyemiyoruz.
Soru: Son günlerde Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan olaylar; PKK, Çevik Güç ve Saddam Hüseyin hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Cevap: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanan olaylar Türkiye Cumhuriyeti’nin ırkçılığa daha yakın milliyetçi politikalarının birikerek gelen sonuçlarından bir kısmıdır. İnsanlar hangi milliyetteki anne babadan dünyaya geleceklerine kendileri karar vermediklerine göre varsa yoksa Türk, Türk, Türk diye tekerler durursanız elbette ki Türk olmayanların akıllarına da kavmiyetlerini düşürürsünüz. Müslüman olduğu onbir asırdan beri bu kavimlerin ne Türklükleri ne de Kürtlükleri akıllarına bile gelmemişken, şayet bugünlerde diğerine nisbetle öbürünün rötarlı da olsa kavmiyeti aklına düşürülmüşse bunun suçlusu yalnızca kavmiyetini en son hatırlama durumunda bırakılanlar olamaz. Beyinsizce bir düşüncenin sonucu siz gidip bir tek Türk’ün bile bulunmadığı Hakkâri’nin dağlarına “Ne mutlu Türküm” diye yazılar yazdırın ve sonucu bekleyin… Bekleyin ki göresiniz bugün olanları. Oradaki bu yazıyı okuyan insanlar Kürtseler, elbette ki bu yazıları “Ne mutlu Kürdüm” diye okuyacaklardır, okumakla da kalmayıp söyleyecekler ve durduğun yerde senin de, kendilerinin de başlarına iş açacaklardır. Kaldı ki mutluğun Türklükle, Kürtlükle uzaktan yakından alâkası bulunmadığını bilebilmek fazla akıl da istememektedir.
Aslolan Türk veya Kürt olmak mıdır, insan olmak, İslâm olmak mıdır? Elbette ki insan olmak ve İslâm olmaktır aslolan. Gerçek bu olunca insanları insan olmaları açısından ele almak gerekir. Türk veya Kürt olarak ele alırsanız bugünkü manzara kaçınılmaz olarak karşınıza çıkar ve siz de içinde çıkamaz olursunuz.
Biz Türkiye’deki insanları İslâm açısından değerlendiriyor, dil farklılığından başka bir anlamını görmediğimiz ırkı açısından ele almıyoruz. Bizim ırki sorunlarımız olmadığı gibi ırkçılık sorunumuz da yoktur müslümanlar olarak. İslâm esas itibariyle ırkı sorun edinmeyen bir dünya görüşü ve yaşam biçimidir. Bu ülkeyi içinde yaşayan Türk’ü, Kürd’ü ve diğerleriyle birlikte düşünüyor ve ele alıyoruz. Bizim için insanların önce insan olmaları önemlidir; dilleri, renkleri ve mahallî kültürlerinin farklı oluşunu bir zenginlik olarak değerlendiriyoruz.
PKK, yukarıda da değindiğimiz gibi ırkçı bir politikanın geri tepen tezahürü, insanlara yapılan zulme gösterilen zalimce bir tepkisidir.
Çevik Güç’ü özellikle İran’daki İslâmî Devrim’den sonra Amerika’nın bölgeyi denetleyebilmekte karşılaştığı zorlukları yenebilmek için tasarladığı fakat kurulması Körfez Savaşı sonrasına kalan bir, bölgeyi denetleme kulesi ve karakolu olarak görüyoruz. Var olanlara ilave bir güç.
Amerika, İran’daki İslâm Devrimi’ni başarısız kılmak ve böylece bölge ve dünyadaki etkinliğini yavaşlatabilmek için alet olarak kullandığı Saddam’ı bu defa Kuveyt’in işgaline yeşil ışık yakarak tekrar kullanmış ve bölgede çıkardığı bu yine krizi çözme bahanesiyle varlığını yeniden isbat gereği duymuştur. Bölgede özellikle müslümanlara gözdağı vermeyi amaçlayan Amerika, Irak’ı pes ettirerek bunu şimdilik başarmış gibi görünüyor. Amerika’nın Kürtleri filan düşündüğü yoktur. Çevik Güç ile bölgede bir yeni karakol, bir yeni gözetleme kulesi ve âcil müdahale birliği bulundurmayı amaçlıyor. Amerika, herkesi olduğu gibi Kürtleri de yalnız çıkarları için düşünür. Nasıl ki Kurt, kurdu düşünürken bile “düşse de yesem” diye düşünürse öyle düşünür.
Saddam Hüseyin ise; Baas’ın Irak’ı ele geçirdiğinden beri Irak’ın gördüğü en şovenist yöneticisidir. Irkçı beyinsizlerin akibeti Onu da bulmuştur, yüzü koyun yere serilmiştir. Saddam’ı hiçbir açıdan bir müslüman olarak tasvip edemeyeceğimiz gibi, Onun leşini yere seren gücü de, bu gücün bölgedeki “Çevik Güç”ünü de tasvib etmiyoruz. Bu türden üslere topraklarımızda yer verenlerden günün birinde bu halkın hesab soracağından da eminiz.
Saddam, Irak için bir pisliktir, temizlenmelidir. Lâkin bir pislik bir başka pislikle temizlenemeyeceğinden, Amerika tarafından da temizlenemez.
Konuyu meşhur bir benzetme ile bağlamak istiyorum: Adamın birine gelip “Senin bostana bir camuz, bir de hoca girmiş!” demişler. Adam hemen: “Aman camuz dursun, siz öncelikle hocayı çıkarın!” demiş. Biz de buna telmihan diyoruz ki: “Ortadoğu’da müslümanların bostanlarına bir Bush girmiş; bir de Fahdlar, Saddamlar. Mübarekler, Özallar girmişler. Aman Bush sonraya kalsın, siz önce Fahdları, Saddamları. Mübarekleri, Esatları. Kral Hüseyinleri ve Özalları çıkarın bostanınızdan!”. Zaten bunlar olmasa idi, Bush bostanımıza nereden ve nasıl girebilecekti ki!..
Bu konuda fazla söze gerek duymuyoruz.
Bu mülakat Ercümend Özkan’ın tasvibiyle 8 Ağustos 1991 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde özetlenerek yayınlanmıştır.
(İktibas, eylül 1991, sayı 153)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *